Ateş İlyas Başsoy ile “Bizsiz Onlar” Söyleşisi // Nil Has

Hepimiz sıkılmadan okuyacağımız kitabı ararız. Bazılarını hızla kurcalamaya başladığımızda, “sanırım benlik” gibi bir takım düşünceler bizi sararken, bazen de elimizdeki kitap umduğumuz gibi çıkmayabilir. Bu durum kitabı alıp evinize getirdiğiniz de yaşanıyor. Öykü kitapları, bu riski sizin için biraz daha kolaylaştırıyor. Öykü kitaplarının içlerinde her türlü duyguya, akışkanlığa uygun yazılar okuyabilirsiniz. İstediğiniz yerden okuyabilir, tekrar başa alabilir, istemediğinizde bir sonrakine geçebilirsiniz. Kitabın tümünden bahsetmek yerine en sevdiğiniz öyküden bahsedebilirsiniz. Roman ve diğer türlere göre daha kısadır. Sevdiyseniz bir sonraki öyküye heyecan duymaya başlarsınız.

Bu yazımda, söyleşimde Bizsiz Onlar kitabını ele alıyorum.
Bizsiz Onlar, öykülerin dilinden ve konusundan önce kapağıyla ilgimi çeken bir kitap oldu. Kapağa konu olan Güvercin Patlaması öyküsünden, Damar Ali’nin hikâyesine kadar hepimize iyi gelecek, “biz” olmayı, “biz, kim” üzerine düşünmeyi teşvik eden bir kitap var karşınızda. Yazarın farklı kaynaklardan derlenen yazılarıyla oluşan Bizsiz Onlar, bütününde “biz”lere çok şey söylüyor.

Bana iyi gelen öykülerin sahibi, yazar, reklamcı ve iletişim uzmanı Ateş İlyas Başsoy ile Bizsiz Onlar üzerine söyleştik.

Buyurunuz…

Ateş İlyas Başsoy
Ateş İlyas Başsoy

Bizsiz Onlar, kitabı iyi okuyanlar için birbiriyle bağ kurulabilen, içimizden öyküler anlatıyor olacak. Biraz düşündürecek, biraz da yoracak. Sonunda Biz olmak üzerine zihinlerde bir şeyler bırakacak. Peki sizin, Bizsiz Onlar ismini verirken düşündüğünüz neydi? Bize bizi anlatmaktan daha fazlası olduğunu düşünüyorum.

Uzun zamandır güvenlikli sitelerde yaşıyoruz. Cihangir’de kiralık daire ararken emlakçı fiyatların yüksekliğini gerekçelendirmek için, “Buraya dışarıdan insan gelmez” diyor. “Onlar”la bir arada durduğumuz belki de tek kapalı alan taksi yolculuklarımız. O nedenle “Geçenlerde bir taksiciyle konuştum…” diye başlıyor siyasi tahliller genelde. Bakkalımız, manavımız bile yok, “getir”den sipariş ettiğimizde portakallar, “iki dakkada” kapımızda. Bu kadar çok insanla bir arada yaşadığımız halde birbirimize değmiyoruz. Çapkınlığı alışkanlık haline getiren bir arkadaşım, “Sinema, reklam, gazete dünyasıyla gereksiz vakit kaybediyoruz, Twitter’a zerre bulaşmamış; hepimizden daha kültürlü harika kadınlar var, doktor, öğretmen veya mühendis olarak kente dağılmış. Ben artık o denizlere açılıyorum” demişti. Bu komik keşif, “okumuş ve cahil” gibi tarifi daha kolay yankı odalarının dışında da “onlar” olacağını düşündürdü bana. Belki tüm bunların nedeni sosyal medya veya cep telefonlarımızdır; belki daha birçok neden de vardır ama sonuçta insan türü, tarihinin hiçbir aşamasında olmadığı kadar yalıtılmış durumda. Ben de bir yandan iletişimci, bir yandan da öykücü olarak bu konuya takıntılıyım. Korunaklı bir köyde kaval çalacağıma, köyün dışındaki tekinsiz arazilerde dolaşmayı ve başka köylerin avlularında oturup sohbet etmeyi seviyorum.

Farklı yayınlardan 19 eseri bir araya getirdiğiniz Bizsiz Onlar’da yer alan öyküler farklı grup, yaş ve insan hayatının kesitlerini ortaya koyuyor. Okuduk bitti değil, okurken bir sonraki öykü üzerine düşünmeye başladığımız akıcılıkta. 19 öykü, Bizsiz Onlar’da hangi fikirle bir araya geldiler? Okuyucu kitabı bitirdiğinde nasıl bir duygu durumunu taşıyor olacak?

Ben BirGün’de de bildiğimiz anlamda “köşe yazısı” yazmıyorum. Oradaki vuruş sayısı kısıtlı alana bile bir öykü sığdırabilirsem derdimi çok daha iyi anlatacağımı düşünüyorum. Zamanla gazete de, okur da bana alıştı; ilk başka yadırgıyorlardı. PsikeArt ve Hayıt dergileri zorlaya zorlaya öykü istiyorlardı, bu zorlamanın ve zorlanmaların hayırlı bir iş olduğunu düşüyorum. Türkiye’de örneğini görmedim ama çok kitap okuyan ülkelerde, yazarları kitap yazmaya zorlayan menajerler bence yararlı bir iş yapıyorlar. Bir yayın veya bir kişi zorlamadıkça, hayatın gündelik temposundan sıyrılıp öykü yazamıyorsun veya ben yazamıyorum. Bu öyküleri bir araya getiren, öykünün arkasındaki sadece benim bileceğim öyküler. Son on iki yılda, farklı yayınlar için benzer ruh hallerinde yazdığım öyküleri bir araya getirdim. Bu da aralarında bir bağ oluşturdu. Editörüm Güçlü Ateşoğlu’na altmış civarı metin yolladım, o da içlerinde bunları seçti. Benim seçkim de aşağı yukarı aynıydı. “Bir roman gibi olmuş” diyen okurlar var.

Bizsiz Onlar
Bizsiz Onlar

Damar Ali iki öyküde de karşımıza çıkıyor: Güvercin Patlaması ve Soğuk. Her iki öyküde de üretken, yardımsever biri. Zor dönemde olan insanlara beklenmedik anda yardım ediyor. Farklı konular olsa da Damar Ali karakteri iki öykü arasında bağ kurmamızı sağlıyor. Bizsiz Onlar derken sanki her şey Damar Ali ve onun gibilerin varlığı üzerine. Sizin Damar Ali ile kurduğunuz iletişim bağ nedir?

Damar Ali bir tamirci. Ben Damar Ali’ye can veren hakiki insanlar tanıdım. Kendini tarif etmeye çabalamayan, öne çıkmayan, arkada durup sorunları çözmeye çalışan insanlar. Ona karşı tarafsız değilim, bir hayli seviyorum kendisini. “Onlar” diye kesip attığımız çok geniş bir halk kitlesinde böyle sayısız insan var. Üçüncü sayfa haberleri, Müge Anlı videoları veya sokak röportajlarında karşılaştığımız insanlardan yaratılan çok sorunlu bir “onlar” tarifi var. Damar Ali gibi milyonlarca kişi olmasa bu tarife göre bir cehennemde yaşıyor olurduk.

Öyküler, ülkemizin topraklarından, halkın ilişkilerini, beklentilerini, özlemlerini, zorluklarını, acılarını; açık dille, dolandırmadan anlatıyor. Dediğiniz gibi girdap öyküleri. Ancak o girdap öyle ki içine düşmüyorsunuz -ben düşmedim- Bu içeriden, yabancı olmadığımız bir girdap. Merak ettiğim şey; “Biz” olmakla ilgili derdiniz var mı? Sizin için “biz” ne demek, “Bizsiz Onlar” ne demek?

Bizden önce “ben” olmakla bir derdim var. Bir de “bir ben var bende benden içeri”; yani kendi kendime bile bir “biz”im aslında. Birinci tekil iyelik ekli bir “biz”. Bir de karşılaştığın, konuştuğun, dost veya sevgili olduğun her insanın kendi beni ve öteki beni… Üstüne, karşılaşmadığın, konuşmadığın, önyargılarla betimlediğin devasa bir onlar dünyası. Yaşar Kemal veya Durrell veya Marquez’i eşsiz yapan, yarattıkları tüm karakterlerin bu çelişkileri yaşaması.

Yazar, reklamcı ve iletişim uzmanı olmanızın insan hallerini, biz olmayı, tekil şahıs olmayı geniş ele almanıza yardım ettiğini düşünüyorum. Öyküleri yazarken en çok hangi taraftan beslendiniz? Yazarken öykülerin girdabına düştünüz mü? Farklı dönemlerde yazılmış olsalar da, yazarken hissettiğiniz ortak duygu neydi?

Ben bilinen anlamıyla siyasi kodların, siyasal iletişimde pek yararı olmadığını savunan, “siyasetsiz alanlar”daki davranışları, dışavurumları anlamaya çalışan bir iletişimciyim. Bunun nedeni çocukluğumdan beri sıkı bir öykü ve roman okuru olmam herhalde. İyi edebiyat, insanları tek boyutlu görmez, bir eseri iyi yapan da karakter derinliği bence. Siyasal iletişim işi, bana farklı farklı insanları derinlemesine tanıma fırsatı veriyor. Kimseyi küçümsememeyi, herkese fırsat tanımayı zamanla öğreniyorsun. Diyalojik iletişimin en üst iletişim şekli olduğunu düşünüyorum.

Bizsiz Onlar’ın kapak tasarımının Güvercin Patlaması öyküsünden geliyor diye anlıyorum. Son aylarda sevdiğim kitap kapak tasarımlarından biri oldu. Kitap kapağının Güvercin Patlaması öyküsünden şekillenmesine nasıl karar verdiniz?

Kapağı Emre Koç yaptı. Günümüzün Bülent Erkmen’i, Tibet Sanlıman’ı, çok başarılı bir grafik tasarımcı. Kitap çıkmadan önce sosyal medyada bir anket yapmıştım, kitabın adı “Bizsiz Onlar” mı, “Güvercin Patlaması” mı olsun diye. Ankette açık ara farklı Bizsiz Onlar çıktı ama benim aklım da güvercinlerde kaldı. Emre’ye bu anketi de anlatmadan kitabı verdim ve bana gördüğünüz kapağı yolladı. Sanki iç sesimi duymuş gibi, her iki öyküden bir parça oldu kapakta.

Tüm öykülerinizi severek ve ilgiyle yazdığınızı düşünüyorum. Ancak içlerinde sizi daha çok etkileyen veya size duygusal olarak temas eden biri vardır sanıyorum…

Kara beni çok etkiliyor, Güvercin Patlaması’nın son kısımlarında hala bir aptal gibi gözlerim yaşarıyor, Gerek’deki işçiliği seviyorum, Çerçeve, Soğuk, Mut, %40 bazen bir okur gibi en baştan başlayıp okuduğum öyküler. Çift sütunlu olması nedeniyle okuması biraz bilmece gibi ama son öykü olan Adım tüm kitaptaki en “ben” içeren öykü ve bu nedenle mi bilmiyorum ama bir öykü seçmem gerekse Adım’ı seçerim.

Miyav adlı öyküyü okurken öfke duydum. Nasıl olur da bir karar veremez dedim. Damar Ali burada da olmalıydı diye düşündüm. Soruna çözüm üretebilecek biri gerekiyor hissine kapıldım. Benzer bir pozisyonda kalıp, gereğini yaptığım bir gün geçirmiştim ve bu öykü beni o güne, o sıkıntıya geri götürdü. Bu öykünün karar verme, sorunla başa çıkma, realistik olmak üzerine çağrışımlar yaptığını anlıyorum. Kedi örneğinden, öyküsünden ziyade sizin sorunlarla başa çıkmanız nasıl? Yazma eylemi içinde kriz durumuna nasıl yaklaşıyorsunuz?

Miyav, BirGün’de yayınlandığında okurlardan da öfkeli mesajlar almıştım. Galiba insanlar böyle bir karakteri görmek istemiyorlar veya belki de Damar Ali gibi birinin çıkıp öykünün içinde onları rahatlatmasını istiyorlar. Öyküdeki adamın ruh hali, bu halin hemen değişivermesi ve sonra yine kabarması filan bana çok sahici geliyor, çünkü ben dahil belki de herkes trafikte, işte, okulda, evde böyle haller yaşıyor. Ve genellikle pek kahramanca olmuyor tavırlarımız. Bu kitaba alıntısıyla başladığım Ellias Canetti’nin eserleri de bu gelgitlerle doludur. İş yerine surat asık gelen adamın suratının asılma nedeni, çoğu zaman tahminlerimizin dışında basit durumlardan kaynaklı oluyor ve ben de o durumları aramaya çalışıyorum.

Toplumun genelini ilgilendiren sorunlardan bahsederken “biz” ifadesini sık kullanıyoruz; “bizim toplum, biz öyleyiz, biz böyleyiz, biz alıştık vb.” Bizsiz Onlar’da bizi, bize anlatmaktan öte ortaklıkların ne demek olduğunu fısıldayan öyküler var. Kimimiz için alışılmışa yakın, bazen de uzak… Bizsiz Onlar da biraz bu taraftan okumaya müsait bir kitap. Okur için kenara iteceği bir kitaptan ziyade; zaman zaman öykülerini tekrar edeceği bir kitap olduğunu düşündüm. Bizsiz Onların yazarı olarak ne dersiniz?

Bunları sizden duymak çok kıymetli. Ece Temelkuran onu öldürmeyi düşüneceğim kadar hayran olmuş, Tuna Kiremitçi Haldun Taner’e benzetmişti. Çok sevdiğim genç bir reklam yazarı sosyal medya bio’sunda, “Beni beğenirseniz memnun olurum” yazmış. Bu cümle “bio”da yazılınca ilk andaki basit anlamını aşıp zekice bir hicve dönüşüyor. Belki tüm yazarların kitapları Instagram’da bol “like” beklentisi olan birer fotoğraf paylaşımıdır. Utanç verecek ölçüde kibirli ama en gerçekçi tevazu gösterilerinden bile hakiki bir his. Gel de yazma.

Eklemek istedikleriniz var mı?

Sadece bu güzel sorular için teşekkür etmek isterim. Ellerinize sağlık.

1988 doğumlu, Sanat ve Kültür Yönetimi mezunu, sanat ve kültür meraklısı.