“Ben de sanatla ilgili paylaşımlar yapmak isterdim ama öyle bir ülkede yaşıyoruz ki önce demokratik haklarımızı savunmak ve hayatta kalmak daha öncelikli.”
Ediz Hafızoğlu
Ediz Hafızoğlu; çok yönlü bir müzisyen ve hatta çok yönlü bir insan. Aklıma ilk gelenler; enstrümanistliği, besteci yönü, dergicilik ve yayımcılıkla ilgisi, prodüktör kimliği, hatta bağ-bahçe durumları da varmış ve tahmin edeceğiniz üzere daha fazlası… Bazıları şu an aktif olmasa da benim gözlemim; Ediz Hafızoğlu’nun imzasını taşıyan ne varsa kendi zamanında ses getiren ve bugünden baktığımızda da tarihe not düşülesi özel çalışmalar olmuş.
Tüm bunları diğer sorularımda tek tek açmak istiyorum ama; ilk olarak sormak istediğim, yoğunluğunuzu nasıl idare ediyorsunuz? İçlerinden hangi kimliğiniz için “O olmazsa ben de olmam” dersiniz, seçim yapabilir misiniz?
Merhaba. Öncelikle ayrıntılı sorular ve güzel sözleriniz için çok teşekkür ediyorum. Yoğunluğu işlerin hepsini aynı anda azar azar yaparak idare ediyorum sanırım. Böylesi bende daha hızlı yürüyüp sonlanıyor. Bende olmazsa olmaz dediğim şey de şu sanki; Dünya yıkılsa, kendimi çok kötü de hissetsem yapmam gereken şeyi yapmaya devam ediyorum, çünkü o anki hislerimin geçeceğini ve yapmakta olduğum şeyin daha sonra bana çok daha fazla yük olacağını düşünürüm hep.
Benim sizinle ilk tanışmam Korhan Futacı ve Kara Orkestra zamanlarınız… Daha doğrusu ben öyle sandığımı grubu çok sevip, ekibin müzik kariyerleriyle ilgilendiğimde anladım. Bir kere zaten Kolektif İstanbul’un bir parçasıymışsınız. Onca müzisyenle yoğun çalışmalarınızı saymıyorum bile. Ama sanırım Kara Orkestra projesi grup hissi verdiği için, grubun müziğini sevenler de grup elemanlarını tanımaya çalışır ya benimki de öyle oldu. İsminiz Kara Orkestra ile özellikle rock ve alternatif müzikseverlere daha çok ulaştı diyebilir miyiz? Bunu şu nedenli de soruyorum; ülkemizde yazık ki solistler dışında müzisyenler çok bilinmez, enstrümanistler bir gruba ait olmadıkça orkestra algısında kaybolur gider. Siz bunu aşabilen ve bilinen bir isimsiniz ve bence bu topraklar için büyük başarı.
Aslında Kolektif İstanbul’u kurmuştuk, grup müziği vs o dönemde şekillendi diyebiliriz. Kara Orkestra ile de rock ve alternatif müzik sahnesinde duyuldu. Ama zaten Ceylan Ertem’le çalarken de grup müziği çalıyorduk ya da daha da geriye gittiğimizde Jülide Özçelik ile de öyle. Daha da öncesinde caz kulüplerinde kendi gruplarımızla çalıyorduk. Herkes bir yerinden yakaladı sanırım.
Bu arada Kara Orkestra her biri alanında virtüöz olan muhteşem bir ekipti; devam eden efsane gruplardan olmanızı müziğinizi dinleyen olarak çok isterdim ama iki albümle tamamladı kendisini. Korhan Futacı ve Kara Orkestra neden devam etmedi?
Grup olarak başlayıp bir kişinin fikirleri ile o havadan çıktığı için devam etmedi. İlk ayrılan da ben oldum zaten, sonra herkes tek tek ayrıldı ve hikâye bitti.
Müziğinize doyamadığımız ve hala benim gibi dinleyenleri olan -yazık ki kısa dönem süren- “Kara Orkestra”dan uzun soluklu devam eden grubunuz Kolektif İstanbul’a geçiyorum. 2006’dan bu yana devam eden Kolektif İstanbul nasıl bir araya geldi? Balkan ezgilerinin çok daha geniş kitlelerce sevdirdiğinizi hatta iddialı olacak belki ama bazı müzik dinleyenlere de bizzat tanıttığınızı düşünüyorum. Bilmem katılır mısınız?
İki bin yılında sanırım Richard ile tanışmışız, ben hatırlamıyorum. O zaman Buziki Orhan ile çalıyordum. Orada da Yunan, Rumeli ve Balkan müzikleri çalıyorduk. İlk albüm bir hatıra albümü olarak kaydedilecek; sonra da Richard ve Aslı Fransa’ya gideceklerdi, plan oydu. Toplandık, çaldık ve sonra konser tarihleri gelmeye başladı. Biz de o kalabalık albümden canlı çalabilecek çekirdek bir grup oluşturduk. Ondan sonra da ben ayrılana kadar son albüm hariç tüm albümlerde ve konserlerde beraberdik. Benim İstanbul’dan gitmeye karar verdiğim ve o dönem çaldığım tüm grupları bıraktığım bir dönemdi. Kara Orkestra, Kolektif İstanbul, Ceylan Ertem, Yasemin Mori gibi çokça konser çaldığımız ne varsa bırakmıştım.
Siz de göçmensiniz. Türkiye’ye Balkan Ezgileriyle harmanlanmış olarak geldiniz muhtemelen, buradaki müziğinizi nasıl şekillendirdi küçüklüğünüz? Orada da darbuka ile başlamışsınız değil mi?
Müziğe bağlama ve darbuka ile başladım. Balkan müziklerinden çok Rumeli türküleri çalıştım ama tabi ki kulağımda hep Balkan müzikleri vardı. İvo Papazov ve orkestrası, Bulgar Kadın koroları vs. hep onlar çalardı zaten televizyon ya da radyoda. Küçükken ne aldıysan o tüm hayatına etki ediyor, oldukça da etki etti. Ama benim o müzikleri çalmaya dönmem Türkiye’deyken başladı. Davul çalmaya başlamam gerekiyormuş sanırım.
Ciguli ile de çalışmışsınız. Ülkemizde müzisyenliğini ve dolayısı ile müziğini iyi yansıtamadık ve dolayısı ile de hak ettiği değeri o yaşarken veremedik, siz ne düşünüyorsunuz? Sanat şovunu fazla kaçırdığında ortaya çıkanda bazen sanat çok geri planda kalıyor dersem katılır mısınız?
Ciguli çok iyi bir insan ve müzisyendi. Biz de Kolektif İstanbul ile belki de son konserlerini onunla çaldık, kayıtlar yaptık. Küçük yerden büyük şehirlere gelen ve biraz da saf olan herkesin başına gelen şey geldi Ciguli’nin. Şehir onu yuttu. İnsanlar onu kullandı. Müziği ile değil de saçma sapan karakterlere büründürüp dizilerde oynattılar. Ama o büyük kalpliydi, bir şekilde bu ortamda hayatta kalıp kendini mutlu etmeyi başarmıştı, onun adına mutluyum.
Değişik janr müziklere eşlik edebilen bir müzisyensiniz. Rock, Caz, Balkan müziği ve dahası için farklı yaklaşımlarınız var mı; yorumunuzda ve teknik olarak?
Müziğin kendisini o stile uygun olarak çalmaya çalışıyorum. Enstrümanda bir şeyler yapmak yerine enstrümanı müziğin içine en iyi şekilde nasıl sokarım ve o müziği ileri iterim diye düşünüyorum. Tek yaklaşımım bu açıkçası.
Caz demişken hemen eklemek istiyorum; Ülkemiz “Caz Festivalleri” tartışmaya çok açık hale geldi, festivallerde yer alan müzisyenlerin yaptıkları müzik türünün “CAZ” olmaması nedeniyle eleştiren müzik yazarları ve caz müzisyenleri bir tarafta, organizatörler ve sponsorlar diğer tarafta. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
Şu döneme not düşülsün diye cevap vereyim. Mesela 2023 İstanbul Caz Festivali programında caz adına bir şey var mı bilemedim. Varsa da belki de yüzde 5. NTV Radyo’da Hakan Rauf Tüfekçi’nin programına denk geldim, konuklar Harun ve şu anda adını unuttuğum İKSV’nin festival ve program yapıcıları. Şimdi size harika bir caz şarkıcısı dinleteceğiz, festivalde şu gün şurada çalıyor, diye tanıttıkları beş kişinin beşi de pop şarkıcısıydı. Beyaz yakalıların çoğu caz ne bilmediği için bu şekilde durumu maalesef alakasız bir yere götürdüler. Her sene caz festivallerinde alakasız müziklere yer verilirdi de bu sene sanırım tarihindeki en caz olmayan caz festivali bu oldu. Ülkemizde Birsen Tezer’e, Ceylan Ertem’e, Jehan Barbur’a (hepsi yakın arkadaşlarım, çokça da beraber çalıyoruz) caz şarkıcısı diyenlerin eserleri böyle devam ediyor. Caz nedir diye Google’a yazsalar da bu yaptıklarından utansalar diye bekliyorum. Bu arada sponsorların buna büyük bir etkisinin olduğunun da farkındayım ama o zaman bunun adını değiştirin, Müzik Festivali deyin. Yanına iki nefesli alan gruba caz demekten vazgeçin, içimiz şişti ülkedeki bu yalap şap iş yapmalardan.
Toplumsal ve siyasal konularda çok aktif bir müzisyensiniz. Twitter’da uzun süredir takipleşiyoruz ve sizin kendinizle ilgili müziğinizi tanıtan paylaşımınıza bile rastlamak çok zor derecesinde sayfanız sanattan biraz uzak. Toplumumuzun siyaset yerine sanatla iç içe yaşıyor olması da benim ütopyam olabilir. Siz sosyal medyayı kullanımı şekliniz olarak neler söylemek istersiniz?
Ben de sanatla ilgili paylaşımlar yapmak isterdim ama öyle bir ülkede yaşıyoruz ki önce demokratik haklarımızı savunmak ve hayatta kalmak daha öncelikli. Ancak konser veya yeni bir müzik yayınlarken bir şey paylaşıp otuz saniye sonra tekrar hakkımızı aramaya koyuluyoruz sosyal medyada. Umarım daha güzel günlerde daha çok sanat daha az politika ile uğraştığımız günler uzak değildir.
Son çalışmanız; OTEL / UNUTMA, yaşanmamasını dilediğimiz çok büyük acıların müziğinizde ses bulmuş hali… Duygusal olarak çok zor olsa da çalışmanızı ve yayımlanma sürecini anlatabilir misiniz?
İsias Otel belki de en can alıcı olaylardan biriydi. Genç insanların ölümü hepimizi her şeyden daha çok etkiliyor. Zaten parçayı da İsias Otel başta olmak üzere depremde kaybettiğimiz tüm canlara ithaf ettik. Çok zor gerçekten, zor günlerden geçiyoruz. Bunun sebebi deprem değil, hırsızlık, liyakatsizlik ve yönetememek. Orada ölen insanların katili yukarıdan ya da aşağıdan gelmedi. Bizi yirmi üç yıldır yöneten kimler varsa o insanların kanları onların ellerine bulaşmıştır. Ölenler geri gelmeyecek ama bunun gibi büyük yıkımların tekrar yaşanmaması için ihmali olan herkesin yargılanması şart. Parçaya gelince, bunu Ebru Ceylan’ın bir sergisi için bestelemiştim, kaydetmiştik de. Depremden sonra duygusunun bu karanlık durumla çok örtüştüğünü ve İsias Otel’de ölenlerin unutulmaması, bugüne bir iz olarak da kalması için yayınlamaya karar verdik.
Müzisyen kimliğiniz yanında çok özel projelerde imzasını gördüğümüz bir de yapım şirketiniz var. Şu an hemen her müzisyen kendisinin prodüktörü durumunda ama siz çok önceki dönemlerde buna başlayan ve kendi çalışmaları dışındaki çalışmalara da yer vererek, ana akıma da kafa tutan projelerin gün yüzüne çıkmasını sağlayan taraftasınız. Nasıl başladı Lin Records?
Lin Records bizim kaydettiğimiz müzikleri olduğu gibi yayınlamak istemeyen, vokal de ekleyin, türk müziği ezgileri olsun, geleneksel enstrümanlar da koyun müziklerinize, ancak o zaman yayınlarız diyen firmalar yüzünden kuruldu. Kendi adıma yaptığım müzikte özgür olamayacaksam, iyi ya da kötü, dilediğimi deneyemeyeceksem neden bu işe devam edeyim ki, diye düşündüm. Çevremde de zaten bu dertten yakınan çok arkadaşım vardı ve hiç bilemediğim bir işe girmek zorunda kaldım.
O kadar çok alan var ki sizin içinde yer alıp, başı çektiğiniz… Onlardan biri de dergicilik alanındaki çalışmalarınız. Drum & Bass Magazine ve Gitar dergilerini çıkarmaya nasıl başladınız, bu süreci sizden dinleyelim, böylesi dijital bir devirde devam etmeyip neden bittiğini tahmin etmek zor değil ama sizin belki farklı nedenleriniz vardır, varsa onlardan da bahsedebilir misiniz?
Dergiler Türkiye’de enstrümanla ilgili Türkçe herhangi bir yayın olmadığı için kuruldu. Baktım müziğe merakı olan gençlerin internette neyi nasıl aratacaklarını bile bilmedikleri bir dönemdeyiz. İngilizceleri yok, içerikler hep İngilizce, bunu değiştirmeye karar verip herkesle tek tek konuşup bir kadro oluşturduk ve bağımsız, tüm finansmanı konserlerde kazandığım paralarla sağladığım bu dergiler ortaya çıktı. Hala Anadolu’da bir yere gittiğimde yanıma gelip ‘’Abi sizin dergileriniz sayesinde o kadar çok şey öğrendik ki, müzik konusunda ilerlemeye karar verdik’’ diyenler oluyor. 3 yıl gibi kısa bir sürede derin izler bıraktığımız kesin. Zaten amacımız oydu, ona da ulaştık sanırım. Sonra da dijital çağdan çok reklam yasası değişince dergiye reklam alamamaya başladık, tek başıma da sürdürebileceğim bir şey değildi maliyet olarak, yayın hayatını bitirmeye karar verdik.
Kolektif çalışmaların dışında kendi projenizle sohbetimize devam edelim; “Nazdrave” albüm serisinden… Proje nasıl başladı, nasıl devam edecek? İsmi Bulgarca “Şerefe” anlamında değil mi, nasıl seçtiniz ismini?
D&R’da çalışan yakın arkadaşım Mehmet ile konuşurken; Yaa Ediz, sen çok fazla grupla çalıyorsun, onlara müzikler yazsan, ilk albümünü öyle yapsan daha mantıklı olacak bence, demişti. O fikir çok hoşuma gitti. İlk parçayı Ceylan’la yazmıştık, Kimin Nesiyiz. Sonra Cereyanlı geldi, sonra Laf Laf derken albüm bitti. Bir gün Saray tarafında Kastro’da kamptaydık, Ceylan da analog makinesi ile fotoğraflar çekiyordu. Akşam yemekte babamlarla bardakları kaldırıp Nazdrave deyince bana dönüp “Oğlum sen ne albüme isim arıyorsun, belli zaten, Nazdrave” demişti. Beni daha iyi anlatan bir isim olamazdı zaten. Ondan sonra hem ilk albümün ismi hem de sonrasında grubumun adı oldu Nazdrave.
İlk başladığınızda seri olarak devam edeceğini planlamış mıydınız “Nazdrave”nin yoksa akışta mı gelişiyor bazı projeler?
Bizde son ana kadar hiçbir şey belli değil. Zaten heyecanlı olan da bu. Donanımlıyız ve değişen koşullara göre biz de pozisyon değiştirip daha iyisini yapmaya çalışıyoruz. Aklımda müzikler yazmak ve solo kariyerime devam etmek vardı ama nasıl gideceğini bilmiyordum, bu şekilde devam ediyor.
Müzik ve sanat konuşmak çok güzel ama tek uğraşınız artık bu da değilmiş; ben de “Dark Blue Notes”ta Mine Gürevin ile söyleşinizi okuduğumda öğrenmiştim. Üzüm ve bağ diye ben girizgahı yapayım, siz devam edin Kaş’ta doğa ile iç içe oluşturduğunuz yaşam alanınızdan, üzüm bağınızdan bahsedebilir misiniz? Yine söyleşiden öğrendiğim kadarıyla üretiminiz sınırlı olacakmış, açıkcası sizin üretiminiz şaraplara ulaşamayacak olmak biraz üzdü… Sizden çok özel şaraplar çıkacağını biliyorum çünkü.
Kaş’ta güzel şeyler yapma planlarım var. Ülke koşulları her şeyi yavaşlatsa da adım adım hayalimdekileri gerçekleştiriyorum. Bağların üzüm vermesine birkaç yıl var. Sonra hem şarap olur hem de rakıya. Bunun yanında Silistre’den aldığımız meyve fidanları var, hepsi de tuttu, önümüzdeki yıl kasa kasa meyve toplayacağız sanırım. Arazinin bir tarafını zeytinlik yaptım, onlar da 3-5 seneye meyve verir. Daha çok burada vakit geçirip daha az konser çalmak, toprakla daha çok uğraşmak istiyorum. Bakalım hayat bize neler gösterecek.
Öyle dolu ki yaşamınız, bir şeyler eksik kalmış hissi uyanıyor; soru sormalara doyamadım ama şimdilik tadında bırakıp, başka bir projenizde yeniden görüşmeyi diliyorum ve hatta Kolektif İstanbul ile ekip olarak görüşme sözü de alabiliriz belki sizden?
Kolektif ile denk gelemiyoruz, birkaç kez de konuştuk ama hep Ceza konserleri ile çakıştı. Umarım yakın zamanda belki de özel bir konser ile toparlanır ve çalarız.
Onun dışında bir de ekleme yapmak istiyorum. Nazdrave’nin yeni albüm demoları bitti, ben davul kayıtlarına başladım. 19 Mayıs’ta (yani bugün) yeni albümün teklisi “Masal” da yayımlandı. Bu sene Nazdrave’nin 10’uncu senesi. Eylül ya da Ekim’de bugüne kadar grupta söylemiş tüm müzisyenlerin olduğu yeni parçalardan oluşan 10. Yıl albümü de gelecek, bunları da duyurmuş olayım.
Böyle güzel bir yeni haberi de sizden duymak mutluluğumuz ile hemen “Masal”ı dinliyor ve söyleşimizde yer aldığınız için çok teşekkür ediyoruz.
Ben teşekkür ederim. Güzel günlerde bol müzikli günler diliyorum.
[…] Alp Ersönmez, müzikseverlerin yakından tanıdığı Engin Recepoğulları, Evrim Tüzün ve Ediz Hafızoğlu’nun da katılımıyla, beste ve cover parçaların bir araya geldiği keyifli müzik […]