Ertuğ Uçar’ın “Ayrılığın Haritası” Kitabı Üzerine Söyleşi

Ertuğ Uçar'ın "Ayrılığın Haritası" Kitabı Üzerine Söyleşi
Ertuğ Uçar

Ayrılığın Haritasını okuyucularınıza anlatmaya Adolfe Bioy Casares ve Alice Munro kitaplarından bir alıntı ile başlıyorsunuz. Ben kitabınızı okurken Munro’nun ikilem arasında kalan kadınları ve Casares’in siyasi nedenlerden dolayı bir adaya kaçarak gelen başkahramanı ile sizin hikâye kahramanlarınız Ada ve Uraz arasında bir bağ kurdum. Gerçekten böyle bir bağ var mı? Bu bağa dikkat çekmek için bu iki alıntı ile başlamış olabilir misiniz? Eğer bir bağ yoksa bu iki kitaptan alıntı yapmanızın sebebi nedir?

Alıntıların seçimi daha sezgisel gerçekleşiyor. Ama dediğiniz sebepler bana da yakın geldi düşününce. Munro’nun kadın karakterlerini ve onların düşünce akışlarını aktarma biçimini çok severim ve ondan çok şey öğrendim. Casares’in kitabı ise çok özel. Morel’in tutturduğu muğlak, şüpheli dil çerçevesinde beliren bu gizemli adayı çok ilginç buluyorum. Her okuyuşumda daha çok anlıyormuşum gibi geliyor. Ama nihayetinde Morel ve adası hakkında kesin hiçbir şey bilmiyorum. Bu da hoşuma gidiyor.

Ada ve Uraz’ın hikâyesini yoğun duygu yüklü ve kısa kısa cümleler ile okuyucunuza sunuyorsunuz. Ayrıca hikâyeyi anlatmaya direkt başlıyorsunuz. Böyle bir anlatım biçimi tercih etmenizin altında yatan bir neden var mıdır? Yoksa Ertuğ Uçar’ın anlatım tarzı budur diyebilir miyiz?

Bu hikâyeye doğrudan girmek iyi geldi. Onların arasına, feribota düşmek… Başka bir kitap, başka bir konu daha farklı bir giriş ve ton gerektirebilir, bunu bilemem. Hatta farklı farklı kitaplar, anlatım biçimleri denemek istedim şimdiye dek. Ben, tarz sahibi olmak hakkında hiç düşünmedim. Ancak dil kullanımı, seçtiğiniz kelimeler ve planlamadan hikâyenize takılan temalar, ister istemez size dair bir sabit oluşturuyor.

Ada’nın “Okuduklarımız arasında neler beni gerçekten etkiliyor, değiştiriyor, tekrar tekrar okuma isteği uyandırıyor?” sorusunu size yöneltmek istiyorum. Size bu duyguyu veren yazarlar kimlerdir ve hangi kitaplardır?

İtalyan ve İngiliz edebiyatını seviyorum. Manganelli, Calvino, Buzzati, Baricco, Sciascia, Ferrante. Geoff Dyer, Tim Parks, Virginia Woolf, Fowles, Conrad, Durell, Sally Rooney. Yazdıkları her şeyi tekrar tekrar okurum. Munro, Schintzler, Mişima, Oliver Sacks ve Freud okurum. Zihnimi açarlar. Bizden aynı kategoride Demir Özlü, Barış Bıçakçı, Tanpınar, Aziz Nesin, Ayhan Geçgin, Sait Faik okurum.

“Değişemem, ben böyleyim” cümlesi bir ilişkide bencillik duygusunun varlığını mı yoksa özgürlüğünden taviz verememeyi mi gösterir?

Esneklik önemli bence. Değişebilmekten daha büyük özgürlük olabilir mi? Aksi türlü kendi içine hapsolur insan.

Ertuğ Uçar'ın "Ayrılığın Haritası" Kitabı Üzerine Söyleşi
Ertuğ Uçar “Ayrılığın Haritası”

Kitabınızın arka kapağında; “Ertuğ Uçar, genç bir kadının kendisiyle hesaplaşması üzerinden günümüz ilişkilerine ışık tutuyor” ifadesi yer almaktadır. O halde bencillik, yalnızlık, kendisiyle hesaplaşamama gibi durumları günümüz ilişkilerinde var olan özellikler olarak yorumlayabiliriz. Peki, ilişkilerde bu durumların oluşmasının sebepleri sizce neler olabilir?

Bu saydığınız özelliklerin günümüze has olduğunu düşünmüyorum. Her ilişkide, her çağda bencillik, yalnızlık, kendisiyle hesaplaşamama gibi durumlar vardır bana kalırsa. Bunlar hayatın tuzu biberi. Arada sağlıklı bir diyalog varsa, insanlar birbirini dinliyor, buna göre esniyor, önceliklerini değiştirebiliyorsa ne ala, her sorun çözülür.

Ertuğ Uçar'ın "Ayrılığın Haritası" Kitabı Üzerine Söyleşi

ITEF ile yaptığınız söyleşi de Ayrılığın Haritası kitabınızda Nisyros adası gibi ilerde kaleme almaya düşündüğünüz kitabınızda da yine bir mekân olacağını ve bunun sizin kaleminize iyi geldiğini belirttiğinizi dinledim. Kitaplarınızda bir mekânın olması oluşturduğunuz kurgunun içerisinde size bir aitlik duygusu mu oluşturmaktadır?

Evet. Hayatımız da bir mekânda geçiyor, değil mi? Hikâyeyi anlatırken mekan, karakterleri, kurguyu, duyguları bağlayabileceğiniz güvenebileceğim bir devamlılık yaratıyor. Bu önemli, çünkü kitaba başlarken karakterlere, olay örgüsüne o kadar hâkim olmuyorum, ama mekanı daha fazla biliyorum.

Ada, Uraz’a hediye olarak aldığı kitabın Uraz tarafından dikkat edilmediğini, okunmadığını ve gerekli özenin gösterilmediğini düşünmektedir. Peki, siz günlük hayatınızda yakın çevrenizdeki kişilere kitap hediye etmeyi tercih eder misiniz? Eğer tercih ediyorsanız kitabı seçerken nelere dikkat edersiniz? Ayrıca kitap hediye etmek Ada’nın “Kitapların iki insan arasında bir uyum yakalamak için ideal araçlar olduğu “ düşüncesini desteklemekte midir?

Kitap hediye etmeyi de almayı da severim. Arkadaşlarımla kitapları eşleştirmeye çalışırım. Bu sebeple de hediye vermek için önemli günleri, tarihleri beklemem. Adanın düşüncesine katılıyorum. Ama bu illa ki aynı kitabı aynı derecede sevmenin bir ilişki için gösterge olduğu anlamına gelmemeli. Kitaplar üzerine konuşabilmek yeterli bence. Onlar üzerinden açılan sohbet her yöne uzayabilir ve insanlar bu esnada birbirlerini tanıma fırsatı bulur.

1991 doğumlu, Almanca öğretmeni, Edebiyata tutkun.