“Ev başladığın yerdir” Başlıklı Sergi Zilberman’da!

Ev başladığın yerdir, @Zilberman Selected ( Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz )
Ev başladığın yerdir, @Zilberman Selected ( Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz )

Zilberman, küratörlüğünü Nazlı Yayla’nın üstlendiği Ev başladığın yerdir başlıklı sergiye 20 Temmuz 2024 tarihine kadar ev sahipliği yapıyor.

Hepimizin başlangıç noktasıdır ev. Veyahut “Ev başladığın yerdir.”

Bazen durum böyledir. Ancak bazense kendimizi, bize zemin sağlayacak bir kara parçası dahi görünürde yokken, olayların tam ortasından başlarken buluruz. Bazen eve dair hikâyenin en sonundan, bazense şanslıysak, her iki ucundan başlayan öyküler din- leriz. Diğer zamanlardaysa hikâyeler anlatılmamış kalıverir ya da her anlatılageldiğinde özüne dair birkaç parçasını yitirir. Ancak istisnasız her seferinde geri dönmeye özlem duyduğumuz evin ta kendisidir—anlatının ya da bir gece yarısının tam ortasında evden başlamayı, gözlerimizi orada açmayı dileriz.

Adını T. S. Eliot’ın “Dört Kuartet” şiirinin bir dizesinden ödünç alan Ev başladığın yerdir başlıklı sergi, ev ve hikâye anlatıcılığı kavramlarına bellek, kimlik ve ev içinde filizlenen kişisel ve kolektif tarihlerin ilişkisi üzerinden odaklanır. Bir kavram olarak ev fiziki varoluşunun ötesine uzanır; kimlik, köken, sığınma, aidiyet ve topluluk fikirlerinin özünü temsil eder. Dünyada meşgul ettiğimiz yeri kavramak için adeta bir anahtar niteliği görerek ev fikri, varoluşun devamlı olarak değişen ve dönüşen iklimlerinin arasında bir devamlılık hissi sunar. Aidiyet ve zamanın geçişine dair karmaşık durumları yansıtan anlatılar örerek sergi, ev ve zaman içindeki dönüşümü bağlamında belleğin kendine has incelikli dünyasını yeniden değerlendirir. Hera Büyüktaşcıyan, Guido Casaretto ve Lucia Tallová’nın yapıtlarını bir araya getiren Ev başladığın yerdir, ev kavramına dair çok katmanlı anlamları ve yansımayı araştırır.

Hera Büyüktaşcıyan, eserlerinde belleği zamanın, mekânın ve mimari hafızanın gözle görülemeyen unsurlarıyla sabitleyerek on- ları sosyopolitik tarihlerde gözlemlenen dönüm noktalarını referanslamak üzere kullanır. Sanatçının Dalga ve İçsel bir Esintinin Uzuvları başlıklı işleri, içine yerleştiğimiz beden ve mekânlara içkin tarih ve bellek katmanlarının kırılganlığını vurgular. İçsel bir Esintinin Uzuvları başlıklı serisi, dokuma kumaşın morfolojisini (biçimbilim) ve ten ile kurduğu ilişkiyi keşfeder; görünürde insan uzuvlarına dair birer etüt niteliği taşıyan bu çizimlerde ilmekler, dokuma parçaları ve mimari yıkıntıların birbirine örülmüş parçaları mütemadiyen iç içe geçerken iç ve dış birbirine dönüşür. Organik ve kurgulanmış imgelerin arasında gidip gelen ve füzenle frotaj tekniği kullanılarak oluşturulan bu çizimler bir yandan insan teni, yün ve ipek ipliklerin dokusunu akla getirir, diğer taraftan ise bir röntgen görüntüsünün ışıklı saydamlığını anımsatır. Oluşturduğu hibrid biçimler aracılığıyla Büyüktaşcıyan, zamanın kırılgan ve yok olmaya teşne bedenler ve bölgeler üzerinde bıraktığı izlerin peşine düşer; bu alanda görünmeyen, görünen ve içsel olanı bölen, örten, koruyan ve bedenleştiren öğelerin aracılığıyla yolunu bulur.

Guido Casaretto’nun sanatsal pratiği kültürel aktarım, uyarlama ve kimlik süreçlerinin karmaşasını araştırırken esinini kişisel tarih, mit, bilim ve teknoloji alanlarından alır. Sanatçının anlatımsal yaklaşımı zamansal ve mekânsal doğrusallığın ötesine geçerek mü- dahale ve müdahalesizlik, doğa ve yapaylık arasındaki nüansları görünür kılar. Your Well-Traveled Uncle başlıklı işinde Casaretto, anonim kılınmaya ve dijitalleştirilmeye müsait bir biçimde uyumlanarak çoğaltmaya ve modifikasyona açık hale gelen Doğu Asya resim ve çizim geleneğinin evrimini araştırır. Batılı, özellikle de İngiliz gezginler tarafından benimsenen bu yöntemler bütünü, zaman içinde yükselen yarı-endüstriyel toplumun geneline yayılmıştır. Kasıtlı bir biçimde “Chinoise” olarak adlandırılan bu tarz, farklı coğrafi bölgelerdeki üretimi tanımlayagelmiş ve zaman içinde “Chinoise,” aynı zamanda üst sınıfın gelişmekte olan bilim ve sanata erişiminin de bir göstergesi haline gelmiştir. 1950’li ve 60’lı yıllar boyunca Levanten toplulukların Avusturalya’ya yer- leşmesini de kapsayan kuvvetli bir göç akınını referanslayan A Few Came Back from Melbourne-2, geride kalan ailelerin evinde

“yabancı yer”lerden gelen nesnelerin belirivermesini araştırır. İlk etapta gelenekleri ve nesnelliği omuzlayan bu nesneler zaman içinde orijinal bağlamını ve sürecini yitirecektir. Bu hediyelik eşyaların beraberindeki bilgilerin kayboluşu, nesnelerin taşıdığı dini ya da coğrafi kavramlardan ziyade yapıldığı malzemelere odaklanan tuhaf sınıflandırma yöntemlerini beraberinde getirmiştir. Bu işiyle Casaretto, kuşaklararası kültürel aktarımların ve uyarlamaların karmaşasını görünür kılar.

Lucia Tallová’nın Dağ başlıklı yerleştirmesi, sanatçının seneler içinde antika dükkanlarından topladığı malzemeleri bir araya ge- tiren fotoğrafik kolaj ve asamblajlardan oluşur. Tallová’nın 2022’de 16. Lyon Bienali için ürettiği mekâna özgü yerleştirmeden filizlenen bu işler, hafızanın alanına ve zaman içinde geçirdiği dönüşüme, yani mütemadiyen ertelenen bir geçmiş fikrine odak- lanır. Kompozisyonlarında Tallová, fotoğrafları manipüle ederken çini mürekkebiyle renklendirme, yırtma, üst üste bindirme ve taş, kumaş, porselen ve doğal malzemeler gibi farklı dokunsal katmanlarla zenginleştirerek onlara yeni bir hayat verir. Bu süreç boyunca fotoğraflar orijinal formatlarını ve iki boyutla sınırlandırılmış doğalarını aşarak yepyeni boyutlara ve derinliğe sahip olur. Tallová’nın kurguladığı bu anlatılarda eski çekmecelere ve mobilya parçalarına dikkatlice yerleştirilmiş kadın porteleri merkezi bir konum üstlenir—bu portrelerin imlediği göndermeler, ev ve aile geçmişi gibi kavramlara uzanarak sanatçının kişisel anlatımını ve büyükannesinin aile evini iç içe geçirir. Özellikle Tatra Dağları’ndan toplanmış kaya ve taş motiflerinin bu işlere eklenmesi sanat- çının memleketine bağlılığını ve aidiyet duygusunu temsil eder. Bu işlerde gerçek taşların ve kâğıt yüzeye basılmış taşlık alanların bir araya gelmesi anlamlı bir karşıtlığı ortaya koyarak kırılganlık ve dayanıklılık arasında kırılgan bir etkileşim kurar. Tallová katılık algısına meydan okuyarak sonsuz ve nihai görünenin esasen incecik bir kâğıt yüzey kadar kırılgan olabileceğini açık eder. Sanat- çının bellek, nesnellik ve kimliğe dair araştırmaları sergi alanında açılırken mekâna özgü enstalasyonu ise izleyicileri varlığın geçici doğası ve şahsi, kolektif tarihlerin zamanın dokusu içinde yankılanışı üzerine düşünmeye davet eder.

Türkiye'nin En Büyük Sanat Haber Portalı, Güncel Sanat Haberleri, Sergi Rehberi, Sanatçı Portfolyoları, Sanat Üzerine Röportajlar