Bundan birkaç gün önceydi, yakın bir dostumla dizi ve filmlerden sohbet ediyoruz yine. Benim de kafam oldukça rahat; son romanı yayınevime vermiş, rahatlamışım, çıktı çıkacak, bu yüzden son günlerde PR çalışmalarına, dizilere ve kitaplara iyice sarmışım eski rutinime dönerek. Arkadaşım bana döndü dedi ki, “Sen hala Şahsiyet’i izlemedin mi?” Ben de ne diyeyim, “İzlemedim,” diye cevap verdim biraz utanarak. Çünkü oyuncular arasında Haluk Bilgiler var, Müjde Ar var, Cansu Dere var, Hümeyra var ve daha sayamadığım onlar gibi birçok saygıdeğer oyuncu var. Ha bir de senaryosunu Hakan Günday yazmış, Onur Saylak da yönetmiş, üzerine bir de Haluk Bilginer Emmy ödüllerinde Uluslararası alanda En İyi Erkek Oyuncu dalında aday gösterilmiş. Hiç de es geçilecek gibi değil, değil mi?
“Bunu nasıl yaparsın Şeyda? Hele senin gibi karanlık İskandinav Polisiyesi, rahatsız edici neon ışıkları, yer altı edebiyatı hastası iyi bir senaryo ve roman yazarı bunu nasıl görmezden gelebilir? O dizi senin tekamül geçirerek yazdıkların, senin savundukların gibi, o dizi sensin yahu!” dedi arkadaşım beni ayıplayarak. Yerin dibine girmiş kadar oldum. Haklıydı ama ne yalan söyleyeyim ben sansürü hiç sevmem, o yüzden gözüm yıllardır daima yurt dışındaki yapımlardadır, onları hayran hayran takip eder dururum. Çünkü yurt dışındaki yapımlarda kadın kahramanlar ön planda, ağır sistem eleştirileri de cabası, herkesin gerçek hayatta kapalı kapıların ardında konuştuklarını konuşuyorlar yüzümüze tokatlar atarak. Dürüst olmak gerekirse; ben ne feministim, ne de başka bir etiket altındayım, ötekinin tekiyim işte ve ötekinin hikâyesini izlemeyi, okumayı, yazmayı seviyorum. Dizi ve film seçimlerimde ise, sansürsüz; küfrün ve derinliğin olduğu yapımlarda, geceleri sokaklarda bir başına dolaşan kadın kahramanların kanun ve adalet algısı adına ava çıkmasını onları arkalarından izleyerek yapıyorum. Hepiniz farkındasınızdır, Türkiye’de insanlar ikiye ayrılıyor; yabancı yapımları izleyenler ve yerli yapımları izleyenler diye. Hiç şüphesiz bu ayrımın nedeni; statü, eğitim, algı, düşünce farklılıkları… Bu yüzdendir insanların ikiye ayrılması. Ama şu da var, yerli yapım deyip geçmemek, önyargılı yaklaşmamak da gerekiyormuş; bunu öğrendim 20 Eylül 2019 Cuma gecesi… Geldim eve, yaptım kahvemi, malum ortamdan bularak Şahsiyet dizisini, ayarladım bilgisayarı, açtım projeksiyon perdesini, çalıştırdım projeksiyon cihazını, uzattım ayakları, bastım başlata, başladım izlemeye… Birkaç dakika ya geçti ya geçmedi; çekimlerden, geçişlere, oyunculuklara daha ilk sahnelerde belli etmeye başladı kendini dizi. Hele hele o jenerik yok mu, kimler yapmışsa eline sağlık, bayıldım, benim kafamın içini görmüş de yansıtmışlar sanki. Dizimiz şu; Agah Beyoğlu adında yaşlı bir adam, malumunuz ki Haluk Bilginer canlandırıyor, bu adama aktör demek haksızlık olur, adam bence bu ülkenin gelmiş geçmiş en büyük oyuncusu –ki zaten ne zaman izlesem beni kendine hayran bırakır, çünkü oyunculuk var, oyunculuk var, herkes böyle rolüne bürünemez, sizi kendine çekemez. Daha ilk bölümde öğreniyorsunuz ki Agah Beyoğlu Alzhemier hastalığından muzdarip, eyvah diyor şahsiyetimi kaybedeceğim. Çok sevgili babaannemi bu hastalıktan kaybetmiş biri olarak gözlerim doldu tabii, kim bilir belki ben de yakalanacağım bu hastalığa eğer o kadar uzun yaşarsam. Adam bu hastalık yüzünden kedisini beslemeyi unutmuş iyi mi? Benim de kedim var oğlum gibi, “Eyvah!” diyorsunuz. Neyse dizi bundan ibaret değil elbette. Agah’ın hatırladığı ve unutmadan yapması gereken, hatta gecikmiş bir utancı var, spoiler olmaması için sizlere bundan bahsetmeyeceğim, izlemeyenler vardır belki, ya da bilmiyorum belki bu ülkede bu diziyi bir tek ben izlemedim, çok özür dilerim hepinizden. Kısaca Şahsiyet o kadar cesur bir dizi ki, sizi içine çekiyor, ben şahsen cuma gecesi başlayıp cumartesi gecesi sabaha karşı saat 4.00’da diziyi bitirdim, daha ne olsun, fazla söze gerek yok bence. İşlenen konu, tek kelimeyle fevkalade ve vurucu, aslında çok sert… Diyaloglar, göndermeler, eleştiriler, oyunculuklar, müzikler, sahneler, kurgu, hepsi çok iyiydi. Ayrıca Müjde Ar’ın yaptığı bir hareket beni benden aldı, geçmişten bir intikam alır gibiydi; İffet’ten hem de. Müjde Ar’ın eline böyle bir fırsatın verilmesi bana göre Türkiye’de dizi ve Sinema Tarihine geçmeli. Hepiniz bilirsiniz İffet filmini ve o araba sahnesini, çocukluğumdan beri bu kadına o filmde yapılmış olan o zorbalık hala gözümün önünden gitmez, bu yüzden yıllar sonra rahatlattın beni Müjde Hoca. Yani demem o ki; feminist göndermelere bayıldım, ayrıca en bayıldığım şey de, Cansu Dere’nin canlandırdığı kırılgan polis Nevra’nın cinayet masasındaki tek kadın polis olarak var olma mücadelesi oldu. Çok severim böyle kahramanları, severek yazdığım bir kahramanı fena hatırlattı bana.
Dizide geçen Kambura ilçesini araştırdım, ne yapayım benim de işim bir nevi araştırmak, irdelemek, merak edip dururum böyle, sonuçta öğrendim ki öyle bir yer yokmuş, senaryo gereği hayali olarak yaratılmış ama çekimler Bursa’nın Gölyazı ilçesinde yapılmış. Diğer çekimler ise İstanbul Beyoğlu’nda tabii ki.
Evet, Şahsiyet dizisine bayıldım; Agah Beyoğlu’nun gecikmiş utancı gibi, benim de bu diziyi gecikmiş olarak izlemiş olmam gecikmiş utancım oldu. Tebrikler tüm ekibe, ellerinize sağlık. Daha çok kadın kahramanlar, daha çok kadın başroller görmek istiyoruz, biz ötekiler buradayız ve diğer ötekileri izlemek için bekliyoruz.