Galeri 77, kendi mekânı dışında gerçekleşen tüm sergilerini içeren “Galeri 77 Shows” projesinin üçüncü ayağında galeri portföyünden özenle seçtiği genç ve köklü beş sanatçının eserlerini ilk defa bu karma sergide bir araya getiriyor.
Narek Arzumanyan, Gago, Sedat Girgin, Evgenia Saré ve Arthur Tonakanyan’ın yarattıkları tuhaf ve akışkan dünyaların kapılarını aralayan “Gülmekten Kendine Dön” isimli sergi, bizleri bir yandan güldürürken aynı zamanda da düşündürmeye sevk ediyor. Bu farklı dünyalar, bir çocuğun henüz kirlenmemiş hayal gücü kadar parlak ve renkli bir diyardan başlayıp kendine acımanın ve eleştirmenin karanlığına kadar uzanan geniş bir spektrumda ziyaretçilerine keyifli ve eşsiz bir deneyim yaşatmayı amaçlıyor. Kimlik ve kendini ifade yolculuğunu komedi, mizah ve gülmenin anlamı üzerinden inceleyen sergi 1 Şubat ile 5 Nisan tarihleri arasında The Stay Boulevard Nişantaşı’nda tüm sanatseverlerin beğenisine sunuluyor.
Çağdaş yaşamın ötekileştirilmiş, kutuplaşmış ve izole atmosferinde herkes elindeki kılıca davranmaya hazırmışçasına bir seviyedeki gerginlikle kendini var etmeye, ispatlamaya ve hayatı hunharca paylaşmaya (fethetmeye) çalışıyor. Nezaketin umursanmadığı, incelikli düşünmenin neredeyse tamamen unutulduğu bu empati yoksunu karamsar dünyada ne yazık ki bizler artık hiçbir şeyin aynı kalmadığı, gündelik yaşamın ani değişimleri altında sürekli ezilerek yeniden şekillenen tekinsiz toplumlara dönüştük. Her geçen gün daha da çetin bir hal alarak hayatı adeta çekilmez hale getiren bu sosyal iklim, bir yanıyla kişinin varoluş süreci ve bireysellik arayışlarını gün geçtikçe zorlaştırırken diğer bir yanıyla da hayatta güvenli bir liman sunan aidiyet hissiyatına karşı büyük bir özlem duymamıza sebep oluyor. Fırtına gibi büyük bir hışımla yoluna devam eden hayatın baş döndürücü hızı git gide bizleri benliğimizden uzaklaştırırken, kendimizi keşfetmek ve tanımlamak için çeşitli yollar arama macerasına çıkmaya zorluyor.
Kendini var etme arayışındaki bireyin çetrefilli keşif yolculuğunun çeşitli olasılıkları arasında gezinirken bir anda kendimizi komedinin çatısı altında buluyoruz. Toplumsal sorunlara eleştirel yaklaşım ve başkaldırının en etkin ifade biçimlerinden biri olan mizahın, üstünde çok tartışılmış binlerce yıllık geçmişi vardır. Aristotales, Platon, Darwin, Descartes, Kant, Hobbes, Freud ve Twain gibi büyük düşünürler mizahı açıklamaya çalışmışlardır. İnsanlık tarihini derinden etkileyen buhranlı zamanların sonrasında toplumların yeninden bir araya gelerek ilerleyebilmesinde mizahın iyileştirici gücünün her zaman büyük bir rol üstlendiğini söyleyebiliriz. Komedi, gülmek, mizah ve hiciv öyle şeyler ki, toplum olarak yıllardır inatla koruduğumuz ve ilerlemenin önünde engel bütün duvarları yokmuşçasına aşabiliyor. Ortak bir miras niteliğindeki gülme eylemi ırk, dil, din ve coğrafya fark etmeksizin hepimizin paylaştığı kolektif bir özellik. Bir nevi diğer her şeyin üzerinde bir insan deneyimi sayılabilir. Bireysel yolculuğun zorlaştığı yerlerde, hayatın ve düşüncelerin üzerimizde oluşturduğu yükün hafifletilmesine yardımcı olacak bir araç görevi görüyor komedi. Bastırılmış duyguların serbest bırakılmasına veya zor konularla daha hafif bir şekilde başa çıkılmasına olanak tanıyor.
Kimliksizlik, kimlik arayışı, toplumsal eleştiri, hiciv ve aidiyet gibi konuları merkezine oturtarak bu kavramların araştırmasını misafir olduğu mekândan da aldığı ilhamla cüretkâr bir şekilde ortaya koyan “Gülmekten Kendine Dön” isimli sergi, mizahın ve gülmenin önemine atıfta bulunarak hem hayatın her evresine yayılan uzun ve meşakkatli kendimizi keşfetme serüvenimizi çok daha eğlenceli bir hale getirmenin mümkün olabileceğini bizlere gösteriyor, hem de bu yolla özellikle hassas veya tabu olarak görülen konuların büyük bir cesaretle ele alınabildiği, onları daha ulaşılabilir ve daha az korkutucu bir seviyeye çekerek bunlar üzerine konuşma (düşünme) imkânı yakalayabildiğimiz eleştirel bir zemin yaratıyor.
Serginin hemen girişinde bizleri karşılayan Gago’nun işlerinde bir çocuğun hayal dünyasını görüyoruz; renkli, parlak ve kimliksiz. Henüz hiçbir şey somutlaşmamış ve her şey sürekli bir değişim halinde, çok uzun süre devam edecek bir arayış süreci bu. Henüz yeni şekillenmeye başlamış bu erken dünya, etraftaki bir sürü şeyin güçlü etkisi altında hem öğreniyor hem de sahip olduğu temel güdülerin tesiriyle sürekli gelişiyor. Tam da bu safhada, hiç kimsenin bize öğretmediği ve doğduğumuz andan beri bizimle birlikte olan gülme içgüdüsünün en temiz haliyle karşılaşıyoruz. Sanatçının resimleri, tüm olasılıkların iç içe geçerek her türlü tuhaflığın mümkün olabildiği çocukluk hayallerinin o renkli ve fantastik atmosferiyle içimizi ısıtarak bizleri gülümsetirken, aynı zamanda insanın özüne dönme yolunda işte bu en masum ve saf hali koruyabilmenin değerine vurgu yapıyorlar.
Evgenia Saré’nin işleri ise bizleri bu yolculuğun çok daha ilerisine taşıyor. Hiciv aracılığıyla keskin bir kılıç gibi sert yorumlarını toplumsal eleştiri yapmak üzere kullanıyor. Sosyal normlara, kurumlara, güç yapılarına ve statükoya meydan okuyor. Etrafındaki dünyayı tamamen farklı bir evrene taşıyor, toplumu kostümler içerisine sokup içinde hiçbir kötülüğün barınamadığı masum ve mutlu bir tiyatro oyunu kurguluyor. Tablolarda taht oyunları oynayan figürler, içerisinde yaşadığımız dünyada karşılaştığımız sinsice gizlenmiş güç savaşlarını sessizce ele vererek büyük bir ustalıkla tasvir ediyor.
Modern insanın absürt ve tuhaf durumları eleştirel bir şekilde Sedat Girgin tarafından ele alınırken, figürlerin metamorfozu hem değişim, gelişim, benlik algısı ve kimlik arayışı olarak hem de fiziksel bir karikatürleşme ve sıra dışı hal alarak gerçekleşiyor. Sanatçı, komedi ve hiciv üzerinden samimiyet kavramına meydan okumak ve gündelik hayattaki saçmalıklara dikkat çekmek için abartıyı kullanıyor. Mizah içeren bir dili, gerçek arayışı veya söylenen ile gerçekten kastedilen arasındaki uçuruma bir köprü kurma arzusunu gerçekleştirmek amacıyla tuvallerindeki karakterlere entegre ediyor.
Narek Arzumanyan‘ın deforme, parçalanmış ve yama işi gibi bir araya getirilmiş figürleri insan ruhundaki iç kargaşayı ve karanlığı yansıtırken sanatçı resimleri aracılığıyla kasvet, ölüm ve umutsuzluk temalarına dokunuyor. Sanatçı, otoportrelerinin dışında oluşturduğu kompozisyonlarına kendisini de dahil ederek, yani bir nevi olayın şahidi veya işbirlikçisi haline getirerek, bir yandan öz eleştiride bulunurken diğer yandan da kendini anlamlandırmaya çalışıyor. Hislerini sanatı üzerinden tamamen samimi şekilde ifade eden ve kendini izleyiciye beğendirme kaygısı gütmeyen Narek Arzumanyan için bu bir hediye, ancak bu yolla içerisindeki birikebilecek muhtemel kötülüğü hafifletebiliyor. Tüm bu trajik temalara ve kanlı sahnelerin dehşet vericiliğine rağmen kompozisyonları olumsuz ve iç karartıcı bir izlenim bırakmak yerine; sanki karikatürize bir şekilde bütün şeytani anlamlardan arınıp renklenerek hafiflik kazanıyor.
Sergide tek eseriyle yer alan Arthur Tonakanyan’ın dünyası ise bize komedinin etkilerini doğrudan göstermiyor. Aksine belki de ifadenin, birlikteliğin ve kendini arayışın yoksun olunduğu durumları göstererek etrafındaki geri kalan resimlerle bir tezatlık, bir asilik ilişkisi içerisine giriyor. İçlerinde çoğunlukla bir insan bile içermeyen bu tuvaller kişinin yoksunluğu ile karşımıza çıkıyor. Ancak buradaki gibi sayılı işleri içerisinde gerçekten bir insan figürüne rastlamak mümkün; bunlara figür demek tabi bir hayli emek ister çünkü sadece bir silüet olarak bırakılmış. Gündelik hayattan alınmış gibi görünen bu gerçek dışı karelerde, genç bir bireyin yerini bulma sürecine tanıklık ettiriyor. Fakat bu süreçte kilit öneme sahip tek bir şey eksik, o da kendisi. Figürlerin belirdikleri yerlerde ise mekânlar belirsizleşmekte, klasik işlevlerinin dışına çıkmaktalar. Dış dünya ve iç dünyanın bir dengesizliği söz konusu ve burada sürekli o dengeyi yakalamaya çalışan gelgitli bir hal var. İzleyiciye, hayatta önem arz eden konuları gözüne sokarak değil yoksun kalınan senaryolar üzerinden anlatmaya çalışıyor.
Aslında bir tek esprilere ve can alıcı noktaları olan mizaha gülmüyoruz. Anlaştığımızı göstermek için gülüyoruz, anladığımızı göstermek için gülüyoruz, aynı fikirde olduğumuzu, insanlara anlaşıldıklarını ve kabul edildiklerini göstermek için gülüyoruz. Bu deneyimi sürekli paylaşıyoruz. Rahat olduğumuzda, rahatlayabildiğimizde veya sadece rahat hissetmek için gülüyoruz; tanıdık insanlarla, sevdiğimiz insanlarla, sevgimizi paylaştığımız insanlarla birlikte olduğumuzda daha da fazla gülüyoruz. Güldükten sonra bazen düşünüyoruz, sorguluyoruz, kendimizi başkalarının yerine koyarak tekrardan sorguluyoruz ve gülmekten kendimize dönüyoruz.