Gurur Birsin’in ikinci kişisel sergisi, “Çocukluğun Arka Bahçesi” KAIROS’ta izleyiciyle buluştu. Sergideki çalışmalar aile kavramının kişilik üzerindeki etkilerine odaklanırken bunu, nesneler, mekanlar ve hayvan figürleri ile ifade ediyor. Gurur Birsin ile Çocukluğun Arka Bahçesi ve sanat pratiği üzerine konuştuk.
Aradım da mı buldum, zamanı geldi de o mu beni buldu bilemiyorum.
– Gurur Birsin
Çocukluğun Arka Bahçesi’nde her zamanki sanat pratiğinden daha farklı bir yol izlediğini fark ediyoruz. Bunun temel sebebi nedir? Kendi sanat yolculuğunda bu sergiyi nasıl konumlandırıyorsun?
İlk sergim “Zamanın Enkaz”’nı yaptıktan bir müddet sonra değişmek arzusunu hissetmiştim; kendi kabuğumu kırmak, evimden uzaklaşmak, bana en uzaktakine bakmak istemiştim. Birinin “İnsan ara sıra evini yakmalı ve çıkıp seyretmeli” dediğini duymuştum. Elimdeki edevat, heybemde birikeni aktarmaya imkân vermez olmuştu. Aradım da mı buldum, zamanı geldi de o mu beni buldu bilemiyorum, fakat herhalde ihtiyaç hasıl olduğunda çıkış yolu bir şekilde bulunuyor. Çocukluğumdan beri çizip durduğum ölü kuşlar, kemirgenler, daha önce hiç dönüp bakmadığım halıların, kilimlerin, dantellerin ve gösterişli moda ürünlerinin üzerine konuverdi, ifade ettiği şeyi sevdim, sanırım her şey böyle başladı… Yaratıcı bir şeyler, buluşlar yapmak istiyordum: zannediyorum biz akademi kökenli sanatçıların temel eksiği yaratıcılık denen şeyle pek ilgilenmemek, özgün bir ifade biçimi bulma yolunda kendini yeterince sınamamaktır. İlgilendiğim içerikler ve beslendiğim kaynaklar da bu nevi bir değişime yol açtı.
Genel olarak aile kavramının ve aile bireylerinin insan kimliğinin inşasında nasıl bir etkisi olduğuna inanıyorsun? Ve bu senin eser üretiminde nasıl anlam buluyor?
Sergi fikri özellikle Carl Gustav Jung’un çocukluk nevrozuna dair incelemeleri ve “Çocukluk travmalarında her koşulda aileye bakılmalıdır, çünkü çocuğun henüz psikolojisi yoktur, tutumları ailenin ruhsal atmosferinin yansımasıdır” önermesi ile oluşmaya başladı. Çocukluktan erginliğe geçiş döneminde aile yaşantısına dair tanıklıklar, ebeveynlerin kimliklerine dair arazlı bulunan ya da öykünülen özellikler, kişilik üzerinde belirleyici boyutlar taşıyor. “Çocukluğun Arka Bahçesi”, bu anlamda yeni yetmeliğimle yeniden tanışma ve yaşantımın ilk yarısına daha yakından bakmama imkân verdi.
Sergide kaplan, kuş, sincap gibi hayvanlar ve çeşitli nesneler, bitki ve meyveler üzerinden bir hikâye anlatıldığına şahit oluyoruz. Özellikle bu hayvan ve nesneleri tercih etme sebebinden biraz bahsedebilir misin? Bunlar pratiğine nasıl dahil oldu?
Aile – çocuk, baba – oğul, abi/abla – kardeş arasındaki rekabet, merhamet, çekişme, affetme, terbiye anlayışı gibi veriler üzerinden kişiliği tayin etme durumu ve bunun getirdiği açmazları, yani insanın kendini seçme/oluşturma serüvenini insan figürünü doğrudan göstermeden, bunları sembolize eden nesneler, mekanlar ve en çok da hayvan figürleri üzerinden ifade etmeyi seçtim. Ağırlıklı olarak ele aldığım kuş motifi daha önce de işlerimde rol almıştı: kuşlar inanılmaz yaratıklar, sanırım bu gezegendeki en eski türlerden. Bazı teorilere göre küçük yapılı dinozorların bir kısmı zamanla evrimleşerek kanat sahibi olmuşlar. Anatomik yapıları itibariyle inanılmaz zengin bir plastik zenginlik sunan bu canlıları öğrencilik yıllarımdan beri etüt ediyorum. Bu seri içinde, yuvadan uçup uzaklaşmak, kendi kanatları ile özgürlüğüne ulaşmak varmak isteyen ve günün sonunda başka başka sebeplerle hüsrana uğrayıp yuvaya dönmek zorunda kalan çocuklar olarak okunabilecek olan kuşlar kimi zaman üreme sistemlerinin karmaşıklığı yüzünden cinselliğe dair birtakım durumları da ifade etmeye imkân tanıdıkları için resimlerimde yer alıyorlar.
Sergiyi gezerken ‘Öğüt Veren Anne’ resminin bulunduğu yerde daha farklı bir duvar kâğıdı kullanıldığını görüyoruz. Bu alan bende aile büyüklerinden birinin evindeymişim hissiyatı yarattı. Ve beni çocukluğuma götürdü. Özellikle bu resimde arkada farklı bir materyalin kullanılma sebebi nedir? Buradaki hissiyatı bu eser özelinde anlatabilir misin?
Bahsi geçen “Öğüt veren anne” isimli işi bir tür aile fotoğrafı olarak tahayyül ettim ve bu sıcaklığı destekleyecek bir duvar kâğıdı tasarladım: duvar kağıdının üzerinde “Cefakâr Anne” resmi ile de paslaşan klasik bir çiçek motifi ile ilk bakışta seçilemeyen bir akrep motifi görülüyor. Pek çoğumuzun çocukluğa ilişkin birtakım anlarla kolayca ilişkilendirebileceği bu dekoru kullanmak serginin nostalji kavramı ile ilişkisini güçlendirerek duygusal boyutunu değiştirdi.
Biraz “Ormanda Saadet” ve “Berbat Bir Gece” nin hikayelerinden bahsedebilir misin? Bu eserleri sergide nasıl konumlandırıyorsun?
Bir popüler kültür ürünü olarak Hermès fularlar resmime ilk kez dahil oluyor. Orijinallerine oldukça sadık kalarak yeniden ürettiğim bu ipek fularların desenleri Arlette Ess ve Robert Dallet gibi önemli tasarımcılara ait. Sanıyorum 2022’den beri incelediğim, modern resmin oldukça hoş örnekleri olarak gördüğüm fakat benim dünyamda nasıl bir karşılık bulacağını tam olarak kestiremediğim bu fularlar Kraliçe Elizabeth’in ölümüyle anlamını kazandılar. O dönem sosyal medyada paylaşılan fotoğraflarda gördüm ki kraliçenin gençlik yıllarından vefatına kadar, bilhassa açık havada çekilmiş hemen her fotoğrafında ya başına ya boynuna doladığı bir Hermès fuları var. Sonradan bu markaya özel bir düşkünlüğü olduğunu ve hatta markanın kraliçe için özel tasarımlar yaptığını öğrendim. Bu bana bir üst sınıfa öykünmekle ilgili zarif bir metafor olarak göründü ve böylece (belki sergide erginliğe geçiş dönemindeki travmalarına odaklandığım alternatif bir kız kardeşin) imrenmek, bir başkasına dönüşmek ve toplumca onaylanmak çabasının getirdiği açmazlar ve yarattığı hüsranları temsil eden bu eserler ortaya çıktı.
Özge Lena’nın yazdığı sergi metni bölümler halinde. Ve burada anlatılan bir hikâye var. Yazarla nasıl bir araya geldin? Ve sergi metninin çalışmalarla kurulan bağlantısını anlatabilir misin?
Hazırlık sürecinde Carl Gustav Jung’un çocuklar ve ebeveynler üzerine incelemelerine ve İncil’deki baba- oğul arasındaki çekişmelere odaklanan mesellere sıklıkla başvurdum. Jung’u 1961’de kaybetmişiz, İncil’in yazarına da ulaşmak mümkün olmadı… Serginin görsel olmayan referanslarından biri de Özge Lena’nın 2017-18’lerde yazıp yayınlamamayı tercih ettiği ve akıl baliğ olmamış bir kız çocuğunun maruz kaldığı aile içi istismarı konu alan bir romanıydı. Lena, pratiğimi çok uzun yıllardır yakından izleyen ve üretimim hakkında daha önce de kalem oynatmış müstesna bir yazar. Ona konseptten bahsettiğimde Çocukluğun Arka Bahçesi için bir kutsal metin yazma fikrini öne sürdü ve çok uzun ve teferruatlı bir istişarenin sonunda bu harikulade metin ile sergiye iştirak etti. Böylece serginin ilahi göndermelerle dolu evreninin hepimizi son derece heyecanlandıran edebi karşılığı ortaya çıktı.
Biraz serginin hazırlık sürecinden ve işlerin birbirleriyle kurdukları ortaklıktan bahseder misin?
Sergi yaklaşık iki yıllık, oldukça ezici bir üretim prosesin sonucu. Şimdi bu zamanı biraz da kendime daha yakından baktığım, kendi dehlizlerime inmeye çalıştığım bir tür terapi süreci gibi görüyorum. Teknik olarak da geleneksel halı-kilim motifleri, danteller, popüler kültür ve tekstil ürünleri ve sanat tarihinin özellikle 17. yüzyılda üretilmiş bazı eserleri gibi oldukça farklı kaynaklardan beslenme imkanına sahip olduğum bu süreç beni bir başka kendimle tanıştırdı.
Gurur Birsin’in KAIROS’ta gerçekleşen sergisi “Çocukluğun Arka Bahçesi” 2 Kasım’a kadar Salı- Cumartesi 12:00 ile 19:00 saatleri arasında ziyaret edilebilir.