Hilal Can’ın “Gece Gezenler” Sergisi: Haliç’te Postmodern Bir Şaman Üzerine

İtalyan kuramcı, sanat tarihçisi ve eleştirmen olan Germano Celant’a göre, sanatçı şeyleri sanata dönüştüren bir simyacı gibidir; gündelik nesneler onun eliyle yeni anlamlar kazanan ifade araçları haline gelebilirler. Sanatçı, bir noktada sanatçı kimliğini bırakarak yeniden algılamayı, duyumsamayı, nefes almayı, yürümeyi, anlamayı ve kendini yeniden yaratmayı öğrenen kişidir.

Hilal Can’ın, Haliç Sanat 2. Fener Evi’nde ziyaretçileri bekleyen “Gece Gezenler” adlı kişisel sergisinden çıktığımda, bunun gibi sanatın netliği üzerine düşünceler, çokça sezgisel tortu ve keşke serginin bir broşürü olsaydı, düşüncesi kaldı geriye (broşür istediğimde güler yüzlü insanlar Hilal Can Studio yazılı bir sticker vererek sergiyi beğenip beğenmediğimi sordular -sticker’ı telefonumun arkasına yapıştırabilirmişim-).

Hilal Can

Hilal Can

Portfolyo ↗

Sanatçının muğlak ikonografisiyle dolup taşmış sergi mekanındaki resimler ve her köşedeki enstalasyonlar aracılığıyla yaratılan grotesk temsil dünyası, itiraf etmeliyim, tuhaf bir şekilde insanı içine çekiyor. Serginin düzenlendiği tarihi bina da bu işe yardımcı oluyor şüphesiz. Bilindiği gibi İBB tarafından restore edilen Fener Evleri, Haliç’e bakan bir dizi 18. yüzyıl yapısıdır. Bu eski yapılardan birinin içindeki sergide, almaşık duvarlı iç mekanın nişlerine yerleştirilen arte povera usulü sunaklar, etraftan sarkan kumaşlar, kuklalar, resimler, ürkünç figürler, oyuncaklar, anneanne dantelleri, hiç susmayan bir müzik ve daha bir yığın uyarıcıyla, alımlayan izleyici olarak postmodern bir şamanın evini ziyaret etmişsiniz hissine kapılıyorsunuz.

Yapının zemin katındaki ilk odaya girerken, hemen sağda yer alan La Llorona adlı tuval bezi üzerine çizim ve kolaj ile gerçekleştirilmiş eser Meksika halk şarkısına/anlatısına yaptığı göndermeyle sanatçının ilham kaynakları hakkında önemli ipuçları sunuyor; Frida Kahlo ile tutkulu bir ilişkisi olan Chavela Vargas’ın kederle seslendirdiği La Llorona şarkısı, kolonizasyon döneminde, sömürgeci eşinin ihanetine uğradıktan sonra çocuklarını öldürüp kendini boğarak intihar eden yerli bir kadının, lanetlenerek sonsuza dek yeryüzünde ağlayıp gezmesini anlatan bir söylenceyle ilgilidir. Su kenarlarında gezen ve sürekli ağlayan bu hayalet kadın, ataerkil bakış açısıyla lanetlenmiş olsa da zamanla kötücül kimliği dönüşüme uğramış ve kadın direnişinin simgelerinden biri haline gelmiştir. Heteronormatif anlayışın kadına yüklediği rolleri yerle bir eden bu söylence, üretildiği dönemde görevlerini yerine getirmeyen kadınlara bir uyarı niteliğindeyken, bugün erkeğin iktidarına karşı bir haykırış olarak okunmaktadır.

Vargas’ın 2002 tarihli Frida filminde Kahlo için bizzat söylediği şarkıya gönderme yapan bu küçük boyutlu eseri geride bıraktıktan sonra Sonsuzdan Sonsuza adlı gerçeküstücü çizgisel-figüratif bir resimle karşılaşıyorsunuz. Biri kanatlı, biri balık gövdeli iki figürün bulunduğu resmin ortasında yer alan göl manzarası yine aynı halk anlatısını düşündürtüyor insana; bununla birlikte figürlerin betimlenişi de söz konusu kaynaklardan bariz bir biçimde beslenildiğine işaret ediyor. Devamında, aynı odada, buluttan sarkan yılan, boğazına elma takılmış insan figürü gibi çeşitli yerleştirmelerle İlk Günah anlatısının parodisini deneyimliyorsunuz. 

La_Llorona
La Llorona

Sergi binasının birinci katına çıkarken, merdivenler boyunca dizilmiş eserler göze çarpıyor. Birinci kattaki odaya mekana özgü bir yerleştirme olan Hilmeran adlı devasa bir eserin içinden (ağzından) geçerek giriliyor. Fonetik olarak Şahmeran kelimesini çağrıştıran bu eser ile sanatçı, yılanların şahı anlamına gelen Şahmeran ve kendi personası olduğunu düşündüğüm Hilmeran arasında bir paralellik kurmuş. Burada Hilmeran’ın saçlarının yapıldığı malzeme ile zemin katta bulunan İlk Günah yılanının yapıldığı malzemenin aynı olması ise hoş bir ayrıntı olarak öne çıkıyor. Bununla birlikte La Llorona efsanesinin ta Aztek kökenlerine uzanan versiyonunda, doğurganlık tanrıçası Cihuacóatl’ın yılan-kadın anlamına gelmesi Hilmeran’a yeni bir anlam katmanı ekliyor.

Hilmeran’ın hemen sağındaki duvarda Balık ve Yalnız Final-Hatırla Kalbin adlı eser yer alıyor. Hilmeran’ın karşısında Adem Odası adlı bir yerleştirme ve Metalle Kesilmiş Bir Bağ adlı tuval üzeri karışık teknik bir eser bulunuyor. Resimlerindeki su-göl-deniz-göz yaşı gibi imgeler, enstalasyonlarda mavi tekstillerle tekrar ederek eserler arasında bir bütünlük oluşturuluyor. Odanın yukarısındaki nişlere yerleştirilen kuklalar ve kumaşlar ile Adem Odası’ndan yükselen müzik ise yaratılan tekinsiz atmosferi daha da besliyor.

Bahsi geçen eserlerin haricinde yapının içerisinde, duvarlarda, pencerelerde, köşe başlarında birçok yerleştirme, küçüklü büyüklü, isimli isimsiz çeşitli daha birçok eser bulunmakta. Merdivenleri tekrar çıkıp asma kata ulaşarak birinci kata tepeden bakma şansınız da bulunuyor. Malzeme kullanımı konusunda kendini sınırlamayan sanatçının farkı tekniklerle gerçekleştirilmiş işlerinin bütünlüklü bir dokusu olsa da sanatçının yoğun bireyselliğinin taşkın imgeleriyle devinen bir sergiyi ziyaret ettiğinizi gözden kaçırmamak gerekiyor.

Bilinçaltının ve kendiliğinin, figüratif formlarla dışavurumu olan, soyutlamadan uzak, illüstratif duyarlılıkla üretilmiş eserleri, sık sık yabanıl bir içtepinin yansıması gibi görünmekte. Dizginlerinden boşanıp koşmak için can atan yaratıcılığını her nesnede sezebilmek mümkün; sanatçının güçlü yanı ve bir o kadar da yumuşak karnı olan bu özellik, her an bozulacakmış bir denge izlenimi yaratıyor insanda, ancak dengenin korunduğunu belirtmek ve sanatçıya hakkını teslim etmek gerek.

Fıtr’un Ficur, Nevroz Serisi No: 5 gibi tablolarının yanında, Kötü Ruhları Kovmak gibi çeşitli yerleştirmelerini de deneyimlemek için sergiye gitmekte, özellikle resim dışındaki işlerinde, enstalasyonlarıyla Hilal Can’ın sanatçı/simyacı anlam çiftini -kendi bağlamında- nasıl karşıladığını görmekte fayda var.

Açılış gününde ziyaret ettiğim sergiden çıkarken verilen sticker’ı telefonumun arkasına yapıştırmadım fakat sergiyi ilgi çekici bulduğumu ve bir ziyaretçi olarak beğendiğimi söyleyebilirim. Bir süredir takip ettiğim sanatçının sonraki sergisini merakla bekliyorum artık.

Mert Yılmaz Güler, İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünden mezun. Sanat Tarihçi / Yazar.