Işıl Çelik’in seramik ve porselen yerleştirmeleriyle katıldığı, KRANK Art Gallery’nin yeni sergisi “Kendi Kendinin Gardiyanı” ziyaretçilerini ağırlamaya devam ediyor. Barış Elçin’in fotoğraf ve Işıl Çelik’in seramik ve porselen yerleştirmelerinin bir araya geldiği sergi 16 Nisan’a kadar ziyaret edilebilir.
“Kendi Kendinin Gardiyanı sergisinde, sanatçılar Barış Elçin ve Işıl Çelik’in eserleriyle günümüz gerçeklerinde gözetleme uygulamalarının bir iktidar ilişkisi olmaktan çıkarak gündelik bir biçim halini almış olduğunu mercek altına almaktadır. Eserler gözetleme eyleminde belli bir asimetrinin giderek kaybolarak, gözetlemenin toplumsallaşma ve yaygınlaşma bağlamlarına odaklanır.” -Sergi metninden.
Kendi Kendinin Gardiyanı, otoritelerin kendi çıkarları için kurban seçtiği bizleri, her an her yerde -kamusal ve özel alanlarda- gözetlenme durumu, kendi öz denetimine hapsolmak üzerine yeniden düşündüren, iktidarın ve kendi görevlerimizi yeniden sorgulatan bir sergi.
Sergide yer alan sanatçılardan Işıl Çelik, Kendi Kendinin Gardiyanı sergisi ve “gözetle(n)me” durumu üzerine ilettiğimiz sorularımızı yanıtladı.
Okuyucularımıza kendinizi tanıtır mısınız?
Merhabalar Ben Işıl Çelik. 1987 yılında Ankara doğdum. Plastik Sanatlar alanında eğitimime ilk olarak Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nde, Resim Bölümü okuyarak başladım. Daha sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde sırasıyla; Sanat Tarihi, Seramik ve Cam Tasarımı, Sahne Dekor ve Kostüm Tasarımı bölümlerinde lisans eğitimlerimi tamamladım. Eğitim hayatım boyunca, birçok farklı disiplinde, yerli ve yabancı sanatçı ile çalışma fırsatı buldum. Bu süreçte birçok yayın ve karma sergide yer alıp, sahne tasarımları da yapma fırsatı buldum. Temel olarak çalışmalarımda eğitim süreçlerini tamamladığım bölümlerin paydaşlıklarından faydalanarak; kavramsal alt metin, yorum, tasarım ve sergileme biçimlerini kullanmaya çalışıyorum.
Kendi Kendinin Gardiyanı başlıklı serginizde ele aldıklarınızı ve işlerinizin neye işaret ettiğini sizden öğrenebilir miyiz?
Sergi de üç farklı seri işim ile yer alıyorum. Kurban, Suskun ve Sığınma.
“Suskun” serisi, toplum ve sosyal çevre içinde yaşanan adaletsizlik, ayrıştırma, şiddet, sansür ve kısıtlanan özgürlüklere karşı çıkanların fiziksel ve ruhsal olarak öldürüldüğü; geri kalanların ise korku politikası ile sindirilip susturulduğu bir düzen içinde var olmaya çalışan; çalıştıkça yalnızlaşan ve suskunlaşan “birey”in, sınırları belirlenmiş istifini konu alıyor.
“Kurban” serisinde yer alan ifadesiz ve cinsiyetsiz figürler, toplumsal özgürlükleri iktidarın gözetimi altında gittikçe azalmakta olan, kendi özgürlüklerinden vazgeçmiş bireyin, sessiz ve etkisiz kurban oluşunu temsili ediyor.
Son olarak da “Sığınma” adlı çalışmada Franz Kafka’nın Dönüşüm adlı roman kahramanı Gregor Samsa’nın odası ile kurduğu ilişkiden esinlendim. Cenin pozisyonunda yatan Gregor’un çaresizliği, kamufle olduğu bembeyaz bir oda ile sınırlanmış durumda. Çalışma aidiyet ve kabul görme kavramlarını sorgularken, kendi olabilmekten uzaklaşan bireyin sınırlı yalnızlığını temsil ediyor.
Kendi Kendinin Gardiyanı adlı sergiyi yapma fikri nasıl gelişti? Farklı disiplinden iki isim olarak Barış Elçin ile nasıl bir araya geldiniz?
KRANK Art Gallery kurucularından sevgili Sibel ve Ayşe, en son katıldığım sergideki işlerimi görüp ortak bir projede bir arada çalışmak istediklerini söylediler. Sergi metinleri ve çalışma disiplinleri ile her zaman beğeni ile takip ettiğim Krank Galeri’den gelen bu ortak sergi fikri beni çok heyecanlandırdı ve hızlıca görüşmelere başladık.
Barış ile aynı projede yer almamız ortak kaygılarımızı gören sevgili KRANK Galeri sayesinde oldu. Sergiyi gezdiğinizde sizler de bu benzeşmeyi göreceksiniz. KRANK Galeri’nin destekleri ile gerçekleşen bu güzel ortaklıklar sonunda güçlü bir metin ile de sergimizi oluşturmuş olduk. Bu güzel buluşma için KRANK Galeriye teşekkürlerimi sunuyorum.
Gözetleyen tarafından bireylerin kurban edilmesi, yalnızlaştırılması üzerine işlerinizle referanslar veriyorsunuz. Bilincinde olduğunuz gözetlenme durumunun üretim ve hazırlık sürecinizde çalışmalarınıza yansıması nasıl oldu?
Gözetlenme durumunun artık her hangi bir sınırı yok. Çoğu zaman kendi isteğimizle bile gözetlenme yollarını açıyoruz. Öte yandan, otoriteler tarafından verilen ol emrinin dışında bir varoluş sürdürmek çoğu zaman dışlanma ve öteki olmak ile sonuçlanabiliyor. Yaşadığımız toplum ve Dünya Tarihi’ne baktığımızda, birey üzerindeki otorite baskısı, her dönem yoğun şekilde yaşanmış. Kimileri eyleme geçmiş, kimileri sessiz kalmış, kimileri ise farkında bile olmamış. Sessiz kalan, kurban olan ya da var olduğu yere tutunmaya çalışan, öykülerine tanık olduğumuz bireylerin, her yüzyılda, sadece isimleri değişmiş. Ben de “Kendi Kendinin Gardiyanı” sergisinde, bu evrensel konuyu, sert ama bir o kadar da kırılgan olan seramik malzeme ile yorumlamak istedim. Ve sadeleştirilmiş renk ve biçimlerle oluşturduğum tasarımları, cinsiyetsiz figürler üzerinden yeniden yorumlamaya çalıştım.
Kendi Kendinin Gardiyanı başlıklı serginizde “gözetleyen” sorumluluğunun bireyselleştirildiği otoriter sistemi görünür kılıyorsunuz. Gözetleniyor olma durumunun sizde etkisini merak ediyorum. Gözetleniyor olmak, her an söz söyleme hakkınızın elinizden alınacağını bilmek, düşünmek size ne ifade ediyor?
Açıkçası bu gözetlenme durumu, yüreğime çöken, kocaman bir karartının, üzerimde bıraktığı sıkışma ve tedirginlik hissini ifade ediyor. Bu hisler, tam da bu noktada, üretimlerimin temelindeki kavramları ve metinleri doğuruyor. Bir bakıma, oturup karalar bağlamak yerine; şiddet ve kötülüğün barınmadığı sanatsal ifade araçlarında kendi ütopyamı bulmayı ve yeniden üretmeyi seçiyorum.
Hepimizin potansiyel suçlu olması, görünürde olmayan bir otoritenin gözetimi altında her an yanlış yaptığımıza inandırılmamız ve baskı altına alınmamız söz konusu. Kontrol mekanizmasının bozuk olduğu bir sistemde kendi kendinin gardiyanı olmak çok zorlayıcı, yıpratıcı, tehdit edici. Sosyal medyanın etkisini de düşünürsek tüm alanlarda yaşam hakkı ihlali de aynı zamanda. Ne dersiniz?
Evet, gerçekten de öyle. Bu baskı ve gözetlenme hali yalnızca bu yüzyıla ait olmadığı gibi her yüzyılda farklı medyumlarla etkisini göstermiştir. Bizim handikabımız, teknolojinin gelişmesi ile artık bu gözetlenme hissinin şiddetinin artması ve yaratılmaya çalışılan korkunun daha da hissedilebilir olmasına sebep olmuştur. Bu noktada, her şeye rağmen, çokça negatif yansımaları olan bu durum karşısında, zor olsa da, korkup içine kapanmak yerine; bireyin kendini zihinsel olarak koruma altına alması gerektiğini düşünüyorum.
Kendi Kendinin Gardiyanı başlıklı serginizde otoritenin gözetleyen ve baskıcı yöntemlerine sanatla yaklaşıyorsunuz. Sanat yine güçlü bir dil. Gözetlenmenin bireyselleştirildiği, denetleme mekanizmasının gelişigüzel yapıldığı zamanlarda sanat üretmek ne demek? Farklı araçlarla ve açık/kapalı şekilde söz söyleyebildiğiniz sanat alanı için dokunulmaz diyebilir miyiz?
Bahsedilen ortamda sanat üretmek, değindiğim konular düşünüldüğünde çoğu zaman bıçak sırtında yol alıyormuş gibi hissettiriyor. Her şeye rağmen sanat üretimi, nefes alınabilir bir alan yaratsa da; ne yalan söyleyeyim, fikirlerimi “acaba” diye düşünmeden, sansürsüz şekilde tanımlayabilmeyi de isterdim.