Cüretkâr Bir İmparator: Jüstinyen’in Din ve Siyasetle Harmanlanmış Sanatı

“Hilekâr, ahmak ve aptal”. Bu aşağılayıcı sözler, ünlü Bizans tarihçisi Prokopios’un kaleminden İmparator Jüstinyen için dökülürken, biz de meşhur Bizans entrikalarının içine düşmüş oluyoruz. Prokopios 550 yılında kaleme aldığı eseriyle asla tahmin edemeyeceği bir şekilde, Türk filmlerindeki Kahpe Bizans klişesinin tohumlarını atıyor. Makedonya’da bir köylü çocuğu olarak dünyaya gelip, Ayasofya gibi bir şaheserin bânisi olan bu güçlü İmparator kimdi?

Bu yazıda rehberimiz Hristiyanlık doktrini ile örülmüş Jüstinyen Dönemi’nin şaheserleri olacak.

Ayasofya
Ayasofya

SANAT TARİHİ SERİSİ
BÖLÜM 1
Cüretkâr Bir İmparator: Jüstinyen’in Din ve Siyasetle Harmanlanmış Sanatı

Bizans İmparatorluğu’nun siyasi konseptini Hristiyanlık öğretisinden ayrı düşünemeyiz. Bu öğreti yer yer devlet çıkarlarına göre şekillenirken, ünlü Bizans tarihçisi Ostrogorsky bu ilişkiler bağlamının temeline Hellenizm ve Romalılık ikilemini koymaktadır. Hristiyanlık, Romalılık, Greklilik ve Doğululuk Bizans İmparatorluğu’nun bünyesinde karakterize olmuş, kendine has bir üslup yaratmıştır. Batılı tarihçilerin gözünden Bizans, doğulu bir ezoterizme sahip araştırma sahası sunmaktadır. Bizans Sanatı en eşsiz örneklerini yoğunlukla İstanbul ve çevresinde vermiş olsa bile, çevre kültürlerin de etkisiyle harmanlanmış, özünde rafine olmayan, girift bir nüveden oluşmaktadır. Birincil etken Mısır kültürü olmakla birlikte Mezopotamya ve Pers (İran) izleri de Bizans eserlerinde kendisini gösterecektir. Bizans medeniyet anlayışı, her ne kadar Hristiyanlık merkezinde gelişmiş olsa da, homojen olmayan bir kültür potasında gelişim gösterdi.

Omonia. Birlik ve harmoni anlamlarına gelen bu sözcük, Jüstinyen’in temel politikası olarak karşımıza çıkmaktadır. Jüstinyen’in birlik anlayışı; bütün Akdeniz’de güçlü bir imparatorluk, merkezi bir idare ve tek teolojik öğreti anlayışından oluşmaktadır. Roma Hukuku’nun günümüzdeki en kapsamlı külliyatını yayınlamakla yetinmeyerek, teolojik anlaşmazlıklara da dahil oldu. Onun döneminde imparatorluğun sınırları hemen hemen Roma ile benzer bir büyüklüğe kavuşmuştur. Sadece İstanbul’da 30 adet kilise inşa ettirdiği veya yenilediği aktarılmaktadır. Bunun yanı sıra Prokopios, Jüstinyen’in imparatorluk sınırlarındaki tahkimat alanlarını güçlendirdiğini ve özellikle Doğu sınırlarını surlarla kuşattığını aktarmaktadır. Günümüzde bizler Jüstinyen’i daha çok kilise yapılarıyla tanısak da, Bizans topraklarında yoğun bir imar hareketinin de onun döneminde yaşandığını biliyoruz.

Efes Aziz John Kilisesi
Efes, Aziz John Kilisesi

Aziz John, Artemis’e Karşı

Pre- Hellenist döneme tarihlenen ve Anadolu’daki Kibele kültü ile ilişkilendirilebilecek olan Artemis, Efes kentinin koruyucu simgesidir. Doğum yapmış kadınların yardımcısı ve bereket tanrıçası olarak da bilinen Artemis ile Aziz John Kilisesi’nin arasındaki dolaylı ilişki, hem siyasi hem de dini unsurlar taşır. İmparator Jüstinyen tarafından son halini alan Aziz John Kilisesi’nin yeniden inşası, imparatorluk ve Hristiyanlık fikri ile bağdaşır. Bir nevi din dışı unsur olan şehrin koruyucusu Artemis ve ona adanan tapınağın yaklaşık olarak 2,2 km. uzaklığında inşa edilen Aziz John Kilisesi, imparatorluğun din birliğini sağlama çabası olarak nitelendirilir. İmparator, dindarlığını göstermek için döneminin dinsiz olarak nitelendirilen unsurlarıyla sert bir şekilde mücadele ederek, pagan olduğu düşünülen hocaların bulunduğu Atina Üniversitesi’ni kapattı. Teokratik bir anlayış ile hareket etmesi, Artemis Tapınağı’nın hemen yakınına Aziz John Kilisesi’nin yeniden yapılmasını açıklar niteliktedir. Bizans sanatını anlamak için en önemli örneklerin Jüstinyen tarafından verilmiş olması da merkeziyetçi anlayışının kanıtlarından birisidir.

Jüstinyen’in Kilisesi Asırlar Boyu Ayakta

Ayasofya’nın bulunduğu yerde inşa edilmiş ilk yapı klasik bazilikal, ahşap çatkılı bir kiliseydi. Bu kilisenin yanmasından sonra 532 yılında yapılmış olan kilise de Nika İsyanları sırasında yanarak yok oldu. Bugünkü Ayasofya’nın inşası, dönemi için çığır açıcı bir hareket olsa da, yapının bânisi Jüstinyen bile Ayasofya’nın efsanevi söylencelerin ve asırlar sonra bile siyasetin malzemesi olabileceğini tahmin edemezdi. Cyril Mango, Bizans tarihinin başka hiçbir döneminde Ayasofya’nın yarısı kadar bir eserin yapılamadığını aktarmakla birlikte, yapının günümüze sağlam ulaşmasında Türklerin yapıya duydukları saygının etkili olduğunu vurgular. Fatih Sultan Mehmet, fetihten sonra burayı Ayasofya adıyla anarak camiye çevirdi ve yapının bakımlarını yaptırdı. Öyle ki, Semavi Eyice fethedilen yerlerdeki en büyük mabedin Ayasofya adıyla anılmasının Osmanlı geleneği haline dönüştüğünü aktarmaktadır.

Ayasofya, Roma İmparatorluk mimarlığı ile Hristiyan öğretisinin bir sentezi olarak karşımıza çıkmaktadır. Semavi Eyice, Jüstinyen’in inşaatta kullanılması için Mısır’daki Heliopolis ve Efes Artemis Tapınağı gibi imparatorluğun her yerinden malzeme getirttiğini ifade etmektedir. Yapı dışarıdan hantal bir görünüme sahip olsa da, iç mekan tasarımı ile ziyaretçiyi içine alan, mistik bir görünüme sahiptir. Yapı kimi sanat tarihçilerine göre, klasik bazilikal plandan kopuşun öncülü olarak kabul edilse de, bu fikir tartışmalıdır. Yapı boyuna bazilikal formdadır fakat orta mekanını pandantiflerle geçişin sağlandığı bir kubbe örter.

Vestibül Mozaiği
Vestibül Mozaiği

Çocuk İsa ve Meryem, İmparatorlarla Birlikte

Bizans kilise mimarisinde, binanın bânisi ve İsa’yı birlikte resmetme geleneğini Ayasofya’da da görüyoruz. Vestibül’de yer alan mozaiğin merkezindeki Meryem, koyu lacivert maforionu ve hâlesiyle kucağında çocuk İsa ile birlikte yer almakta. Meryem ve İsa adeta izleyici bir konumda yer alırken, İsa kutsayıcı bir duruşla resmedilmiş. Çocuk İsa’nın başındaki hâlesi, mozaikteki diğer figürlerden hiyerarşik olarak üstün olduğunu gösterir biçimde haçlı bir şekilde yapılmıştır. Meryem’in iki yanında ise imparatorlar resmedilmektedir. Mozaiğe bakarken sol tarafımızda İmparator Konstantin, kendi adıyla anılan Konstantinopolis şehrini – İstanbul’u – sunarken, Jüstinyen ise Ayasofya’yı İsa’ya sunmaktadır. Konstantin ve Jüstinyen başlarına yerleştirilen hâleleriyle kutsiyet kazanmışlar ve İsa’nın hizmetkârları olarak tevazu ile eğilmektedirler. Bizans tasvir sanatında sıklıkla kullanılan altın yaldız fon kullanımı bu mozaikte olduğu gibi Ayasofya’nın pek çok mozaiğinde de karşımıza çıkmaktadır. Batı resminden uzak, Doğulu olarak nitelendirebileceğimiz bir üslupla kendilerini göstermektedirler.

İtalya’da Jüstinyen ve Theodora’nın İzleri

Jüstinyen döneminde tamamen Bizans idaresine geçen İtalya’nın Ravenna kenti, Bizans tasvir sanatının en önemli örneklerine sahip. Özellikle Bizans idaresinde yıldızı parlayan kentte inşa edilen St. Vitale Kilisesi, Jüstinyen ve meşhur eşi Theodora’nın adeta bir portre halinde yapılmış mozaikleri ile ünlüdür. Tuğla malzemeden yapılmış olan kilise, dışarıdan şaşaalı bir görünüme sahip olmamakla birlikte, içine girildiğine müthiş mozaikleriyle ziyaretçileri sarsar. Jüstinyen ve Maiyeti ismiyle anılan mozaik Bizans sanatının en önemli figürlü eseri olmakla birlikte, karakterlerin hepsi portre niteliğindedir. Mozaiğin merkezinde İmparator Jüstinyen erguvan rengi kıyafeti ve başında kırmızı bir hâle ile diğer figürlerden ayrılmaktadır. Jüstinyen’in ismiyle birlikte, dönemin piskoposu Maxiamus’un ismi de mozaiğe yazılmıştır. İmparatorun sağ tarafında tasvir edilen kişiler dini karakterler iken, sol tarafındaki isimler ise yüksek mevkide görev alan kişilerdir. Jüstinyen portresinde en dikkat çekici kısım gözleridir. Jüstinyen’in göz şekli, “İskender ve Darius’un Savaşı” mozaiğindeki İskender’in gözleri ile oldukça benzer bir tarzdadır. Bu benzerliği Mısır’daki Fayyum Portreleri’nde de görürüz. Jüstinyen’in kırmızı ayakkabıları Üç Müneccimler Sahnesi’nden tanıdıktır ve soyluluğu sembolize eder. Buna karşılık Theodora’nın mozaiği çok daha gösterişli ve zengin bir kompozisyona sahip olmakla birlikte İmparatorluğun tüm gücünü aksettiren bir kaygı taşımakta. Bizans resim sanatında kilisenin “bema” olarak adlandırılan bölümünde din dışı konulara genellikle rastlanmaz. Fakat St. Vitale’de bemanın yan duvarlarında İmparator ve İmparatoriçe’nin tasvirlerinin maiyeti ile birlikte verilmiş olması da ayrıca ilgi çekicidir.

İklim Demir Tantoğlu, 2016 yılında Ankara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun olduktan sonra Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’ndan Araştırmacı Gazetecilik Bursu aldı. Araştırmacı Gazetecilik Bursu kapsamında hazırladığı “Türkiye’de Tarihi Eser Kaçakçılığı ve Definecilik” başlıklı bitirme projesinin ardından Kültür Haberciliği alanına yöneldi. Bu sebeple 2019 yılında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Sanat Tarihi eğitimine başlayarak, basılı ve dijital medyada yazarlık yapmaya başladı. Günümüzde Kültür Haberciliği alanında çalışmalarına devam etmektedir.