Kıyamet Sonrası Bilimkurgusunun Algoritması: Nedir Bu Post Apokaliptik? // Şeyda Aydın

Kıyamet Sonrası Bilimkurgusunun Algoritması: Nedir Bu Post Apokaliptik? // Şeyda Aydın
ŞEYDA AYDIN

İnsanları kısa sürede boğarak öldüren salgın bir hastalıkla baş etmeye çalıştığımız şu son dönemde yaşadığımız günleri mercek altına alıp inceleyecek olursak; ben dâhil bilimkurgunun her türünü bilenlerin –yani bilimkurgu yazarları, okurları veya takipçilerinin–akıllarına, o iki kelimenin birleşiminden doğan elim kavramın, neden gelmiş olduğunu az çok anlayabiliyorum. Her ne kadar tüyler ürpertici olsa da, bu iki kelime yan yana gelince, gelecek günlerin öngörülen karamsar tahayyülü akıllarda beliriveriyor bir anda. Post apokaliptik kavramının, bilimkurgu edebiyatının alt türü olduğu, distopya ile birlikte anıldığı doğrudur. Peki ama tam olarak nedir bu post apokaliptik? Taşıdığı anlamla ne demeye çalışıyor bizlere?

Post apokaliptik; gerek biyolojik, gerek nükleer, gerek doğal felaketler olsun, bu felaketler sonrası hayatta kalan insanın mücadelesinin konu edildiği kıyamet sonrası bilimkurgusunun çeşit çeşit senaryosunu özünde barındıran alegoriler zinciridir bana göre. Böylesi eserlerde izleyiciye ve okuyucuya çekici gelen taraf; teknolojik ve ekonomik anlamda bitmiş dünyada sağ kalmayı başaran azınlıkların, yeni düzende –ya da kaosta– hayatta kalmak için olası tehditlere karşı verdiği şiddet içeren şavaşlardır esasında. Ki böylesi eserlerin popüler olduğunu düşünürsek, sanatı her daim görsel ve sözel manada besleyen bu kıyamet sonrası senaryolarının mantıklı veya mantıksız uç örneklerini yıllarca ya filmlerde izledik ya da kitaplarda okuduk. Hikâyelerin kurgusunda ortaya çıkan kahramanların, bazen kendi türü olan insana, bazen kendi türü dışındaki başka güçlüklere karşı verdiği bu macera dolu direniş örnekleri, hiç şüphe yok ki, gencinden yaşlısına herkesi kendine doğru çekip düşünmeye sevk etmiştir. Elbette tüm bunları görmezden gelip hafife alanlar her zaman vardı; ama kimi ciddiye alıp üzerine araştırmalar yaparak kitaplar yazdı, kimi ise filmleri veya belgeselleri ile kör göze sokarcasına dikkat topladı. Bunlara örnek verilecek o kadar çok kitap, film, dizi veya belgesel var ki, her birini tek tek masaya yatırıp inceleyerek yazmaya kalksam, tek bir köşe yazısına sığdıramam hiç kuşkusuz.

Bugün burada, corona günlerine dair özel olarak, sadece salgın hastalık sonrası oluşan post apokaliptik kurguya değineceğim o kadar. Yani, bir salgın veya doğal afetin akabinde hayatta kalan insanlığın, aslında biyolojik felaket kıyameti akabinde post apokaliptik bir çağa adım atmış olan insanlığın karşılaşacağı olası senaryoların kısa bir algoritmasını yazacağım sizlere, hem de yazarken dinlediğim, kasvetli fütüristik –dark synthwave– ezgiler eşliğinde. Dark synthwave ifadesini kullandığım için, sakın ola ki ürkmeyin, distopik hardcore bilimkurgu eserlere otopsi yapar gibi canınızı büsbütün sıkmayacağımı düşünüyor, en yalın haliyle yine çerez gibi okuyacağınız bir yazı olmasını dileyerek başlıyorum.

Kıyamet Sonrası Bilimkurgusunun Algoritması: Nedir Bu Post Apokaliptik? // Şeyda Aydın
Kıyamet Sonrası Bilimkurgusunun Algoritması: Nedir Bu Post Apokaliptik? // Şeyda Aydın

Hani vaktiyle –senaryosu katledilip bozulmadan, dizi saçmalamadan önce– ilgiyle izlerken dehşete kapılıp tırnaklarımızı kemirdiğimiz bir dizi vardı ya, adı da Walking Dead falandı. O dizide zombilerden çok bizi rahatsız edenlerin, tüylerimizi ürpertenlerin kimlerin olduğunu hatırlarsınız; olay kesinlikle zombiler değildi; olay, bir pandemic sonrasında dünya düzeninin yerle bir olmasıyla, barınma ve gıda ihtiyaçları doğrultusunda sınırları zorlanan insanın, insana karşı amansızca vermiş olduğu, bazen merhametsizce, bazen fedakârca yürütmüş olduğu mücadele hikâyesinden başka bir şey değildi. Gencinden yaşlısına herkesin iyi bildiği bu dizi örneğini bilhassa veriyorum ki, gözlerinizin önüne koyacağım en beter olasılık haritası daha net anlaşılabilsin diye.

Dünya, hiç hesapta olmayan bir virüs salgınıyla –her ne kadar akla, mantığa yatmasa da– yaşayan ölülere dönüşmektedir. Ben burada, bu insanları yaşayan ölüler gibi değil de, tamamen ölmüş veya virüsü yayanlar olarak kabul edeceğim, elde var bir. Günler, haftalar ilerledikçe, üretim durmaya, market stokları boşalmaya, polis, ordu, sağlık sistemi çökmeye başlar, çünkü ölümcül bir hastalık insan ırkını tamamen yok etmek için durmaksızın yolunda ilerlemektedir, elde var iki. Bilim insanlarının salgın karşısında yapabileceği hiçbir şey yoktur ki zaten tedavi sürecini bulabilmeleri kısıtlı ömürleriyle doğru orantılı bile değildir, onlar da birer birer ölmeye başlar, elde var üç. Dördüncü aşama en fenası… Ölümcül virüse karşı kendini koruma çabası içinde olan –cahilinden eğitimlisine fark etmeksizin– tüm halk; sadece yiyecek, su, benzin, hatta silah gibi kendince gerekli gördüğü ihtiyaçlara yönelmeye başlar, hem de diğer insanların hayatlarını bencilce hiçe sayarak. İnsan sadece temel ihtiyaçları için, –bu insanın rutin hayatında yaşarken yüzüne bile bakmadığı o konserve sebze yemeklerinden bile olabilir hiç fark etmez– özetle gıda için gözünü kırpmadan birbirini öldürmeye, savaşmaya başlar. Evet, yanlış duymadınız; post apokaliptik eserlerde sıklıkla kullanılan açlık, insan psikolojisini en çok etkileyen durumlardan biridir nihayetinde. Ucu bucağı vahşi cinayetlerden, korkutucu hikâyelere varacak kadar engin bir kurgu malzemesidir açlığın insanı getirdiği son nokta. Her şeyi parayla satın almaya alıştığı dünyadaki üretimin ve devlet sisteminin çöküşüyle artık paranın hiçbir öneminin kalmaması sonucunda, silahlanarak kolonileşen insan, toplayıcılık ve avcılık yaparak ilk çağlardaki insanın hayatını yaşayamaya başlar. Teknolojik hayat bütünüyle bitmiş; dünyanın elektrik kablosu kökten kesilmiştir. Şehir merkezlerini tehdit olarak gören insan, tenhalık alanlara, kırlara, ormanlara doğru mecburen göç eder, şehirleri vahşi hayvanlara bırakıp terk ederek. İnsan artık kendi işini kendi yapar; yemeğini kendi bulur, saçını kendi keser, kıyafetlerini kendi diker, kendi kendinin doktoru olur, hatta çocukları için artık okul yoktur, onlara matematik yerine kendini nasıl koruyacağını, kısaca savaşmayı, insan öldürmeyi öğretmek zorunda kalır. İnsan kuşkucudur; paranoyaktır; şiddet yanlısıdır. Ne paranın önemi vardır artık, ne de koleksiyon yapılan diplomaların. Bilinen bir gerçek vardır ki, o da, kolonilere katılmayan bağımsız aileler veya bireyler güçsüz olarak kabul edilirler, eninde sonunda karşılarına çıkacak kolonilerin hedefi olmaktan kaçınamazlar, çünkü post apokaliptik çağda devlet, adalet, kanun ve düzen artık hiçbir şekilde olmadığından, yalnızca kaos ortamı hakimdir tüm dünyaya. Kimde daha fazla insan, kimde daha fazla silah, kimde daha yüksek duvarlar varsa, güçlü olan, sözü geçen ondan başkası değildir. Post apokaliptik çağda aidiyet kavramı kendini işte bu biçimde gösterir bizlere, birilerinin kanatları altında olmalısın ve onun için çalışmalısın ki ancak o zaman korunabilir, hayatta kalabilirsin dercesine. Bundan sonra da koloniler arasında çatışmalar olmaya başlar, ta ki birbirlerinin ellerinde olan ne varsa ona sahip olana dek.

Eğer karantina gününde oyalanmak için bir şeyler arıyorsanız, hepsi açlık ve salgınla direkt ilgili olmasa da, post apokaliptik eserlerden aklıma gelen birkaç film tavsiye edebilirim sizlere. Mad Max, 28 Days Later, Planet of Apes, Snowpiercer, The Road, A Quiet Place, 10 Cloverfield Lane, The Road, Book of Eli, Blindness, Doomsday gibi filmleri izleyebilirsiniz. Kitap tavsiyesine gelince; Jose Saramago’dan Körlük, Philip Dick’den Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?, Dmitry Glukhovsky’den Metro 2033 romanlarını da ilk okunması gerekenler olarak belirtebilirim herhalde.

Yine uzun bir yazı oldu, okuyucularımın sesi kulağıma gelir gibi oldu, neyse bitireyim öyleyse. “Bu yazıyı yazmak aklına nereden geldi Şeyda?” diye soracak olursanız, 10 Nisan 2020 akşamı Türkiye’de ilk sokağa çıkma yasağının duyurulmasından hemen sonra 22:00 ile 24:00 arası kargaşa içindeki sokaklarda koşturan maskesiz insanları penceremden sessizce izlerken geldi aklıma. Neler düşündüğümü hiç anlatmayayım. Ancak şunu ifade etmekten alamıyorum kendimi; dilerim ki, temel ihtiyaçlar uğruna, bizi birbirimize kırdıran o kötü gelecek senaryosu bir gün gerçek olmaz. Çünkü asıl kıyamet, bir gün dünyayı etkisi altına alması muhtemel olan açlığa ve susuzluğa karşı mücadele eden insanların, son noktaya gelip başka insanları öldürdüğü o gün çoktan kopmuş olacak.

Evde kalın, sanatla kalın, sağlıklı kalın. Sevgilerimle.
Şeyda AYDIN

ŞEYDA AYDIN ya da yurt dışında bilinen adıyla Sheida Aiden, 1981 İzmir doğumlu yazardır ve Dokuz Eylül Üniversitesi mezunudur. Aynı zamanda Türkiye'nin ilk Siberpunk/Solarpunk Queer yani Kuir Bilim-Kurgu romanlarının/hikâyelerinin yazarıdır. Queer Aşk, Ütopya, Distopya ve Paralel Evrenleri esas alan ve yayınlanmış olan eserleri sırasıyla şöyledir: “Diğer Evrenin Senaristi”, “Diğer Evrendeki Kadın”, “Parçalanmış Yansımalar” ve bir spin-off özelliği taşıyan "Kadınların Öldüğü Yer" Nisan 2021'den itibaren SANAT OKUR platformunda yayınlanan ve başka bir spin-off olan "Veera'nın Seyahatnamesi" adlı edebiyat/hikaye dizisini ayda bir bölüm olmak üzere yazmakta/okurlarla buluşturmaktadır. İsim benzerleri ile karıştırılmadan güncel bilgiler almak için resmi internet sitesine seydaaydin.net adresinden erişebilirsiniz.