KOLİ Art Space Üzerine Kurucuları İle Bir Söyleşi

KOLİ Art Space, Yasemin Kalaycı ve Elçin Acun’un hayata geçirdiği kâr amacı gütmeyen, genç bir üretim ve sergileme alanı. Saha Derneği tarafından bu yıl fonlanan oluşumlardan da biri. KOLİ Art Space kısaca KOLİ, herkese açık, kapsayıcı, farklılıkları savunan bir yapıya sahip. Kadın ve kuir olmak meselelerini odağına alarak yola çıkan Yasemin ve Elçin, kolayca kenara itmeye meyilli olduğumuz konuları, sanat üretimlerini ve dolayısıyla feminist, kuir sanatçıları görünür kılmaya, birlikte üretmeye ve sanatseverlerle paylaşmaya davet ediyor. Bunu yaparken de manifestolarında belirttikleri gibi; “Toplumsal cinsiyet eşitliğine odaklanan, LGBTİ+ bireylerin ayrımcılık, özgürleşme ve görünürlük mücadelesinde aktivist bir aktör olmayı” hedefleyiyorlar.

Savunduğu meseleler KOLİ ile aynı olan ve oradan beslenen herkesin yeni güvenli alanı KOLİ diyebilirim. Bu yüzden KOLİ hakkında daha fazlasını öğrenmek ve sizlerle paylaşmak için kurucuları sevgili Yasemin ve Elçin’e sorularımı ilettim. Bu söyleşide; KOLİ’nin kurucularını tanıyacak, oluşumun amaçlarını öğrenecek, şimdiye kadar gerçekleşen sergiler ve yeni açılan “Birbirimizin Huzurunda” sergisini bilecek ve de sergi dışında yer verdikleri performans gösterileri ile gelecek projeler hakkında bilgi sahibi olacaksınız.

koliartspace.com | Instagram | Twitter | Facebook

Buyurunuz…

KOLİ Art Space Kurucuları
KOLİ Art Space Kurucuları (Yasemin Kalaycı & Elçin Acun)

KOLİ Art Space’de olanlara geçmeden önce arkasında kimler var okurlarımıza tanıtmak isterim. Kendinizi tanıtır mısınız?

Yasemin: Kocaeli Üniversitesi’nde Fotoğraf bölümünde okudum, şuan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf bölümünde Lisansüstü eğitimine devam ediyorum. Fotoğraf, video, enstalasyon ve dijital sanat gibi birçok pratikten faydalanarak sanat üretimlerimi sürdürüyorum. Çalışmalarımda beden-iktidar ilişkisi, toplumsal cinsiyet vurgusu, ırk ve kimlik gibi kavramlara değiniyorum. Tüm bu başkalıkları, toplumun bedenlere yönelik ideolojik dayatmalarını ve tektipleştirici politikaları parçadan başlayıp bütüne gönderme yaparak irdeliyorum. Son zamanlarda bellek kavramından yola çıkarak üretimlerime yön vermeye başladım. Kişisel hikâyelerde an ve anda yaşanan şeylerin kalıcılığıyla yol açtığı yıkımlarla ya da doğası gereği olumsal yönleri ile düşünüyor ve üretiyorum. Bu süreçte daha organik, yani elle tutulabilen, hassas ve yok edilmeye müsait materyallerle ilerliyorum.

Elçin: Ben Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf bölümünde araştırma görevlisiyim, aynı zamanda sanatta yeterlik öğrencisiyim ve tezimi hazırlamaya devam ediyorum. Tezim, toplumsal cinsiyet ve video sanatındaki temsili üzerine, lisansta fotoğraf okudum. Okulun yanı sıra, aktif bir şekilde sanatsal üretimlerimi de gerçekleştirmeye devam ediyorum. Lens tabanlı pratiklerle çalışıyorum ve genel olarak da kurgusal işler üretiyorum. Sanırım üretmeye ilk başladığım zamanlardan bu yana aklımdaki meseleler ve sorular belirli çerçeveler etrafında dönüyor. Beden, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, kamusal alan-özel alan, görünürlük, kadın meseleleri gibi, aynı zamanda kendi hayat dinamiğim içindeki varlık sorgulamalarımı içeren düşünceler sanatsal üretimlerime konu oluyor.

Fotoğrafı kullandığım işlerde daha çok kişisel deneyimlerimin, duygularımın izini sürdüğüm bir yaklaşımım var. Tesadüfe daha fazla olanak tanıyan ve toplayıcı gibi davranmayı sevdiğim, biriktirdiğim, sonradan anlamlandırarak bir şeyler oluşturduğum bir durum. Video benim için fotoğrafik görüntünün anlık olmayan bir versiyonu ya da sürece yayılan hali gibi, zaman mefhumunu kırmaya çalıştığım bir yöntem. Yani başı sonu olan bir senaryodan yola çıkmak yerine hep devam eden döngüler yapıyorum. Zaman ve süreç ile olan bu ilişki hareketli görüntüyü tercih etmemin sebeplerinden biri. Akıştan etkileniyorum. Kullandığım medyumların iki boyutlu imkânlarını esnetebileceğim yerleştirmeler yapmayı seviyorum. Bu kısmı benim için biraz oyun gibi: Malzemeyi kurcalamak, motorlarla, devrelerle oynamak, farklı alışılmışın dışında yüzeyler denemek… Üçüncü bir boyut katmaya çalıştığım müdahalelerde bulunuyorum. İşin anlatısına mekân ve malzemeyle olan ilişkiyi de dahil ederek daha fazla iletişim kurduğumu hissediyorum. Çoğunlukla da kendi bedenimi kullanmayı seviyorum. Yaptığım işlerde “ben” aslında bir beden temsili olarak var oluyorum. Bedensel olarak da içselleştirdiğim kavramlar etrafında dönmemin etkisi var bunda elbette. Burada herhangi birini değil de kendimi kullanmam işin içine performatif bir hal de katıyor. Video performans ya da kamera karşında yapılan performans gibi de değerlendirebiliriz.

KOLİ Art Space’in ortaya çıkışından ve sürdürülebilir hedeflerinden bahseder misiniz?

Türkiye’de yaşayan sanatçı, kadın, kuir bireyler olarak günümüz baskın politikaları sebebiyle sınırları iyice daraltılmış bir alanda sıkışmış olarak yaşıyoruz. Heteronormatif iktidar, hangi bedenin önemli olduğuna ve toplumsal bünyenin meşru bir parçası sayılacağına karar veriyor; kuir bedenleri gözden çıkarılabilir addediyor, ötekileştiriyor; kamusal yaşamın gölgelerine çekilmemizi, okunaksız hale gelmemizi sağlamaya çalışıyor ve tüm farklı formları normallik statüsündeki merkeze indirgeyerek denetim mekanizmasını pekiştirmeye çalışıyor ve pandemi dönemiyle birlikte iktidarın dili iyice ayrıştırıcı, ötekileştirişi, kutuplaştırıcı bir hal aldı. Bu ortamda güvenli bir alana; ifade özgürlüğümüz kısıtlanmadan, etnik ya da cinsel kimliğimiz sebebiyle nefret söylemine maruz kalmadan, düşüncelerimize nefes aldırabilmek adına benzer ideolojiler etrafında buluşabileceğimiz, beraber üretebileceğimiz bir dayanışma ve diyalog platformuna her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Bu bağlamda KOLİ’nin bu güvenli alana olanak sağlayabileceğini umut ediyoruz. Toplumsal cinsiyet eşitliğine odaklanan, LGBTİ+ bireylerin ayrımcılık, özgürleşme ve görünürlük mücadelesinde aktivist bir aktör olmayı hedefleyen bir manifestodan yola çıkıyoruz. Kendi düşünce ve sanat pratiğimiz ile paralel düşünen, üreten feminist ve kuir sanatçılarla iletişimde olmak istiyoruz. Çünkü kimlik hiyerarşilerinin bu kadar baskın olduğu bir toplumda göz ardı ediliyoruz, varlığımız kısıtlanıyor, itiliyor, yok sayılıyor. Kamusal alanda, iş hayatında ya da sanat alanında eril olandan kendimize yer açmaya çalışıyoruz.

Kuir düşünce, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsel pratiklerle ilgili her tür etikete, dolayısıyla kimlik ve cinsiyet üzerine kurulan her tür kategoriye karşı durur. Normali ve normalliği kuran normların kuruluş ve işleyiş yapısını sorgularken, amacı kenarda kalanın merkeze çağrılması değil, bizzat merkezin darmaduman edilmesidir. Cinsiyetle ilgili algılarımıza damgasını vurmuş ikili düşünce yapılarına (eşcinsellik/heteroseksüellik, kadınlık/erkeklik…) ve bu yapıların beraberinde getirdiği kimliğe ilişkin uzlaşımlara karşı, cinsiyet, toplumsal cinsiyet kimliklerinin hiçbirinin “doğal” bir kategori olmadığını, tarihsel, kültürel ve toplumsal olarak kurulduğunu ve dolayısıyla iktidar ilişkilerinden bağımsız düşünülemeyeceğini savunur. Kuir düşüncenin ana soruları, cinsel kimliğin inşası, bu kimliklerin nasıl düzenlendiği, bu kimliklere atfedilen rollerin nasıl açığa çıkarılacağı ve bu kimliklerin özneyi nasıl mümkün kıldığı ve kısıtladığı etrafında yoğunlaşmaktadır. Biz de bu düşünceleri benimseyerek, temelde bir aktivizm yöntemi olarak, belli bir ideolojik gündemi olan bir mekân kurmak istedik; ayrımcılık, özgürleşme ve görünürlük mücadelesinde bu yöntem ile aktif rol almayı amaçlıyoruz.

KOLİ aynı zamanda kar amacı gütmeyen bağımsız bir sanat alanı. Bu bağlam bize; ana akım galeri mantığından uzak durabilme, modern sanat galerisi: “beyaz küpün” yarattığı güç ilişkilerinde soyutlanabilme imkanı tanıyor. Yani galeri mekanının tersine, sokak ile direk ilişkilenebilen, algıyı beyaz duvarlar ile sınırlamayan, sanata tedirgin edici bir dokunulmazlık, kutsallık atfetmeyen ve bunun yanında satış kaygısı gütmediğimiz için popüler olan konular dışına çıkabilen, sansürden çekinmeyen bir yapıyı benimsiyoruz. Mekanın ismi “Koli” kelimesi Lubuncada seks, partner gibi anlamlara geliyor; tabi Lubuncaya gönderme yaptığı kadar, beyaz küp olmama haline de işaret ediyor. Yani KOLİ gibi bir kutu, oradan oraya sürüklenebilecek, bozulup tekrar kurulabilecek, tedirgin etmeyen, fazla hassas olmayan; başka bir deyişle kirletmekten, dokunmaktan, temas etmekten korkmayacağımız, dolayısıyla denemelere açık, hatta deneyip yanılmayı, deneysel olmayı göze alabilen ve teşvik eden bir yer.

KOLİ Art Space’de şimdiye kadar neler oldu? Sergileriniz arasında “On İkinci Ev” adlı bir performans gösterisini de konuk ettiniz. Sergi dışında yeni performans gösterileri veya benzeri gelecek mi? Programda neler var?

Şu sıralar sekizinci sergimiz, Melis Bektaş’ın küratörlüğünü yaptığı “Birbirimizin Huzurunda” devam ediyor. Bu sergiden önce küratörlüğünü Mahmut Wenda Koyuncunun yaptığı Gülen Eren’in kayıplara odaklanan kişisel sergisi “Ayaklarımın Altındaki Toprak” gerçekleşti. Ondan önce Ahmet Rüstem Ekici, Ateş Alpar, Hakan Sorar ve Mert Çağıl Türkay’ın farklı disiplinleri bir arada kullandığı izleyeni, sanatçıların kişisel deneyimlerinden oluşan hikâyelerle örülü özel bir alana davet eden “Hadi Bana Geçelim” gerçekleşmişti.

Genel olarak, sergileri tanıdığımız küratörlere, işlerini sevdiğimiz sanatçılara teklifte bulunarak ve sonraki süreçte de hep beraber organize ederek ilerletiyoruz. Tabii ki önerileriler ve yeni tanışıklıklar da oluyor, bunları da değerlendiriyoruz. Örneğin; “Gurbette Hasret” isimli, Almanya’ya göç etmiş kadınların müzikal hikâyeleri üzerinden oluşturulmuş bir projenin sergisi vardı. İlk sergimiz “Senkron Video Sergileri” kapsamında gerçekleşen, kavramsal çerçevesi bedenin “geçirgen” olabilme ihtimali ve görünürlüğün akışkanlığı üzerine kurulu olan bir seçkiydi. İkinci sergimiz küratör arkadaşımız Melike Bayık’ın gözetleme, gözetim ve röntgencilik kavramları üzerine karma bir sergiydi. Daha sonra küratör Tuba Kocakaya ile sanatçı Özge Horasan bir sergi gerçekleştirdi. Ardından İsrailli sanatçı Yael Meiry’nin beden ve doğa, canlı ve cansız formlar arasındaki ilişkiyi boyut ve odağı bozarak bir ilüzyona çevirdiği “Artık Yalnız Kaldığımıza Göre” sergisi oldu. Yael’i Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Bölümünün gerçekleştirdiğimiz Fotoğraf Kitabı Festivalinde tanımıştık. “Hadi Bana Geçelim”de bir küratör ile çalışmadık, biz Ateş Alpar’ı davet etmiştik, o da diğer sanatçı arkadaşları davet etmek istedi; bu şekilde hep beraber işleri inceledik, üzerine tartışıp ortak kavramsal çerçeveleri üzerinden bir metin çıkardık ve sergileme düzeni belirledik. Kolektif bir çalışmanın sonucunda ortaya çıkan besleyici bir süreçti.

Melek Ceylan
On İkinci Ev (Melek Ceylan)

İkimiz de optik sanatlar alanından geliyoruz, fakat KOLİ’de, ilk kurduğumuz andan bu yana her zaman farklı disiplinlerden işlerin yer almasını da hayal ettik ve bu tip fırsatlar olduğunda kaçırmamaya çalışıyoruz. Melek Ceylan’ın tek kişilik oyunu “On İkinci Ev”, bir sokak tiyatrosu olarak KOLİ’nin vitrininde gerçekleştirildi ve izleyiciler oyunu sokaktan izlediler. “Hadi Bana Geçelim” sergisi esnasında Ateş Alpar, Hrant Dink’e adanmış “Tüm Sular Çatlağını Bulana Kadar” isimli bir performans gerçekleştirdi. Böyle projeler sayesinde mahalleyle olan ilişkimiz ilerliyor, insanlar merak ediyor ve kolaylıkla dâhil olabiliyorlar. Nitekim iki projede de sokaktan geçen insanlar durup uzun uzun seyretti, yakınlardaki kafeden, kıraathaneden geldiler, evlerin pencerelerinden izlediler.

İleriki aşamada da performansında sıklıkla dahil olabildiği, farklı farklı projelere devam edeceğiz. Nisan ayında “Senkron Video Sergileri” nin ikici ayağına dâhil oluyoruz ve New York’lu bir sanatçı Susan Silas’ı davet ettik. Sonrasında büyük bir ses enstalasyonu bizi bekliyor ve Haziran da, Onur ayında yine güzel bir proje neredeyse hazır.

KOLİ Art Space
KOLİ Art Space

KOLİ Art Space’in kuir sanatçılara alan açması, eşitlikçi ve kapsayıcı bir yaklaşım sergilemesi ve aynı zamanda işlerin farklı disiplinlerden olması dikkat çekici. Böyle olmasını kıymetli buluyorum. Bu çeşitliliğin komşularınızdan ne tepki aldığını da merak ediyorum. Lokasyon olarak henüz mahalle kültüründen uzaklaşmamış, esnafın olduğu bir yerdesiniz. Koli’nin komşularının bu çeşitliliğe yaklaşımı nasıl, gördüklerinizi sanat-toplum üzerinden nasıl okuyorsunuz?

Mahalleliyle olan ilişkiyi çok önemsiyoruz, KOLİ’nin üç cephesinin de pencerelerle kaplı olması sebebiyle dışarısı ile direkt ilişki kurmaya çok müsait, merak uyandıran ve içerisinin açıkça görülebildiği köşede yer alan bir dükkan. Bu yüzden sanat izleyicisi olmayan, yakınlarda oturan ya da sokaktan tesadüfen geçen insanların da çok ilgisini çekiyor ve sergileri izlemeye geliyorlar. Bizim de bu sayede çevredeki herkesle iletişimimiz gelişti, gelen giden selam veren çok oluyor. Genel olarak semt ile aramız iyi ama tabii ki yakalamaya çalıştığımız güvenlik alanına zarar gelmemesi için tedbirli olmaya çalışıyoruz, örneğin gürültü yapacağımız zaman çevreyi önceden bilgilendirmek gibi önlemler alıyoruz. Çünkü mahalle baskısının ne kadar kötü noktalara gidebileceğine dair deneyimlerimiz mevcut. Neyse ki bulunduğumuz lokasyonda yaşayan insanlar açık görüşlü, farklılıklara saygı duyan insanlar.

Yeldeğirmeni son zamanlarda oldukça popülerleşmeye başladı ve Kadıköy’ün merkezlerinden biri haline geldi. Değişmeye başlamasının yanı sıra hâlâ mahalle kültürü devam ediyor; yerli esnaf yoğunlukta, insanlar komşuluk ilişkilerine önem veriyor, birbirlerini yadırgamadan, alanlarına saygı duyarak yaşadıklarını gözlemliyoruz. Elitist bir yapısı olmayan rahat ve özgürce var olabildiğimiz, İstanbul’daki nadir semtlerden biri. Her ne kadar galerilerin çoğu Avrupa yakasında olsa da sanatçılar atölyelerini buralarda tutmayı tercih ediyorlar, yeni kurulmuş ya da sitelerden oluşan semtlere değil de, şehrin ruhunu hissedebilecekleri, İstanbul’un kaosunu yaşayabilecekleri Yeldeğirmeni gibi semtlere yerleşerek orada bir komünite oluşturuyorlar. Çevre esnafı, komşularımız bu anlamda sanatçılara ve etkinlik alanlarına alışkın. Ama şu sıralar hem ülkedeki yoğun enflasyon hem de Yeldeğirmeni’nin popülerleşmesi ile beraber fiyatlar yükseldi. Ayrıca mahalleye yeni yerleşen insanların ihtiyaçları doğrultusunda mahalle değişiyor, kafeler, butik restoranlar açılıyor ve fiyatlar iyice artıyor. Tabii ki mahalledeki eskiden beri yerleşik olan insanlar için bu durum dezavantajlı ayrıca pahalılık sanatçı atölyelerinin de başka semtlere kaymasına sebep oluyor. Şimdilik genel yapı hala karışık yerel esnaf, atölyeler ve yeni açılan kafeler iç içe geçmiş durumda aslında böyle olması çok güzel ama ne kadar daha devam eder bilemiyoruz.

KOLİ Art Space
KOLİ Art Space

Merakımla birlikte okulda sanat ve kültür yönetimi bitirmiş olmam galerileri ve tiyatroları bir mekândan öte görmemi, düşünmemi sağlıyor. Size bu düşünceyle şunu sormak isterim: Bir sanat alanını işletmek ne demek? Sanat alanlarının ve sanat işlerinin sürdürülebilir olması size ne ifade ediyor? Sanatta sürdürülebilir olmayı nasıl yorumluyorsunuz?

Aslında genel olarak anlatmaya çalıştığımız gibi; hem sanatçı olmamızdan ve sanat alanında yaşadığımız zorluklardan dolayı hem de feminist ve LGBTİ+ görünürlük mücadelesine bir katkı sağlayabilmek için bu alanı sürdürmeye çalışıyoruz. Bizim için KOLİ’nin ifade ettiği şey manifestomuzda da yazmaya çalıştığımız gibi; sanatsal deneyim ve işbirliği ekseninde dolaşan feminist ve kuir sanatçılar arasındaki diyaloğun desteği ile var olan, kapsayıcılık ve çeşitliliğin gücü ile beslenen, kimliğin ve cinsiyetin akışkanlığına odaklanan bir alan olabilmeye çalışmak.

Peki sürdürülebilirlik adına KOLİ’de neler oluyor?

Bizimki gibi kâr amacı gütmeyen ve çoğu masrafın ve emeğin bizim üzerimizde olduğu bir sistemi sürdürmek gerçekten çok zor. İkimiz de tam zamanlı çalışan ve aynı zamanda kendi üretimlerine aktif olarak devam eden kişileriz. KOLİ’yi kurarken aklımızda her zaman çoğalmak vardı, bizimle beraber çalışacak, fikir paylaşımında bulunacak, projeler geliştirecek ekibimizin bir parçası olacak birilerine ihtiyaç duyuyoruz. Neyse ki şimdiye kadar destekçilerimiz hep oldu ve olmaya devam ediyor, yeni mezun insanlar ya da bu alanda bizimki gibi inisiyatiflerin nasıl işlediğini merak eden, projelerin, sergilerin süreçlerine dâhil olup deneyim edinmek isteyen arkadaşlarımız oluyor. Ayrıca; mekânın sabit ve değişken giderlerine katkı sağlamak adına hibelere başvurmaya çalışıyoruz. Saha Derneği İnisiyatif Sürdürülebilirlik Fonunu bu yıl için bize destek oldu ve bizi oldukça rahatlattı, birkaç başvuru daha var akılımızda zamanla onlara da başvuracağız.

KOLİ’de farklı disiplinlerden sanatçıları ağırlamaya devam ediyorsunuz. Şu sıralar da Melis Bektaş küratörlüğünde “Birbirimizin Huzurunda” başlıklı karma sergi ziyarete açık. Sergisinden bahseder misiniz? Sanatseverleri ne tür işler bekliyor? Kimler yer alıyor?

KOLİ’de mümkün oldukça birbirinden farklı sergiler/etkinlikler düzenlemeye çalışıyoruz. Şuan devam eden “Birbirimizin Huzurunda” sergisinin küratörlüğünü değerli arkadaşımız Melis Bektaş gerçekleştiriyor. Sergi, yaşamın güvencesizlik ve kırılganlık içinden duyumsandığı bir zamanda beden ve kırılganlıkları bıraktığımız açıklıklar ve bağlantılar üzerinden yorumluyor, bize ait olduğunu hissettiğimiz ve bize ait olmayan bir dizi bakış açısıyla karşılaşılan bir alan yaratıyor. Sergide beraber co. , Pelin Çağlar, Umut Erbaş ve Mihriban Tandoğan sanatsal pratiklerinin genelindeki performatif ihlal; geçişlilik, geçicilik ve katmanlılığın yanı sıra beden, coğrafya, kültür, kimlik ve zihne dair yaşanabilirliği ve yararlanabilirliği ele alış biçimleriyle bir araya geliyorlar. “Birbirimizin Huzurunda” sergisi 9 Nisan’a tarihine kadar ziyaretçilere açık, merak eden herkesi bekliyoruz.

1988 doğumlu, Sanat ve Kültür Yönetimi mezunu, sanat ve kültür meraklısı.