Çikolata ambalajlarından, ilaçlı şekerlerden, salkım saçak floresan ışığından ve renkli kostümlerden oluşan çılgın dağınıklık.
Geçen seneden sonra ikinci kez Tiflis’ten merhaba. Georgian Showcase’in ikinci gününde Theatre on Atoneli’de The Pitchfork Disney’i izledim. 5 Mayıs’ta prömiyer yapan oyun yüz yirmi dakika, tek perde. Gürcistan Tiyatrosunda yeni yeni gelişen ve deneysel bir metot olarak benimsenen kolektif anlayışa göre, oyundaki dört oyuncunun dördü de yönetmenlik yapmış.
Londra’nın doğu yakasında loş bir odada geçen oyun Philip Ridley’nin hem ilk işi hem de gotik üçlemesinin ilki. 1991’de The Bush Theatre’da prömiyer yapmış. Şahane bir “in your face” örneği olan oyun, ilk sahnelendiğinde yarattığı tartışmalarla izleyiciyi ikiye bölmüş. Gençlerin ve isyankârların beğenip yerleşik eleştirmenlerin burun kıvırması sanatsal gerilimi alevlendirmiş. Dahası, bugün modern klasiklerden sayılan oyunun ilk seyircileri arasında fenalık geçirenler olmuş; oyun esnasında bir hemşirenin hazır beklemesi bile teklif edilmiş. Buna karşın günümüzde ne tiyatro sahnesinde yabancı olduğumuz ne de herhangi bir açıdan bizi şoka sokabilecek bir metin bu.
İlk kez Tiflis’te izlediğim bu oyun Türkiye’de Tiyatro Sıfır Nokta İki ekibi Korku Tüneli (2010) adıyla sahnelemiş. Ben festival kapsamında yabancı bir ülkede ve İngilizce üst yazı ile Gürcüce izlediğim için seyir deneyimimin belirli bir şekilde büküldüğünü not etmeliyim. Çünkü hem festivalde olmak başka bir deneyim hem konfor alanımın dışındayım hem de dil engeli birtakım boşluklara gebe. Fakat bu bükülme belirli avantajlar da getiriyor.
Dezavantaj gibi görülebilecek ve başka oyunlarda benim için hakikaten dezavantaj olarak işleyen dil engeli Pitchfork Disney’de işime yaradı. Tamri Okhikiani sahne ve kostüm tasarımı açısından güçlü bir iş çıkarmış. Bu sayede sözlerle kurulanın ötesinde insanı saran görsel etki alanının içine daha hızlı çekildim. Sesi ve sözü yutan bir üst tema olarak asılı duran ilksel korkuyu derinden hissettim. Çocukluğumdaki sözde anlamsız korkuların kökenine inmiş, bir mağarada geziyor gibiydim. Çikolata ambalajlarından, ilaçlı şekerlerden, salkım saçak floresan ışığından ve renkli kostümlerden oluşan çılgın dağınıklık büyüdükçe büyüdü içimde. Bir odanın loşluğunu —bilincin loşluğunu— plastik bir bilinçdışı ile sekteye uğratmaya yarayacak ne varsa hazır ve nazırdı. Oyun, yüz yirmi dakika boyunca talip olduğu dikkatimi, kurduğu atmosfer sayesinde canlı tutabildi. Metinde birkaç kez vurgulanan “kara yokluk” (black nothingness) ile duvarları ve yerleri kaplayan pembe kadife arasındaki bariz zıtlaşma, görmekten aldığım hazzı kışkırttı. Bu zıtlaşma dâhilinde, kız kardeş Haley ile erkek kardeş Presley’nin birer uzun tiradında duvardaki kadife kaplamaya sürtünerek iz bırakmasından dramaturjik anlamda büyük keyif aldım.
Haley ile Presley arasındaki erotik gerilim Tanrı olarak okuduğum Cosmo Disney’in Haley’e tecavüz etmesiyle son buldu. İlaçla uyutulduğu için olayların/“sohbetin” içinde görece az yer alan Haley’yi “Bakire Meryem” temsili olarak gördüm. Oyunda, kapalı bir bilinçle geçirdiği süre boyunca izleyicisi bile olmadığı bir gerçeklik onu yutarak beden bütünlüğüne saldırıyor. Ne var ki tecavüzün oral yolla stilize edilmesi[1] —seyir deneyimini bir ölçüde kolaylaştırsa da— bir fail olarak Tanrıyı daha az kötü kılmaya [ve niyet(ler)i bu ise, yönetmen(ler)i kurtarmaya] yetmiyor. On yıldır kayıp anne babalarının akıbetinden habersiz, helezonik, ilkel bir yaşam süren, çikolatayla beslenen 28’lik “çocuklar” Haley ve Presley, Cosmo Disney’in Darwin’i adıyla anarak işaret ettiği gibi, en rezil/hasta olanın hayatta kaldığını (survival of the sickest) kanıtlıyor. Haley uğradığı tecavüz sonucu Tanrıdan hamile kalabilir, böylece soyu nihayet ensest-dışı bir yolla devam edebilir, kendi gibi “şeker beyinli” bir İsa doğurarak kıyamet sonrası kara hiçliğe yeni bir peygamber hediye edebilir. İhtimaller açık. Son.
Künye
Oyuncu ve yönetmenler: Nikoloz Bakradze, Sofia Zeragia, Sandro Samkhradze, Lasha Mebuke
Sahne ve kostüm tasarımı: Tamri Okhikiani
Beste: Giorgi Gigashvili ve Nikala Zubiashvili.
“Showcase” hakkında
13. Uluslararası Tiflis Tiyatro Festivali, nam-ı diğer “Georgian Showcase” bu sene 22-27 Eylül tarihleri arasında gerçekleşiyor. İlk kez düzenlendiği 2009’dan bu yana festival kapsamında otuza yakın ülkeden beş yüz yirmi tiyatro profesyoneli ağırlanmış.[2]
Türkiye’de de bir kez (2022’de) zorlu koşullar altında hayata geçirilen showcase edisyonları birbirine gevşek olarak bağlı ortak bir mantığa dayalı: Ülkelerin kendi tiyatro sektörünü uluslararası tiyatro profesyonellerine tanıtması. Ülkeyi tanıtma yükünü açıkça sırtlanan seçkiyi kim(ler)in yaptığı, hangi tiyatroların üretime dâhil olduğu, etkinliğe uluslararası arenadan kimlerin davet edildiği, yerel halktan kimlerin biletlere maddi erişim sağlayabildiği ve son tahlilde tiyatronun kim için olduğu gibi sorular da bu vesileyle tekrar tekrar tartışmaya açılıyor.
[1] Dramaturg Yaşam Özlem Gülseven’e teşekkürler.
[2] Georgian Showcase’te bugüne dek üç yüz seksen beş Gürcüce performans, iki yüz küsur uluslararası (çift dilli) performans gerçekleşmiş.