Umur Talu’nun “Senin Adın Corona Olsun” kitabı Literatur Yayıncılık tarafından okuyucularına ulaştı. Eylül ayında raflarda yerini alan kitap “İnsanlığın Salgın Maceraları” alt başlığını da taşımaktadır. İnsanlar ve salgınlar arasındaki bağları birbirinden ilgi çekici hikayelerle bir araya getiren Umur Talu’ya SanatOkur okuyucuları için sunduğu bu söyleşiden dolayı teşekkür ederim.
Keyifli okumalar..
‘Senin adın corona olsun’ u kaleme almaya ne zaman başladınız? Kitapta okuduğumuz yoğun araştırmalarınızı sizi bir eserde toplamaya iten neden veya nedenler nelerdir?
Kitaptaki öyküleri önce günlük yazıyor, sosyal medyada paylaşıyordum. Tabii salgınla birlikte başladı. Sonra kitap projesi olunca, hepsini geliştirdim, genişlettim, yenilerini ekledim. Amacım insanların, asırların, salgınların, virüslerin, ülkelerin ortak tarihine ulaşmaktı. Salgınların tarih yapıcılığının hakkını teslim etmekti. Öncelikle de kendim öğrenmek istemiştim. Öğrendiklerimi de paylaştım.
Okuyucularınız senin adın corona olsun’u okumaya başladıklarında geçmişten bugüne yapılan detaylı araştırmalarınız ile karşılaşacaklardır. Siz, bize bu araştırma sürecinizden bahsedebilir misiniz?
Bilim insanlarına, tıp tarihi üzerine çalışanlara, tarihçilere sonsuz saygımla, hepsinden yararlandım ama başka bir kurgu yaptım. Bir gazetecinin bakış açısıyla. Merak edip o sokaktan şu sokağa, bir insandan bir diğerine koşturarak. Tabii karantina sürecinde, masa başında. Benim gazetecilik, gazete yöneticiliği hayatımın özü de bu sorgulama, “sorulama”ydı. Başta, çatısını günlük, her gün sıfırdan yazdığım için o yöntemle, hızlı araştırmayla. İz takip ederek. Şaşırarak.
Kitabınızın içeriğinde pek çok film, belgesel ve kitabın bahsi geçmektedir. Sizce şu an dünyanın en büyük sorunu olan pandemi süreci ile ilgili film, belgesel vb. çekilmeye başlanacak mı? Sizin bu konudaki gözlemleriniz nelerdir?
Kitaptaki filmlerin, kitapların bazıları doğrudan ilgili; bazıları adı geçen insanlarla ilgili. Elbette bu sürecinkiler de yazılacak, yapılacak, Çok sayıda olacak. Zaten karantina filmleri, dizileri çekiliyor; kitaplar da yazılıyor. Önemli olan soru şu: Ne anladık biz bu süreçten? Elbette cevaplar da çeşitli olacak.
Kitap içerisinde hikâyelerinizi aktarırken anlattıklarınızı çeşitli fotoğraflar ile desteklemektesiniz. Bu fotoğraflar üzerine çalışmalarınız daha öncesinde var mıydı? Bu fotoğrafları bir araya getirme süreciniz nasıl tamamlandı?
Hikâyelerin daha kısa versiyonunu sosyal medyada aktarırken, kendi çektiğim fotoğrafları kullanıyordum. Kitaptaki fotoğraflar ise “40 yıllık abim” ve kitabın itici gücü, editörü Fahri Aral’ın özenli ve üstat çalışması.
Kitapta birbirinden ilginç hikâyeleriniz ile salgınların insanlık tarihindeki etkilerinden bahsetmektesiniz. Sizin araştırmalarınız ve gözlemleriniz neticesinde salgınların insanlar üzerindeki en dikkat çekici etkisi nedir?
En önemli etkisi elbette öldürmesi. Daha önemlisi yok. 1918’de tarih Dünya Savaşı, Ateşkes, Sovyet Devrimi, Mütareke, İstiklal Savaşı olarak yazılmaya başlandı ama İspanyol Gribi salgını, adı anılmasa da tarih yapan ve 50-100 milyon insanı katleden bir faktördü. Bir önemli etki, salgınların yıkımına karşı, hijyen alanında yapılanlar. Sadece sonuçlarla değil, sebeplerle mücadele için. Elbette insanların mücadelesi, mücadeleci insanların bütün insanlığa kattıkları. Amacın insan öldürmek olduğu savaş meydanlarının değil, insan yaşatmanın kahramanları. Tarihin fay hatlarından biri salgınlar ve depremler gibi, epey bilgisiz ve hala hazırlıksızız. Bunu unutup ihtiras dünyasına dönmek daha kolayımıza geliyor.
“Meğer aslında insan, pergelmiş! Çizdiği dairenin dışına çıkabilmesi için, akıl ve vicdanının yani muhakemesinin duvarları yıkıp sınırları aşması gerekiyormuş.” cümlesi kitabınızı okumaya başladığımda beni çarpan cümlelerden biri oldu. Sizce yaşanılan bu sürecin insanlığın kendi çizdiği dairesinin dışına çıkabilmesine etkisi oldu mu?
Öyle bir umut doğmuştu ama pergel pergelliğini yaptı yine. Nefret, şiddet, aşağılama, ayrımcılık, ötekileştirme dili ve eylemleri, otoriterliğin maskeli-maskesiz halleri yine hâkim. İnsanlar ve devletler yeni normal değil, eskiden de beter normal ve normlar peşinde. Göremedikleri “düşman virüs”e karşı yenilen devletler (istisnalar hariç), yenebilecekleri, gösterebilecekleri, öfkeyi yöneltebilecekleri düşmanları arıyorlar veya arşivden çıkarıyorlar. Sadece devletler değil; tek tek insanlar da elbet. Virüsün iyi anladığı enternasyonalliği insanlar kavrayamıyor.
Kitaptaki hikâyelerin umulmadık sonları ile karşılaşınca zihnimde kadercilik, geçmişin bir şekilde tekrar tekerrür etmesi, bilinmeyen ve açıklanmayan ne kadar çok bilginin var olduğu gibi düşünceler zihnimde oluştu. Siz okuyucularınızın zihninde hangi düşüncelerin oluşmasını amaçladınız?
Ben zihinlerde düşünce oluşmasından ziyade, soruların oluşmasını tercih ederim. Binlerce makale yazarken de öyleydi. Tabii ister istemez sizin dediğiniz de oluyor. Kadercilik değil. Ama ortak kader, ortak keder, ortak mücadele, ortak merak, ortak endişe, ortak umutlar. Ana fikir sorsanız ille de, “çağların, insanlığın, ülkelerin, mücadelelerin, felaketlerin ortaklığı” derdim kitap için. Tabii devletlerin, insanların çoğunun ve ezberlerin pek sevmediği şeyler bunlar. Bu kitap o ortak kedere, ortak umuda bir saygı duruşu.
UMUR TALU
Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) ve Senin Adın Corona Olsun (Literatur) kitaplarının yazarı olan Umur Talu uzun yıllar boyunca farklı gazetelerde çalışmıştır. Medyakronik başta, birçok web sitesi ve dergide makaleleri yer almıştır. Ayrıca Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığı da yapmıştır.