Sümer Sayın, Berlin Senatosu’ndan aldığı araştırma fonu ile yakın dönemde ürettiği yerleştirmeleri Barın Han’daki PASAJ’da “Dünya Soğurken” başlıklı sergisiyle 25 Kasım-23 Aralık tarihleri arasında izleyiciyle buluşturuyor. Sergideki yerleştirmeler sınırları sorguluyor, mekâna müdahalelerde bulunuyor, yansımalar yoluyla algıda bükülmeler ve farklı perspektifler yaratıyor. 2014’ten bu yana çalışmalarına Berlin’de devam eden Sümer Sayın ile “Dünya Soğurken”i konuştuk.
Sevgili Sümer, söyleşi teklifimi kabul ettiğin için teşekkürler… Öncelikle kendinden ve işlerinden bahseder misin?
Merhaba Zeynep, ben teşekkür ederim. İstanbul doğumluyum. MÜGSF Resim Bölümü ardından Oslo Güzel Sanatlar Akademisi’nde yüksek lisansımı 2010 yılında tamamladım. 2014’ten beri Berlin’de yaşıyorum ve üretiyorum. İstanbul’u sık sık ziyaret ediyorum. Birçok uluslararası sergiye ve konuk sanatçı programına katıldım. Geçen sene SAHA’nın desteğiyle New York’ta ISCP konuk sanatçı programına katılmak benim için pandemi döneminin ardından son derece ilham verici ve motive edici oldu. Bu sene de PASAJ’da 23 Aralık’a kadar açık kalacak “Dünya Soğurken” başlıklı bir kişisel sergi yapmaktan mutluluk duyuyorum. İşlerimde genellikle var olan sistemlere ait olan öğeleri parçalayıp farklı şekillerde yeniden bir araya getirerek yeni anlam katmanları oluşturuyorum. Bunu yaparken genellikle hazır nesneler ve metal, seramik, ahşap, aynalar, taşlar vb. gibi yardımcı başka malzemeler kullanıyorum. Dünyayı nasıl algıladığımız, nasıl anlamlandırdığımız, çevremizde olup biten karmaşayı nasıl ve neye göre kategorize ettiğimiz ilgilendiğim temel meseleler arasında.
“Dünya Soğurken” ismini nasıl koydun? Sanatsal araştırmalarında ekolojinin yeri nedir?
Sergideki tüm işlerin temelinde dünyanın merkezi düşüncesinin muğlaklığı, doğanın her şeyi alt üst edebilecek gücü, bunun karşısında insanın yerküreye hükmetme hırsı, sınırların geçiciliği ve algının değişkenliği gibi kavramlar yatıyor. Serginin oluşum sürecinden itibaren küratör ve sanat yazarı Sinan Eren Erk ile iletişim hâlindeydik. Merkezi ilk anlamıyla yerkürenin orta noktası olarak düşünecek olursak, volkanlardan lavların taşması, soğuyarak taşa dönüşmesi, kıtaların bu süreçteki tektonik hareketler sonucu oluşması, merkezdeki sıcak sıvının soğuyarak kabuk hâlini alması gibi konulardan söz ederken Sinan Nazım Hikmet’in “Dünya soğuyacak” dizesini anımsadı ve bu dize sergiyle ilişkili olarak ikimize de çok anlamlı geldi. Sinan’ın sergi yazısı yazma sürecinde bu dize “Dünya Soğurken” başlığına evrildi ve bence sergi konseptine paralel bir anlatı katan derinlikli bir isim olarak yerini aldı. Sıcak sıvının soğuyarak kabuklaşması iyileşen bir yaranın metaforu gibi de geliyor. Diğer taraftan soğuyan bir dünya, savaşları, çatışmaları anımsatıyor. Öte yandan günümüzde çokça küresel ısınmadan bahsedilirken dünyanın değişken dengeleri üzerine düşündüren ironik bir başlık olarak da algılanabilir. Bir de tabii ki Nazım referansı var.
PASAJ mekânın sosyal bağlamına, birikimlerine ve belleğine odaklanan bir sanat inisiyatifi. Buna göre, “Dünya Soğurken”i hazırlarken PASAJ’da nasıl bir çalışma yürüttün? Bu sergideki işlerde mekânsallık hangi yönleriyle öne çıktı?
Bu sergi için kısa bir süreçte çok iş yapıldı diyebilirim. Bunu tabii ki işbirliğine açık bir çok kişiye borçluyum. Mesela Zamanın Etrafından isimli sanatçı kitabının ciltlerini Barın Han’ın giriş katındaki cilt evinde çalışan Turan Coşkun ile beraber hazırladık. Kitabın kapağındaki kabartma da burada bulduğum orijinal bir klişe ile yapıldı. Bu işin terastaki yerleşimi arkadaki panoramik çok katmanlı kent manzarasıyla da paslaşarak serginin bağlamına katkıda bulunuyor. PASAJ’ın mimari yapısı, Taşıyıcı Kolon isimli işime de ilham oldu. Burada mekânın eğimli tavanına dik olacak şekilde ayakları kesik bir tabure üzerine kitapların üst üste dizilmesiyle yamuk bir sütun, diğer bir deyişle basınçla kendini ayakta tutan hem de yıkılmanın eşiğinde duran bir yapı oluşturdum. Barın Han’ın matbaacılık tarihi de tabii ki malzeme olarak ağırlıklı olarak kitap ve kâğıt kullandığım bu sergiyi ‘mekâna özgü’ (site-specific) hâle getirdi.
Sergi metninde yer alan “Yerküre taşar, taşlar dağılır, toz gömülür, dünya soğur. Kıtalar oynar, ülkeler silinir, insanlar yer değiştirir, merkezler kaybolur,” cümlesi ilgi çekici. İnsan yapımı sınırların git gide yok olacağı bir geleceğe doğru ilerliyor muyuz sence, bu senin için nasıl bir ütopya olurdu?
Bu sözler sonuç itibarıyla böyle bir ütopyayı akla getiriyor ama büyük ölçüde de yıkımları düşündürüyor. Bu aslında hiç bitmeyen bir döngü. Yerkürenin doğası ve buna rağmen insanın ona hükmetme çabası… Yellowstone Volkanı harekete geçerse tüm Amerika kıtası yok olabilir gibi teoriler var mesela; biz bu esnada Trump’ın Meksika sınırına ördüğü duvarı konuşuyoruz. Bence insanlar giderek daha fazla fiziksel sınırlara hapsolurken ya sanal dünyada özgürlük arayışına giriyor ya da kendini daha özgür hissedebileceği yerlere göç ediyor. Çok sert ve katı duran yapılar bir noktada patlak veriyor, ona karşılık suyun akışına izin verecek geçişken yapılar kurmak, geçiciliği kucaklamak ve algılarımızın her zaman için öznel ve taraflı olduğu düşüncesini kanıksamak bir arada var olmak için daha çok alternatif yaratabilir.
Kitaplar ve basamaklı tabureyle yarattığın Taşıyıcı Kolon yerleştirmesi bir yandan küçük bir müdahaleyle yıkılacak gibi görünüyor bir yandan da hem kendini hem mekânı âdeta yamuklukla ayakta tutuyor. Bu iki aradalık insan yaşamına ve dünyanın geleceğine dair ne söylüyor?
Tam da az önce bahsettiğim basınç ile kırılganlık arasındaki ilişkiye dair sorular yöneltiyor aslında. Sert ve katı olan mı, yoksa esnek ve geçirgen olan mı daha sağlamdır? Sağlam ve kalıcı olanın peşinde mi olmalıyız, yoksa geçici ve uçucu olan mı daha değerlidir? Diğer taraftan mekândaki eğime ayak uydurmuş, araya kıstırılmış bir yapının ancak da yamukluğu sayesinde ayakta kalabileceğini görüyoruz. Bu da koşullara ayak uydurma, çarpıklığın içinde kendimize alan yaratma çabasını akla getiriyor. Kitapların bu yerleştirmede sıkışarak içi açılamayacak şekilde dizilmiş olmaları, bilginin sansürü ya da erişilmezliği gibi meseleleri de düşündürüyor. Yerleştirmede kullandığım tarih ve diğer teori kitaplarındaki tamamiyle nesnel olması mümkün olmayan bilgilerin tıpkı tuğlalar gibi birer yapı taşı olarak üst üste dizilerek yükselmesi ve ufak bir açının bütünde yamuk bir sütun yaratması da işin diğer bir parçası. Belki bu sanat yapıtına bakan başka biri daha farklı da düşünebilir, farklı anlamlar çıkarabilir. Soruya dönecek olursak, dünyanın geleceğine dair hissiyat tüm bunların bileşiminden ortaya çıkan bir belirsizlik sanırım.
Yerleştirmelerinde sıklıkla aynalara ve taşlara yer veriyorsun. Bunu Dünyanın Merkezi isimli işinde de görüyoruz. Ülkeler ansiklopedisi serisine ait kitap ciltlerini nasıl seçtin?
Aynalar yerleştirmenin içerdiği nesneleri birbiriyle etkileşime sokarken izleyicinin bakış açısını da işin bir parçası hâline getiriyor. Dünyanın Merkezi daha önce kitaplarla ve aynalarla oluşturduğum yerleştirmelerin bir devamı olarak ortaya çıktı. Ülkelerin yerküreyi nasıl parçalara böldüğünü düşünürken böyle bir ansiklopedi serisi buldum, kitapların sayfalarını çıkarıp ciltlerin iç yüzeylerini aynalarla kapladım ve bunları ülkelerin çizdiği sınırlar, ördüğü duvarlar, koyduğu kurallardan hareketle bir tür kabuk gibi ele aldım.
Peki, bu ciltlerin ayna ve taşlarla birleşerek oluşturduğu döngüsel ilişkiye dair ne söylersin?
Hem yerküreye ait doğal bir öge olarak çeşitli taşlar kullandım hem de kente dağılmış, farklı yerlerden taşınmış, kiremit ya da seramik parçalarını da işe dâhil ettim. Dünyanın merkezinden çıkan lavların soğuyarak taşa dönüşmesi, sonra bu taşların ufalıp kum ya da kile dönüşmesi, tekrar yerkürenin içine gömülmesi gibi bir döngüsellik doğada var bir kere. Sonra insan etkisiyle, siyasi ya da kültürel olarak ortaya çıkan merkez düşüncesi ve merkezin etrafında oluşan bir döngüsellik var. Tekrarlarla oluşan bir döngüsellik. Tanımların kesiştiği ya da ayrıldığı noktalarda aslında insan algısı devreye giriyor ve herkese göre merkez tanımı farklılık gösteriyor. İçi aynayla kaplı ciltler bu taşların arasında farklı açılarda dağınık şekilde dizilerek bu döngüsel dizilimin yarattığı merkezde kırılmalar yaratıyor.
Bir de bu ülkeler ansiklopedisine ait sayfalardan oluşturduğun Arta Kalanlar isimli bir dünya küresi var sergide. Sergiye dair bir yazı yazan Sinan Eren Erk’in işaret ettiği üzere “farklı geometrik şekillerin görüntülerine gizlenmiş döngüsel formlar ve hareketler” gerek burada gerekse genel olarak sanat pratiğinde nasıl bir yer kaplıyor?
Arta Kalanlar senin de açıkladığın gibi on ciltlik Ülkeler Ansiklopedisi’nin içinden çıkarttığım sayfaları spirale benzer bir formda üst üste dizmem ve bunu bir dünya küresi eksenine entegre etmemle oluştu. Aslında Taşıyıcı Kolon’da da olduğu gibi bu işte de bilgi ya da “içerik” yine istiflenmiş durumda, fakat erişilebilir değil. Zamanın, tarihin, haritaların, yerkürenin katmanlarının birbirine eklemlenmesi gibi, Arta Kalanlar’da dünya, bu ansiklopedik setin sayfalarının istiflenerek bir araya gelmesiyle oluşuyor. İnsan dünyayı ölçmeye ve anlamlandırmaya çalışırken bunu çoğu zaman eşit parçalara, eşit birimlere bölerek yapıyor, bu da kimi deformasyonlara, hatalara yol açabiliyor, tıpkı harita projeksiyon metotlarında ya da Greenwich’e göre belirlenen zaman dilimlerinde olduğu gibi… Bu işte de kürenin bir tarafı eksenin sol tarafına sıkışmış, öbür tarafı kâğıdın ağırlığıyla çökmüş ama bir taraftan da dans eden bir balerini andırırcasına ayakta duruyor.
Zamanı ve mekânı ölçme ve bunu yaparken eşit parçalara bölme yöntemlerinden bahsettin. Her Evde Farklı Kural işinde harita projeksiyon metodları uyguladığın bir halı deseni görüyoruz. Zamanın Etrafından isimli işinde de zaman dilimlerini yan yana ekleyerek katlanan bir kitap oluşturuyorsun. Bu işlerden biraz bahseder misin?
Her Evde Farklı Kural çocukken evimizde olan bir halının bir benzerine farklı harita projeksiyon metotlarını uyguladığım çizimlerden oluşuyor. Harita projeksiyon metotları temel olarak üç boyutlu bir objeyi iki boyutlu bir kâğıda aktarmayı hedefler. Bunu yaparken de ister istemez deformasyonlar meydana gelir, ya ölçülerde ya da açılarda… Şu anda Google’ın da kullandığı harita projeksiyon metodunda Kuzey Avrupa olduğundan çok daha büyük görünür. Ama dünya küresi düz çizgilere bölündüğü için bu metot pratik anlamda daha elverişli görüldüğünden hâlâ yaygın olarak kullanılıyor. Ne var ki bizler bu orantısız büyümüş kuzey ülkelerini farkında olmadan haritada göründükleri hâlleriyle kanıksıyoruz. Geometrik halı desenlerine farklı projeksiyon metotları uygulayarak aslında hem bu bozulmaları daha görünür kılmak hem de merkez kavramını bir de küçük ölçekte ele almak istedim. Büyük ölçekte dünyaya basıyoruz, daha küçük ölçekte bir ülkeye, giderek daha küçük ölçekte bir şehre, bir eve ve bir halıya… Bir bebek için dünyanın merkezi bir halı deseni olabilir. Burada yine algının gücü devreye giriyor. Zamanın Etrafından işinde ise dünya üzerindeki 24 adet zaman dilimi, Jules Verne’in Seksen Günde Devrialem kitabının başlığından esinle seksen kez çoğaltılıp yan yana eklenerek seksen günlük bir sürece tekabül eden, katlanan sayfalardan oluşan, iki cilde bağlı, başı ve sonu belli olmayan bir kitap oluştu. Kitap akordeon gibi açılmış hâlde panoramik olarak tavandan asılı bir rafta sergileniyor ve zamanın akışıyla mekân algısı arasında bir bağ kuruyor.
İçinde yaşadığımız üretim koşullarına ve üretimi mümkün kılan fonlara değinmeyi de önemsiyorum. Bu sergiyi Berlin Senatosu’ndan aldığın araştırma fonuyla gerçekleştirdin. Nasıl bir fon bu?
Bu destekler çok önemli, çünkü tam zamanlı sanatçı olarak var olabilmeyi mümkün kılıyor. Bu araştırma fonu kitap ve aynalarla oluşturduğum yerleştirmeleri geliştirmek amacıyla başvurmuş olduğum süreli bir fondu. PASAJ’daki sergi sürecine de denk geldiği için harika oldu. Bu şekilde bu dönemdeki üretimimi sergileme fırsatı buldum. Sergileme kısmı özellikle enstalasyon ile çalışan bir sanatçı için çok önemli, zira sergilenmeden iş son hâlini alamıyor. Umarım sanatçıya hem destek olan hem de özgürlük sağlayan bu tür fonlar Türkiye’de ve dünyanın genelinde de çoğalır.
Sergi açılışında Sinan Eren Erk’in moderatörlüğünde gerçekleşen konuşmayı dinlemek için: