Son yıllarda sanatçı atölyeleri, sanat meraklılarının ilgisini çeken dinamik mekânlar olarak karşımıza çıkıyor. Bu alanlar, sanatçıların yalnızca üretim yaptığı değil, aynı zamanda yaratıcı süreçlerini geliştirdiği ve kimi zaman izleyiciyle birebir etkileşim kurduğu yerler olarak öne çıkıyor. Bireysel ya da kolektif üretime ev sahipliği yapan atölyeler, bu yönleriyle farklı işleyiş biçimlerine sahip çok katmanlı mekânlara dönüşüyor.
Tarihsel olarak baktığımızda, Orta Çağ ve Rönesans dönemlerinde atölyeler çoğunlukla usta-çırak ilişkisiyle işleyen üretim merkezleriydi (Andrea del Verrocchio & Leonardo da Vinci, Domenico Ghirlandaio & Michelangelo, Fra Filippo Lippi & Sandro Botticelli vs.). Günümüzde ise atölyelerin önemli bir kısmı bireysel üretim ihtiyacına cevap veren, kişiselleştirilmiş çalışma alanlarına evrilmiş durumda. Bu dönüşümün ardında sanatçının hem fiziksel hem de düşünsel alanını özgürce biçimlendirme isteği yatıyor.
Bir mekânın sanatçı atölyesine dönüşmesi, yalnızca fiziksel bir üretim alanı olmanın çok ötesine geçiyor. Birçok sanatçı atölyelerini sadece üretim alanı olarak değil; sergileme, araştırma yapma ve izleyiciyle doğrudan ilişki kurma mekânı olarak da kullanıyor. “Açık Atölye Günleri” bunun bir örneğidir.
Bazı atölyeler hâlâ sanatçının kapalı alanı olarak kalırken, bazıları açık bir yapıya bürünerek izleyiciyle etkileşime açık bir forma kavuşuyor. Bu gözlemler, beni sanatçı atölyelerine dair bir seri hazırlamaya yönlendirdi. Bu seride, atölyeleri özel kılan dinamikleri keşfederken hem sanatçılarla hem de onların bireysel üretim mekânlarıyla tanışacağız.
İlk konuğum ressam Ataman Oğuz.
Kendinden bahseder misin?
Erzincan’ın bir köyünde doğdum. Sanat serüvenim, 1999 yılında Güzel Sanatlar Lisesine başlamamla birlikte şekillendi. Eğitimim süresince akademik sanatın büyüsüne kapıldım. “İdeal insan” kavramı ve anlatım biçimi, figür resmine olan ilgimi artırdı. Üniversitede güzel sanatlar eğitimi alırken insan bilimlerine, özellikle de “öteki” sosyolojisine ilgi duyduğumu fark ettim. Felsefe, müzik tarihi, antropoloji gibi disiplinlerle birlikte birçok sanat alanına yöneldim. Bu nedenle kendimi “sanat okuryazarı” olarak takdim etmekten memnuniyet duyuyorum. Sanat felsefesine olan ilgim ise beni ikinci lisans olarak felsefe eğitimi almaya yönlendirdi. Resimlerimde toplumdan uzak yaşayan münzevileri, meczupları ve kinikleri konu ediniyorum. Bunun yanı sıra tarihteki marjinal akımları – stilitler, mistikler, kalenderiler, bestialler gibi – araştırıp inceliyor ve eserlerimde işliyorum. Resim sanatının tarihinde “delilik” çoğunlukla damgalamanın ve çirkinleştirmenin bir aracı olmuştur. Ortaçağ kilise etkisinin bir yansıması olan bu anlayış, varsıl bir gelenek oluşturmuştur. Benim resimlerimde ise figürlerin yaşantısını, huzursuzluklarını ve içsel dünyalarını idealize edilmiş bedenler, tüten kafalar ve lirik bir beden diliyle ifade etmeye çalışıyorum.
Şu anda çalıştığın mekânın atölyen hâline gelme süreci nasıl şekillendi? Bu atölyede ne zamandır üretim yapıyorsun?
İstanbul’da bir atölyem daha var. Bu atölyemin ise izleyiciyle kurmasını dilediğim iletişimin merkezi olmasını istediğim için Beyoğlu’nda, İstiklal Caddesi’nde açmaya karar verdim. Tarihi Tokatlıyan Oteli’nin kültür ve cemiyet tarihimizdeki yerini düşündüğümde, benim için İstiklal Caddesi’ndeki en cazip alan burası oldu.
Senin de tanıklık ettiğin gibi, atölyemin bir duvarı sarı. İlk Çağ filozoflarının deliliği anlamlandırma çabalarında başvurdukları ilk sembolün sarı olması, bu tercihi benim için daha anlamlı kıldı. Tarihe bir gönderme ve anma alanı olarak tasarladığım bu duvar, coşkulu sarı rengiyle misafirlerimi karşılıyor.

Üretmek dışında atölye senin için ne ifade ediyor?
Atölye benim için sadece üretim yaptığım bir alan değil; düşüncelerimin şekillendiği, kendimi var ettiğim bir sığınak. Ayrıca burası yalnızca bana ait değil, sanata dokunmak isteyen herkesin kendini ifade edebileceği, birlikte üretebileceği, paylaşımın ve ilhamın çoğaldığı bir mekân. Sanata farklı şekillerde dokunmak isteyen herkesin kendini ifade etmesine açık olduğum bir yer.
Bu atölye bir canlı, bir koku ve bir ses olsaydı neler olurdu?
Bu atölye bir canlı olsaydı, kesinlikle bir bilge olurdu. Sanatçılarla sohbet eden, onlara bazen ilham veren bazen de hararetli tartışmalarla beslenen bir bilge… Yolu buraya düşen herkese kulak veren; duygu ve düşüncelerini, sanata dair arayışlarını hisseden ve hepsini bir potada eriten bir varlık…
Bir koku olsaydı, eski kitapların tozuna karışan boya kokusu olurdu. Atölyeye giren herkesin hafızasına kazınan bir esans olmasını isterim.
Müziği ise çok severim. Bu sebeple atölyem benim için iyi bir beste olmalı. Zamana meydan okuyan bir sanat musikisi ya da bir klasik müzik bestesi olduğunu düşünebilirim. Kimi zaman coşkulu kimi zamansa dingin ama kesinlikle ruhu besleyen bir ses…
Bir sanatçı atölyesini sadece üretim yeri olmaktan çıkartan unsurlar nedir?
Atölye, yalnızca bir üretim alanı değil aynı zamanda bir paylaşım, dönüşüm, etkileşim ve sergi mekânıdır. Sanatı tek başına var eden şey resim değil resmin içine sinmiş diyaloglar, tartışmalar, anılar ve hislerdir. Buraya gelen dostlarımın, sanatçı arkadaşlarımın bakışları, fikirleri, sesleri de mekâna karışıyor. Sanatın bireysel olduğu kadar kolektif bir deneyim olduğuna inanıyorum. Bu yüzden, atölyemde zaman zaman var olan söyleşilerin, buluşmaların hatta sessizce bir köşeye oturup düşünen insanların enerjisi bile çok kıymetli. Bence tüm bunlar, atölyeyi bir üretim merkezinden bir yaşam alanına dönüştürüyor.

Atölyenin görünmeyen ama senin için en önemli malzemesi nedir?
Atölyemin en önemli ve görünmeyen malzemesi fikirdir. Ellerimin uzandığı araçlar dışında asıl malzeme, zihnimde kıvılcımlanan düşünceler, tartışmalar, sohbetler… Burada bir kelime, bir bakış, bir suskunluk, bir şiirin iki dizesi bile sanata dönüşebilir. Bunun yanında atölyemin bulunduğu konumun üzerimde yarattığı hissi seviyorum. İstiklâl’in bitmeyen bir hareketi ve enerjisi var. Atölyemin burada olması kalabalığın içinde bir sığınak gibi, kaosun ortasında derin bir nefes veriyor. Bu da üretim sürecime katkıda bulunuyor.
Atölyeler ayrıcalıklı alanlar mıdır? Ziyaretler esnasında seni rahatsız eden durumlar oluyor mu? Nedir onlar?
Atölyeler, sanatçının iç dünyasını açtığı özel mekânlardır. Burası benim için özel bir alan ama aynı zamanda paylaşımın da önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden atölyemi dostlarıma, sanatçılara, sanata ilgisi olan insanlara açık tutuyorum. Buraya gelenlerin sanatla samimi bir bağ kurmasını, sanata temas etmesini istiyorum. Ancak ziyaretler esnasında sanat üretimini yüzeysel bir tüketim nesnesi gibi gören bakış açıları olursa bu beni rahatsız eder. Sonuç olarak atölyeler hem özel hem kolektif alanlardır. Sanat deneyimini paylaşmak isteyenlere kapısı her zaman açık ama sanatı ruhuyla anlamayanlara mesafeli.
Atölyeni bir günlüğüne bir sanatçıya verecek olsaydın bu sanatçı kim olurdu?
Atölyemin her köşesini yaratım için sonsuz olanağa dönüştürecek olan Henri Matisse’in kullanımına sunabilirdim.
Son olarak atölyende bir günün nasıl geçiyor?
Çalıştığım her resmin birden fazla ön çalışması olduğundan, atölyeye girer girmez genellikle yarım kalan işleri tamamlamaya yönelirim. Motivasyonum olmasa bile işimi bitirmeye özen gösteririm. Yaptığım resimlerin doğası gereği pratik çok önemli olduğundan, anlamlı bir sonuç çıkmasa bile mutlaka masamda ya da şövalemde çalışırım.
Haftada bir ya da iki gün modelim gelir ve atölyede en stresli anlarımı o zaman yaşarım. Resim dilimde bedenin huzursuzluğu anlatının önemli bir parçası olduğundan, modeller genellikle uzun süre duramayacak pozlar alır. Bu da belirli bir süreden sonra kramplar ve fiziksel zorlanmalar yaşanmasına neden olur. Bu yüzden oldukça hızlı çalışmak ve zaman baskısı altında kalmak zorunda kalırım. Ancak bu özel durumların dışında günlerim genellikle renkli ve verimli geçer.