Başlarken dinle: Bear’s Den / Berlin
Bir şehir ve eyalet hatta aynı zamanda başkent ki belki de ona pandoranın* açıldığı yer demek daha doğru olur. Üstelik o kutuya ve içinde tutsak kalan yegane varlığa yürekten bağlılığını erinmeden tüm dünyaya defalarca gösteren de yine odur. Aksi takdirde onca ağırlığı, utancı, çaresizliği omuzlarında nasıl böylesine bir vakurlukla taşısın?
Ne sokaklarında gezen bisikletli aşıkların telaş ve korkuyla ellerinden düşürdükleri kiraz çiçeklerinin tank paletleri altında kalması devirdi onu ne de usturlabla çizilmiş gibi koyun koyuna uzanan mahalleleri içinde yaşayan insanlarının arasına çekilen beton bir perdenin karanlığı çökertti avurtlarını. Sahip olduğu şey ise kutunun içinde kalandı.
umut!
Farsça ‘beklenti’ anlamındaki اُمِيد (umīd) sözcüğünden dilimize girip ‘ummak’ anlamına gelen ‘um-’ fiilinden Türkiye Türkçesindeki ‘+ut’ ekiyle türetilen ve ‘ummaktan doğan güven duygusu’ anlamına gelen isimdir. Umut yani hoffnung*. Yani asla nereye koyduğumuzu unutmamamız gereken en önemli şahsi eşyamız. Her şehrin bir isim karşılığı olsaydı şayet; sanatın, kültürün, tarihin ve Almanya’nın başkenti Berlin’i tarif edecek daha uygun bir ad sanırım bulunamazdı.
Almanya, sadece Schengen vizesi karşılığında bizlere tüm cömertliğiyle inanılmaz bir sosyal, tarih ve kültürel zenginlik vaat etmektedir. Sabahattin Ali’nin ‘Kürk mantolu Madonna’ adlı eserini, -hem doğusunu hem batısını bilmesinden ötürü- bu seyahatinizde size uysal bir yol arkadaşı olarak önereceğim. Tiergarten çevresini ise hem günlük sabah yürüyüşümüzü yapabileceğimiz hem de ziyaret edeceğimiz noktalara mesafesi bakımından konaklayacak bölge olarak seçmemizde fayda var.
Bu eşsiz parkın kalbinde bulunan Zafer sütunundaki 35 tonluk ağırlığı, 8.3 metrelik yaldızlı tanrıça Victoria Büstü -Berlinlerin Altın Elsa’sı- tüm zarafetiyle bir nevi Berlin’e göz kulak olmaktadır. İlk günümüzde Tiergarten’da gezerken dönemin Altın Elsası Marlene Dietrich’in ‘Lili Marleen’ isimli şarkısına kulak vererek şehir hayatımızın korna ve mekanik gürültüsünü unutabilir, gün sonunda da güneşin Berlin’i terkederken oluşturduğu enfes şöleni ‘Monkey Bar’ ‘daki hafif bir akşam yemeğiyle izleyebilirsiniz. Dönüş yolunda ise Reinhard Mey’ın eşsiz klasiği ‘Gute Nacht Freunde*’, size otelinize kadar eşlik edecektir. Sözlerinin naifliğine kulak vermenizi istirham ederim. Gitmenin ‘en insani hali’ daha güzel işlenemezdi herhalde.
2. günümüze güzel bir kahvaltı sonrası derhal başlayabiliriz zira enfes bir kahveden evvel görmemiz gereken iki yer var. İlk durağımız on iki sütun, altı giriş ve altı çıkış kapısına sahip Brandenburg Kapısı. Üzerinde, dünyanın birkaç noktasında daha karşılaşabileceğimiz ve Antik Yunan simgelerinden 4 atlı zafer arabası ya da diğer adıyla chariot* bulunan bu kapı ‘Birleşmiş Berlin’’in simgesidir. 1793 yılında dönemin en ünlü Alman heykeltıraşlarından Johann Gottfried Schadow tarafından yapılan bu yapı, dünyanın en meşhur quadrigasıdır.* Sıradaki durağımıza giderken ki yürüyüşümüz tempomuzu Avrupa’nın en iyi 3. orkestrası olarak kabul edilen Berlin Filarmoni Orkestrası’nın, gelmiş geçmiş en etkileyici Alman piyanist ve besteci Ludwig van Beethoven’a ait Symphony no.9 in D minor opus 125 ‘choral’ performansı belirleyecektir.
Sonraki durak, her yıl buz pisti ve Noel pazarının kurulduğu kent meydanı Gendarmenmarkt. Kahve molası için biçilmiş kaftan.. Birbirine tıpatıp benzeyen, küskün ikiz kardeşler misali homurdanan Fransız katedrali ve Alman Katedrali arasındaki bu meydan 1773 yılına kadar meydanda görevli atlı süvari birliği ‘Gens d’Armes’ dan adını almaktadır. Ortadaki yapı günümüzde Konser Binası olarak hizmet vermektedir. Katedraller ise içlerinde seyir terası, Alman Tarihi müzesi ve restoranlar barındırmaktadır.
Şehrin büyüsüne Bode Müzesi’ni ve Berlin Katedrali’ndeki işçiliği incelerken daha da kapılacak, Pergamon Müzesi’ndeki parçaların ülkemizden nasıl götürüldüğünü(!) öğrendiğimizdeki hayal kırıklığıyla tekrar kendimize geleceğiz. Bu koşturmacada siz de Raif Efendi* gibi zaman kavramınızı kaybedebilirsiniz. Tam da o anda 2009 Nobel Edebiyat ödülü sahibi Rumen asıllı Alman Herta Müller’in ‘Keşke bugün kendimle karşılaşmasaydım’ romanında dediklerini hatırlatmamız gerekebilir. “Ay bu vakitlerde tükenmiştir artık, sonunda nereye gideceğini bilmez. Hava aydınlandığında göğün yeryüzünün yakasını bırakması gerekir” . Belki biz de nerede ve kim olduğumuzu müthiş Spree’nin deviniminde düşünebilir, çoğu şeyin yakasını o an bırakabiliriz.
Son olarak rotamız Utanç/Berlin duvarının en önemli 3. geçiş noktası olan ‘Checkpoint Charlie’ yani ‘C Kontrol noktası’. Bu geçiş kapısı o dönemde sadece müttefik askerleri, büyükelçiler ve aileleri, yabancılar, Federal Almanya’nın Demokratik Almanya’daki temsilcileri, çalışanları ve Demokratik Alman üst düzey yöneticileri tarafından kullanılabiliyordu. Bu nokta aynı zamanda tarihe 3. Dünya savaşının başlamadığı(!) nokta olarak da geçmiştir. Zira takvimler 27 Ekim 1961’i gösterirken Sovyet ve Amerikan askerleri bu noktada burun buruna gelmiş, birbirlerine silah doğrultmuş şekilde 16 saat beklemişlerdir. Soğuk savaş dönemindeki gerginlik içerisinde ilk sıcak temas olan o an, yanlışlıkla çekilecek bir tetikle belki de yepyeni bir dünya savaşının habercisi olacaktı. Neyse ki o an oradaki herkes savaşın ne demek olduğunu acı bir şekilde tecrübe etmiş bir kuşaktı ki böyle bir şeye kimsenin eli varmadı..
Berlin ve büyük çerçevede Reich, kasım ayı dendiğinde bir utanç gecesi, kristal gece ile anılır. Her şeyin başlangıcı kabul edilen bu gece yarısı yaşananlar, Yahudilere ait mülklerin ve sinagogların talan edilip yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği bir gece olarak tarihin kanlı sayfalarına geçmiştir. Berlin, bu yaşananlar ile Avrupa’yı yeni bir dünya savaşına sürüklerken, 1740 kilometre ötede, bu insanlık dışı savaşın birincisine adeta zorla soktukları bir ulusun yüreği kanıyordu. Yan mahallede çıkardığı kavgadan dönen çocuklar misali sığındıkları ve bu iki sığınmacı yaramazı sahiplendiği için bu savaşlardan birincisine katılmalarına sebep oldukları o ulusun kalbi, bu yaramazların yeni isimleriyle geçmesine izin verdikleri İstanbul boğazını en güzel yerinden gören bir sarayda bu yaşananların ağırlığına dayanamıyordu artık. O ulus, tüm kasımpatı çiçeklerini solduran, tekmil herkesi soluksuz bırakan bir radyo haberiyle uyandı kristal gecenin sabahına. Radyo başındaki herkes, yayını kesen Spiker Baki Süha Edipoğlu’nun titreyen sesiyle dondu. Tek nefeste okudu önündeki metni Edipoğlu..
“Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin resmi tebliğidir. Müdavi ve müşavir tabiplerin neşredilen son raporu, Atatürk’ün dünyaya gözlerini kapadığını bildirmektedir. Bu acı hadise ile Türk Vatanı büyük kurucusunu, Türk milleti ulu şefini, insanlık büyük evladını kaybetti. Milletimize içimiz yanarak, bu tarife sığmayan ziyadan dolayı en derin taziyelerimizi sunarız.”
Son satırları, Ulu Önder’in de çok sevdiği ve ezbere söylerken gözlerinin dolduğu söylenen eseri dinlerken okumanızı rica ediyorum. En sevdiğim Alman’dan.. Jonas Kaufmann’dan.
‘E lucevan le stelle’..
ve ‘O’ yıldız hala parlıyor..
Berlin gibi bir yerde onlarca müze, sanat galerisi ve mimarinin tamamını yaşanmışlıklarından bahsetmeden anmak, gezmek elbette ki mümkün değil. Naçizane önceliklerim olarak sizlere sunduğum bu noktaları keyifle ve kaygısızca gezmeniz temennisiyle.
Umudunuzu kaybetmeyin. O da giderse şayet kaybedecek başka bir şeyimiz kalmaz.
İyi yolculuklar.
Pandora : Mitolojik eşya , bkz. : https://tr.wikipedia.org/wiki/Pandora%27n%C4%B1n_Kutusu
hoffnung : almanca ‘umut’
Freunde das Leben ist Lebenswert : alm. ‘arkadaşlar hayat yaşamaya değer’
Gute Nacht Freunde : Alm. ‘İyi geceler arkadaşlar’
Chariot : Antik Yunanda savaş arabası
Quadriga : Latince 4 at anlamına gelen ve yan yana koşulmuş 4 at tarafından çekilen arabaları temsil
eder. Genellikle Tanrıların arabası olarak adlandırılır ve zafer alaylarının simgesidir.
Raif Efendi : Kürk Mantolu Madonna kitabı ana karakteri
Reich : 1871’den 1945’e kadar olan Alman ulus devletinin Alman dilinde anayasal ismi
Kristal gece : Kristal Gece veya diğer bilinen adıyla Kırık Camlar Gecesi, (Almanca: Kristallnacht), 1938’de 9 Kasım’ı 10 Kasım’a bağlayan
gece, Nasyonal Sosyalist Parti idâresi tarafından Yahudilere düzenlenen kanlı ve ölümcül saldırıların gerçekleştiği gecenin adıdır. Kırılan ve
sokağa dökülen camların karanlıkta parlamasından dolayı böyle bir adlandırma yapılmaktadır.
[…] teknikleri geleneksel dışavurumculukla birleştire bir sanatsal uslüp geliştirdi. 2023’te Berlin‘de bulunan Notagallery’de ve 2024’te Münih’te Galerie Benjamin Eck’te […]
[…] Berlin’de yaşayan Müzisyen Özgül Akgül’ün geleneksel stildeki melodileri, elektronik müzikle harmanlayarak özgün bir müzik deneyimi sunduğu ilk albümü “Hediye” piyasaya sunuldu. Sanatçının kendi bestelerinin ve düzenlemelerinin yanı sıra geleneksel ezgilerin de yer aldığı ilk albümünde, albüme ismini veren “Hediye” şarkısı, Akgül’ün hem büyükannesine ve köklerine bir saygı duruşu sunarken hem de sanatçının İstanbul’a olan özlemini yansıtıyor. Enstrümantal tınıların dinleyici zaman zaman coştururken zaman zaman da duygusal yoğunluğa sürükleyeceği albüm bir yol arkadaşı niteliği taşıyor. […]
Gitmeden bile bu güzel yerleri hissettiren emek için teşekkür ediyor, sevgilerimi sunuyorum.