Demirhan Baylan multidisipliner olarak; şarkı sözü yazarı, besteci, enstrümanist, ses mühendisi gibi birçok kimliğini müziğin hizmetine sunmuş bir müzisyen. Solo kariyerindeki sorgulayıcı – derin sözleri ve özgün müzikal yapısı ile ürettiği şarkılarını keşfedenlerin bir daha Demirhan Baylan müziğinden kopabileceğini sanmıyorum. Bunun yanı sıra enstrümanist Demirhan Baylan da katıldığı grup ya da projelerde varlığı hemen fark edilen, kendi tarzını bulunduğu grubun müziğine katabilen, müziğinin kimliği olan biri. Aslında Demirhan Baylan’ın müziğe verdiği emek de benim bahsettiğim uğraş verdiği müziğin değişik alanların sayısı da çok daha fazla… Bunların hepsini nasıl harmanladığının ve ortaya tek bir Demirhan Baylan mı çıkıyor sorusunun yanıtını bizzat sahibinden öğrenmek üzere buyurun sohbetimize…
“Şöhret dediğiniz benzerler arasında seçilmiş en iyiler… Eğer benzemiyorsanız kimseye, kim ne yapsın sizi?”
Demirhan Baylan
Müziği, giriş cümlemde belirttiklerimin çok ötesinde yazan, besteleyen, söyleyen, çalan ve kayda alansınız; hatta kapak tasarımları ve klipleri ile de uğraşan… Müziği çok iyi bilen bir ses mühendisisiniz. Sanatınızı icra ederken tarzınızı ortaya koyma başarınızı, tüm bu özelliklerinizin yanı sıra; popüler olma kaygısı taşımamanıza bağlayabilir miyiz?
Şu “popüler olma kaygısı” konusuna kendi açımdan bir açıklık getirmeye çalışayım. “Popüler olmak önemli değil” desem açıkça yalan söylemiş olurum. Elbette ki popülaritenin olağanüstü avantajlarının farkındayım ve çoğu zaman bu avantajlara sahip olmamanın sıkıntılarını çekiyorum. Gerek sosyal gerekse ekonomik açıdan şu an yaptıklarımı çok daha farklı bir noktada yapıyor olabilirdim. Orası kesin. Yani “popülariteyi reddeden sanatçı” maskesinin arkasına saklanmayacağım. Bir şarkımdan alıntı yapayım; “para dediler, kadın dediler, evet hepsini isterdim, ama içerde kuşku tanrısının buyruklarına kandım”. Popülarite belli meslek grupları için önemli, yararlı ve hatta elzem. Toplum, sistem, içinde bulunduğunuz meslek grubu bunu size mümkün kılıyor. Vermeyerek de cezalandırabiliyor. Benim kişisel durumum için, topluma karşı büyük bir günah işlemiş olmalıyım diyorum. Mesela bunlardan biri bazı kurallara uymama günahı olabilir. Haha… böyle düşününce daha artistik, daha romantik oluyor sanki… 🙂
Şöhret, popüler olmak, bunlar artık başlı başına bir meslek kabul edilebilir sanırım. Temelde yaptığınız işin çok da bir önemi olmayabilir. Daha doğrusu; temelde yaptığın iş “şöhret olmak” olabilir. Kolay da iş değil. Her babayiğidin yapabileceği bir meslek değil bu. Sanırım benim yetenek alanımda değil. Durumu böyle de açıklayabilirim. Veya… şu da söylenebilir; şöhret dediğiniz benzerler arasında seçilmiş en iyiler… eğer benzemiyorsanız kimseye, kim ne yapsın sizi?
Bir de şöyle bir yaklaşım olabilir; eskiden birtakım marifetlerin karşılığıydı şöhret. Bu marifetler artık teknolojik cihazlara delege ediliyor. Her geçen gün de daha fazla. Yakında makinalara aklımızın sınırlarının dışında marifetleriyle bizi ezip geçecekler. Şöhret artık bambaşka bir şey olacak. Buna da yaş itibariyle yetişmem mümkün değil… işte! Çeşitli açıklamalarım. 🙂
Ses mühendisi bir müzisyen olarak bunca yıl ve deneyiminizle; işin mutfağı ve sahne önü arasında tercih yaptığınız zamanlar oldu mu?
Elbette. O kadar farklı şartlarda, farklı işlere girip çıktım ki bazen tercih şansım oldu. Ama çoğunlukla durum bu değil. Şartlar sizi bir yerlere yerleştiriyor. Ama müzik etkinliğinin bir ucundan tutayım da önü, arkası fark etmez. Her şeye rağmen müzik dünyası iyidir. Her şeye rağmen diyorum… işin çok acınası sefillikleri yok değil. Ama idare ediyoruz işte.
Birbiriyle bu kadar iç içe alanlarda profesyonelce yer almak; bir şarkının en temel yapısından sunumuna kadar içinde bulunmak avantajlı olsa da sizin açınızdan zorlukları ya da dezavantajları da var mı?
Dezavantaj olarak 2 konu geliyor aklıma. İlki kendini sıfatlandırmak, tanımlamak, tanıtmak. “Ne iş yapıyorsun?” sorusuna “müzikle uğraşıyorum” diyorum çoğunlukla. “Amatör olarak herhalde” diye düşünüyorlardır sanırım. Mesela “Şarkıcıyım!” diyebilsem işim daha kolay olurdu.
İkinci sıkıntılı nokta da birden çok şapkası olduğuna göre hiçbirinde yeterince iyi değildir. Bununla da başa çıkması kolay değil. Doğrusu ya, bazı şapkalarda hiç de fena değilim.
Müzik kariyeriniz boyunca solistlerle çalıştınız, grup müziği içinde yer aldınız (bu gruplar Türkiye Rock tarihi için çok önemli gruplar ve müzisyenler, özdeşleştiğiniz Bulutsuzluk Özlemi zamanlarınız ve güncel olarak Kesmeşeker ilk aklıma gelenlerden…) ve bu arada solo projeler yapıyorsunuz. Grup ve solist projeleri daha çok iyi müzik ve sahne odaklı gibi, solo çalışmalarınız da içinizden geçen müziğinizi sizinle aynı frekanstakilere ulaşıyorsunuz gibi bir görüşüm var. Bilmem katılır mısınız?
Evet, gerçekten de öyle görünüyor. Artık bu durumu ben mi inşa ettim, hayat mı beni buraya getirdi bilemiyorum ama kendi adıma yaptığım müzikler iyiden iyiye kendi içime kapanmış gibi. Öyle olunca da elbette ancak çok yakın frekanstaki insanlar anlayabiliyorlar neler döndüğünü. Komik olan şu; bu durumu bilinçli bir şekilde oluşturmadım. Kendiliğinden buraya geldi bir şekilde. Ama sanatla ilgili eskiden yazdığım bazı yazılara bakıyorum da kendimi oldukça tutarlı buluyorum. Nasıl olduysa bir inanmışlığım var. Müzik ve sanat dünyasının gidişatına bakınca benim ve ortaya koyduklarım için hâlâ bir yer var gibime geliyor. Hatta belki yeterince şanslıysam eskisinden daha ciddi ve derinlikli bir yerim olabilir diye görüyorum. Ama bizim işte şu “şeyh uçmaz, cemaat uçurur” lafı çok geçerlidir. Benim ne halt ettiğime uyanacak, şartları uygun, kafası açık birkaç kişiye bakar. Belki denk gelirse herkesin faydasına.
2019 yılında çıkardığınız son albümünüz “Anarko Romans” öncesinde de şarkı sayıları da doyurucu olan dolu dolu albümlerinizi müzikseverlerle buluşturmuştunuz. Sonrası daha single ve bir de 2022 başında çıkardığınız 4 şarkılık EP’niz “A Yüzü Akustik”i yayımladınız. Yani sanki single ağırlıklı bir yayımlamaya siz de dönmüş gibisiniz.
Elbette bunun en önemli nedenlerinden biri günümüzde çıkan albümler gereken ilgiyi ve hak ettiği sürede gündemde kalmayı karşılamıyor ve bunun sonucu olarak da herkes single’a yönelmiş durumda… Siz de albümler ve single’lar çağının ikisini de yakalamış bir müzisyen olarak; single çalışmaları üzerine ağırlık kazanan bu dijital yeni dünyayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu konuda konuşmak lazım gerçekten. Önce şöyle tersten bir düşünce çalıştırmayı deneyeyim. Format önemli konu. Albüm dediğimiz format belli bir dönemin sunduğu bir imkân. Öncelikle plak, sonra kaset ve sonra da CD’de devam etmiş bir ürün paketleme yaklaşımı. Öyle haddinden fazla da buna değer biçmek şart olmayabilir. Bu bir “paket”. Ama “şarkı” (single, tekli falan değil, şarkı) yüzyıllardan beri kullandığımız bir hikâye kalıbı, öğesi… ya da ne diyeceksek artık. Müzikal bir yapı yani. Başka müzikal yapılar da var elbette. Aslında bunlar da bir nev’i “paket”. Belki de “enformasyon paketi” diyebiliriz. Hani şu bilgisayar iletişiminde kullandığımız paketler gibi. Ama plak/kaset/CD formatı tamamen alet edevatın direttiği, mümkün kıldığı (mecbur bıraktığı) paketler. Böyle bir zorunluluk kalkınca şarkı formatına geri mi döndük yoksa? Ama bir dakika… şarkı formatından hiç ayrılmamıştık ki. Albümlerin amacı (firmalar açısından) mümkün olduğunca çok şarkı çıkarıp, hit şarkıyı yakalama olasılığını artırmak değil miydi? Albümü albüm gibi kullanan çalışmalara (bazılarının biraz da küçümsediği) “konsept albüm” denmiyor muydu? Neyse tüm bunlar bir yana… albüm formatı, kapağıyla, üretimiyle, koleksiyon olabilmesiyle falan filan hâlâ çok sevdiğim bir format. İster kaset, ister CD, ister plak olsun.
Ve hemen bir önceki sorumla bağlantılı olarak; Demirhan Baylan’ın o ilk şarkısı başladığında dünya ile bağımızı kestiğimiz albümlerin yenisinin -tüm bu şartlara rağmen- yine biz müzikseverlerle buluşma ihtimali var mı?
Var elbette. Daha doğrusu, heves var da işin ekonomisi sallantıda. Onu çözebilirsem yapacağım.
Konumuz müzik ve özellikle de gelişimi; şu an ki durumu olunca bir hayli ciddileşiyor her şey. Buna telifler, sahne güvenliği…. Ekleyebilecek çok daha fazla ciddi ve önemli gündem var. Müzisyenler tüm bunları çözme gücü olan birlikte hareket etme gücünün yetkisini teslim ettikleri meslek birlikleri böylesi ciddi konularda sizce nerelerde eksik kalıyor olabilirler?
Çok geniş bir soru oldu bu. Ama şöyle çok kabaca bir çerçeve çizersem sanırım konu hakkındaki bakış açım anlaşılır. Müzik piyasası veya daha genel anlamda sanat dünyası diyeyim diğer hiçbir uğraşa benzemeyen, başlı başına orijinal bir canavar. Bu işi en başından diğer etkinliklerde çalışan yöntemler, formüllerle çözmeye çalışmak zaten çözülemeyecek bambaşka dev bir sorunu yaratmak oluyor. Öncelikle bu dünyayı yaratan insanların karakter yapılarının ne kadar anarşik olduğunu tanımak lazım. Bu insanlar öyle bir fabrikada, büroda falan çalıştırıp, kontrol edebileceğiniz yapıda insanlar değil. Bu sebeple çözüm formüllerinin bizzat bu insanlardan gelmesi lazım bence. Ama söylenenin aksine o insanlar çözüm istiyorlar mı, emin değilim. Sanatçı milletinin gerçeği bir tabudur, pek dile getirilebilir değildir. Bu sebeple özeldir zaten. Şu an bunları söylerken de kendime sansür uyguladığımı hissediyorum. Umarım konunun duygusunu veren, yeterince karışık, çelişen bir açıklama olmuştur diyeyim. 🙂
Meslek birliklerinin işi hiç de kolay değil doğrusu. Üstelik bir de şöyle bir engelimiz var; konular üzerinde düşünen, yazıp, çizen entelektüel sayımız oldukça az. Bu sebeple de bu konuda lider diğer toplumlardan bekliyoruz yeni çözümleri, fikirleri. Onlar geliştirince nasılsa ithal ederiz, kullanırız diye bakıyoruz. Ama onlarda da durum vahim, kafalar karışık. Bizdeki ithalatçılar da durumdan hoşnut değildir sanırım. 🙂
Sosyal medyada takip etmekten en keyif aldığım müzisyenlerden birisiniz ama bazen çok sık yer alırken, bazen kayboluyorsunuz. Sosyal medyalar konusunda fikirlerinizi öğrenebilir miyim? Müzisyenin kendisini daha iyi ifade etmesine yarıyorlar mı sizce?
Sosyal medyayı profesyonel bir araç olarak randımanlı kullandığımı söylemem zor. İnişleri, çıkışları, değişen öncelikleri, duyguları olan bir insanım işte. Bazen konuşasım geliyor, kullanıyorum. Sosyal medya elbette ki ilginç bir hizmet veriyor. Ama bireylere olduğundan çok daha fazla sisteme hizmet ediyor elbette. Müzisyenlerin kendilerini ifadesi mevzuna gelince… zaten müzikle ifade etmiyor muyuz? Seneler önce Wolpadinga isimli bir kitabım basılmıştı. Tanıtımı vesilesiyle kitap fuarında bulunmuştum. Orada Dücane Cündioğlu’yla tanışmıştım. “Niye kitap yazma isteği duydun, bunun üzerinde düşün.” anlamında bir yorum yapmıştı. Demek ki müzik tek başına yetemeyebiliyor diye bir sonuç çıkıyor buradan. Sosyal medya da böyle bir ihtiyacı gideriyor olabilir elbette. Ama dönüp, dolaşıp müzikle ifade ediyorum kendimi.
Farklı projeler insanısınız: “Deli Fatma’nın Bilmeceleri” ve “The Fool Is The Devil” benim yakalayabildiklerimden. Böyle farklı olan başka projeleriniz var mı? Bu tarz projeler şu an içinde bulunduğumuz dijital çağa da uygun gibi ama her şey zamanında güzeldi mi, benzer projeler yine olur mu?
Bu tarz projeler benim için büyüsünü kaybetti biraz. Benim dünyamda modası geçti. Oysa devir artık bunların devri, farkındayım. Ama heyhat…
İlk albüm çalışmanız “Kazık Marka”da da üretim ve satış stratejiniz harika.
Yeni dijital servisler için de yaratıcı stratejiler geliştiriyor musunuz, şartlar bunlara sizce uygun mu?
Şu anda saha o kadar açık ki, yapabilecek çok şey var. Takip ettiğim, “vay be” dediğim şeyler de var. Ama kişisel olarak erken öten horozluktan sıkılmış biri olarak, kendime saklamayı tercih ediyorum bazı şeyleri. Uygun şartlar, kişiler denk gelirse yumurtlanacak fikir bulunur. 🙂
O günlerdeki Demirhan, şimdi karşınızda olsa ona ne söylerdiniz?
Çok şey. Ama burada söylemem yakışık almaz :))
Bugüne gelelim ve son şarkınıza…
Sözleri anlatıyor her şeyi şarkılarınızdan olan; “Neden Müzik?”i yazma hikayenizi öğrenebilir miyiz?
Bu aralar pek sevdiklerimden. Ama hiç tepki almayanlardan. Bazı şarkılarımda bu “kesin tepkisizlik” oluyor. Tahmin edebiliyorum sebebini bir miktar. Zaten hikâye de olabildiğince kişisel. İçimdeki kuşku tanrılarıyla kavgamı anlattığımı sanıyorum. Eskiden, çok eskiden sanatsal üretimi bir şeyi “iyi yapmak” gibi algılardım. Artık “iyi”den kasıt neyse. O iyiyi başka müzisyenler tanımlardı genelde. Hani şu dahi, şanslı, büyük olanlar. Zamanla insan kendisinden başka yarışacak kimse olmadığını anlıyor. Büyük yalnızlık aslında. İstersen özgürlük de denebilir elbette. Şarkı yazarken bu yalnızlığa panzehir olarak kendi içimde oynadığım oyunlar var. Değişik karakterler, kişilikler. Bazen kavga ederler, bazen ortaklaşa iş kotarırlar. Aynı şarkının içinde birden fazla bu arkadaşlardan vardır genelde. Sözleri bile paylaşabilirler. Dinleyicinin bu farklı karakterlerin tamamını fark etmesini beklemiyorum. Ama en azından bu açıklama benim şarkılarımda kişisel olarak neler yaşadığıma bir ipucu olabilir sanırım. Enstrümanlarda da geçerli bu. Gitaristim başka, basçım başka, teknisyenim bambaşkadır. Ekip çalışması diyebiliriz yani :)) “Neden Müzik?” bunun kavgasını anlatıyor. Aynı hikâyenin başka bir yüzünü görmek için “Yaratan” isimli şarkıma da bakılabilir. Yani özetle… benim üretim sürecim böyle. Komik olan da şu; yıllardan beri yaşadığım bu durumu kimseye söylememişken, son zamanlarda bu konunun kendine şarkı sözlerinde yer bulması. Bir yerden patlak verecekti tabii. Belki de artık bu yöntemin sonuna gelmişimdir ve kendime yeni bir çıkış arıyorumdur. İnsan bazen çok sonraları dönüp bakınca görebiliyor ne halt ettiğini. İyi mi ettik, kötü mü? Umarım vardır anlamın bir değeri diyeyim.
Sohbetimize katıldığınız için teşekkür ederiz. Güncel sahne ve şarkı projelerinizden de bahsedebilir misiniz? Sizin eklemek istediğiniz bir konu var mıdır?
Ben teşekkür ederim. 2023 benim için çok önemli olan “Anlamlı Hatalar” albümümün 20. yaşı oluyor. Bununla ilgili bir iki şey yapmak istiyorum. Bir yandan yeni şarkılara devam edip ve mümkün oldukça da konser yapmaya çalışacağım. Kesmeşeker’le maceramız zaten devam ediyor, edecek. Arada başka güzel sürprizler de olur belki.