Didem Erbaş’ın organizasyonunu üstlendiği, insan merkezci (antroposentrik) olmayan düşünceden şekillenen bir dizi konuşma ve sunum, 9 Kasım-10 Aralık 2024 tarihleri arasında 5533’te gerçekleşti. Konuşmaların ardından, yine Didem Erbaş’ın organizasyonuyla 21 Aralık Cumartesi günü aynı mekânda “Sen&Ben&O” başlıklı karma sergisi açıldı.
Serinin ilk konuşması, 9 Kasım Cumartesi günü, Dr. Öğr. Üyesi Derya Ülker ile Didem Erbaş’ı bir araya getiren “İnsan Sonrası ‘Bakış’ Üzerine Düşünceler” başlıklı sunumla başladı. Ardından, Orkan Telhan: “İnsan Temelli Düşüncenin Eleştirisi”, Nihan Işık & Melih Kaymaz: “Video Sanatı Pratiğinde Sanatçı ile İşbirliği”, Ye Ying: “Cooking Together: Food as Art and a Catalyst for Community Building”, Fatih Dikmen & Gonca Yeşilyurt: “Biyoçeşitliliğin Sergisi: Zooloji Müzesi”, Erfan Ghiasi: “What happens if we hold our gaze on reality?”, Irmak Keskin: “Sanatın Monstruöz Yüzleri: İnsan Olmanın Sınırları”, Burçak Gezeroğlu: “Posthuman Mekanlar Olarak Video Oyun Deneyimi” başlıklı sunumlar ve konuşmaların yanı sıra Akademisyen ve Sanatçı Özlem Şimşek’in “Yaşayan Heykeller” adlı performans sunumuyla gerçekleşti.
Yerli ve yabancı araştırmacılar, sanatçılar ile küratörleri bir araya getiren bu program, Didem Erbaş’ın iki yıla yayılan araştırma projesine dayanmaktadır.
Konuşma serisi ve sunumların devamı olan Sen&Ben&O başlıklı proje sergisi ise Didem Erbaş’ın 2017 yılında Merve Ünsal ve Nancy Atakan tarafından gerçekleştirilen “Sen&Ben” başlıklı sergiden esinlenerek ve Erbaş’ın; “insan olmayanlara yer açabileceğimiz bir ‘O’ eklemek istedim” fikrinden şekillenmiş.
Tarihi İMÇ’nin 5. blok 2. katında 5533’te kasım ve aralık aylarını kapsayan ve birçok katılımcı araştırmacı, küratör ve sanatçıları buluşturan bu proje üzerine detayları öğrenmek için sorularımı Didem Erbaş yanıtladı.
Farklı disiplinden davetlilerin olduğu ve detaylı konu başlıklarıyla hazırlanmış bir projeyi tamamladın. Projenin kavramsal çerçevesi nasıl oluştu? Konuşmaların ve sunumların başlıkları nasıl şekillendi?
Projenin kavramsal çerçevesi yaklaşık iki yıl boyunca çeşitli ülkelerde yaptığım araştırmaların sonucunda oluştu. Cite International des Arts’ta başlayan üretim süreci Delfina Foundation’da devam eden araştırma süreciyle şekillendi ve son olarak New York’ta bulunduğum süreçte işlere dönüştü ve bugünkü halini aldı. Uzun süredir düşündüğüm ve araştırmalar yaptığım konu insan merkezci olmayan düşünce, “ötekiler” diye tanımlananın varlığını hiçe sayıldığı bir yerde posthümanist bir yaklaşımdan söz edilebilir mi gibi düşüncelerden hareketle projeyi oluşturdum.
Programa farklı alanlardan davet ettiğin isimlere nasıl karar verdin? Proje ile ilişkileri nedir?
Programa katılan kişileri, bu konuları konuştuğum (insan merkezci olmayan düşünce, posthuman kavramı, ölçek ve bakış açısı, savaş stratejileri ve makineler, yapay manzara, materyalin politikası vb.), iletişim halinde olduğum, işlerini ve araştırmalarını takip ettiğim insanları davet ettim. Proje ile ilgili gerekli bilgileri yolladıktan sonra katılımcılar kendi işleri ve araştırmaları üzerinden bu konuyla alakalı sunumlarını yaptılar.
5533 ile yolun nasıl kesişti? Projenin gelişmesinde nasıl bir iş birliği oluştu?
Proje yaklaşık iki yıldır araştırdığım ve çalıştığım bir süreci kapsıyor. Temmuz ayında New York’tan dönmeden önce planladığım bu projeyi İstanbul’a döndükten sonra Nancy Atakan ve Volkan Aslan ile paylaştım ve böylece proje 5533’te Kasım ayı itibariyle başlamış oldu. 5533 ile yollarım 2013’te Merve Ünsal’ın daveti ile kesişti. 2017’de Merve’nin Nancy Atakan ile yapmış olduğu Sen&Ben adlı projeden esinle Sen&Ben&O sergisi oluştu. Böylelikle 2024’te 7 yıl aradan sonra tekrar yollarım kesişmiş oldu. 5533 İMÇ’nin en eski mekânı. Yıllardır takip ettiğim bu mekânda proje yürütücüsü olmak ayrı bir deneyim yaşatmış oldu bana.
Davetli katılımcıların çeşitli başlıklarda gerçekleştirdiği konuşmalar serisi ve sunumlar sonucu ne tür keşifler yapıldı?
Derya Ülker ile bu konuşmanın ilk serisi olan “İnsan Sonrası ‘Bakış’ Üzerine Düşünceler” de bakış meselesini makineler ve optik bakıştan bahsederek başlamış olduk. Bu konuşmada daha çok görme ve ‘görüş açısı insan olmayanların’ görüşü üzerinden ilerledik. Genel olarak herkes kendi pratiği ve araştırması üzerinden benim gönderdiğim metinle ilişkilendirerek sunum yaptı. İnsan temelli omayan düşünce, biyoçeşitlilik, zooloji, insan olmanın sınırları, posthuman mekânlar olarak video oyun deneyimi gibi konular ele alındı. Henüz hala süreç ilerliyor ve bunları yazıya döktüğümde daha net bir sonuca varmış olacağım.
Projenin son aşaması olan Sen&Ben&O başlıklı sergi fikrinden bahseder misin? Ana düşüncesi nedir? Kavramsal alt metin bizlere ne söylüyor?
Sen&Ben&O 2017’de Merve Ünsal’ın davetiyle, Merve ve Nancy Atakan’ın birlikte kurguladığı “Sen&Ben” isimli projeden hareketle oluştu. Sen&Ben fikrinden yola çıkarak kurgulamaya çalıştığım bu sergide, insan olmayanlara yer açabileceğimiz bir “O” eklemek istedim. Sen&Ben&O iş birliği içerisinde olduğum sanatçıların üretimlerinden oluşuyor.
27 Aralık’ta projenin son konuşması Merve Ünsal ve benim “Alt Üst Tepetaklak: Bakışın Duygusal Ekonomisi” başlıklı konuşmayla son bulacak.
Sen&Ben&O sergisi iki temel düşünceden besleniyor: İnsan merkezci olmayan düşünce ile bakmak ve yorumlamak; perspektif ve bakış açısını, izlenebilir ölçeğin sınırlarını canlı ve cansız olanın bakış açısıyla genişleterek yeniden ele almak.
Sergide yer alan sanatçıların bir kısmı insan merkezci düşüncenin etrafında mitoloji, günlük haberler, yapay doğa, endüstriyel ya da organik materyallerden beslenirken; bir kısmı da savaşın, doğanın ya da insanın müdahaleleri ile yok edilen alanlar veya gelecek kurgusuna odaklanıyor.
Sen&Ben&O sergisinde seninle ilişkili olan on iki sanatçı arkadaşının yer aldığını biliyoruz. Bu isimler ve işlerinden bahseder misin?
Bu sergide yer alan bir çok sanatçı daha önce yollarımın kesiştiği ya da birlikte iş ürettiğim sanatçılar. Sanatçıların bir çoğu zaten var olan metinde yer alan konularla alakalı işler üretiyor. Bu anlamda kimse için iş üretmek ve ortaya koymak çok zor olmadı. Herkes aslında kendi çalışma yöntemi ile üretmeye devam etti. Örneğin Esra Oskay ve Elif Tutka daha önceki yıllarda üretmiş oldukları işleri mekâna farklı bağlamlarda tekrardan yerleştirdiler. Esra, daha önce üretmiş olduğu ‘Arka Bahçe’ işini 5533’ün vitrinine yerleştirdi ve İMÇ çevresine başka bir açıdan bakmamızı sağladı. Elif, yıllar önce birlikte atölye paylaştığımız süreçte ürettiği işleri tekrardan yorumladı, böcek resimlerinin üzerine eklediği hedef işaretleriyle benim işlerime atıfta bulunmayı amaçladı. Kadir Kayserilioğlu 2018’de ürettiği “Yaban Domuzlarının Düşleri” adlı video çalışmasıyla şehirde yerlerinden edilen hayvanların hikâyesinden yola çıkıyor. TV haberi ile başlayan videoda sanatçının yaptığı domuz maskesi ile kentin içerisinde hayvan olanın varlığına öykünüşünü ve onunla (başarısız da olsa) bir olma çabasını gösteriyor.
Kendi yaşamında deniz canlıları ve deniz altı ile ilgilenen Ali Kanal, bu sergide yer alan “Ebedi Resifler” işinde bize bir takım deniz canlılarını endüstriyel bir malzeme olan polyester ile tekrardan üreterek gelecek fosillerinin neye dönüşeceğini sorgulatmayı amaçlıyor. Benim yapmış olduğum ‘Worm Land’ adlı işle de bağlantı kuran bu çalışma iki canlı türünün (deniz canlıları ve solucanlar) farklı senaryolarda gelecek kurguları sorgulamayı amaçlar. Eren Sulamacı’nın “Akımlar” isimli yerleştirmesi insan ve makine-algoritma ortaklığında oluşturulmuş gelecekteki tahmini bir topografyayı betimliyor. Merkezinde havadan çekilmiş buluntu görüntülerden yola çıkarak üretilen imgeler yapay zeka yöntemleri ile tamamlanıyor. İnsanın ortadan kaybolduğu bir yeryüzü manzarasını kurguluyor.
Merve Çanakçı, ‘Ortak’ adlı çalışmasında hayalet mantarların izini sürer. Hem gece hem gündüz resimlerini gördüğümüz keten üzeri yağlı boya çalışma, atölyede kurgulandığı biçimde duvara asılır. Merve, ‘Ortak’ adlı çalışmasında mantarların gece girdikleri kimyasal tepkimeyle oluşan yapay görünümlerini doğal ile doğal olmayan görüntü ilişkisini sorgulamayı amaçlar.
Merve Ünsal uzun zamandır üzerine çalıştığı ve saha kayıtları aldığı bir obruktan yola çıkıyor. Serra Şensoy ve Doğa Yirik ile iş birliği yaparak oluşturduğu grafik notasyonlarında obruğun jeolojik zaman ve insan zamanının sürtüşmelerini sorgular.
Gürkan Kurtbay, kar küresinin içine yerleştirdiği bir şiddet sahnesinin algımızda nasıl normalleştiğine dair soruları gündeme getirmeyi amaçlıyor. Sarya Nurcan Kaya da yok edilmeye çalışılan bir alanı -bir haritayı-tülbentin üzerine serigrafi tekniğiyle tekrardan var etmeye çalıştı. Gürkan ve Sarya’nın çalışmaları, şiddet insana mahsus mudur sorusunu tekrardan hatırlatır.
Mehveş Lelic bir hastalık sürecine yakalanmanın belirsizliğine odaklanır. Belirsizlik ile vücudunda var olan bir ‘yabancının’ virüs gibi yayılmasına kimyasal süreçlerden geçirdiği çalışmaları var olan bir yabancı türün vücudun içerisindeki sürecine tanıklık etmeyi amaçlar.
Yaklaşık iki yıldır İMÇ ile bir şekilde yolları kesişen Gizem Ünlü, İMÇ’nin civar sokaklarında ve yollarında kayıt aldığı çevre mekânları inceler. Çevre esnaflardan topladığı hayvan kemik türlerini kimyasal süreçlerden geçirerek malzemenin süreci ile ilgilenir. Organik olan bir malzeme çeşitli süreçlerden geçerek neredeyse seramikleşen formlar haline gelir ve menteşelerle ‘istif’ halinde duvar ile bedenleşirler.
Son olarak Meltem Şahin’in ‘O Meyveler’ adlı işi ile Vakvak Ağacı hikayesinden yola çıkar. İki seramik baş karşılıklı tavana asılı bir şekilde yerleştirilmiştir. Şarkı söyleyen bu formlar, tekinsiz ama hüzünlü bir düet yaparlar. Mert Kocadayı’nın yaptığı ses bu iki başın içine yerleştirilir. Karşılıklı yapılan bu düet, insan ve insan dışı varlıkların paylaştığı tek bir ağaçta susturulmuş varlıklar için bir anıta dönüşmeyi amaçlar.
“Sen&Ben&O” sergisinin kolektif çalışmayla şekillendiğini vurguluyorsun. Ne tür bir iş birliği yapıldı?
Sergide yer alan sanatçılar daha önce iş birliği yaptığım ve birlikte düşündüğüm insanlardan oluşuyor. Sanatçıların çoğu tema olarak işleri metnin bağlamına oturan sanatçılar. Burada sergi fikrinden çok bizim için önemli olan iş birliği ile ilerleyip herkesin bir şeyin ucundan tutuyor olmasıydı. 5533 kurulduğu günden bugüne kadar sadece sanatçılara alanını açmak değil, onlarla bağ kurmak, onlara güvenmek ve iş birliği içinde olarak varlığını sürdürdü. Bu yüzden bu sergi ve iki aylık süren bu programda da en dikkat etmeye çalıştığım şey 5533’ün varoluşuna dair fikirlerle hareket etmekti. Bu yüzden sergiden çok, hepimiz için önemli olan bu birlikteliğin anlaşılmasıydı. Sergi afişlerini ve tasarımları Eren Sulamacı yaptı. Sergi için mekân düzenlemesini gönüllü olarak Evrim Karacan üstlendi. Sergi metin çevirilerini ve editlerini Merve Ünsal ve Gizem Ünlü yaptı. Son olarak da sergi dökümantasyonunu Mehveş Lelic ve Eren Sulamacı yapacak. Bizim için bu sürecin kendisini birlikte deneyimlemek ve iş birliği içerisinde olmak en kıymetli şeydi. Bu yüzden 5533’ün desteğini ve emeğini çok önemsiyorum ve diğer alanlara da örnek olmasını temenni ediyorum.
Kavramsal metinden yola çıkarak şunu sormak istiyorum: İnsan sonrası bağlamda canlılar, cansız nesneler, makinelerin görme ve algılama biçimleri geleceğin estetik anlayışını nasıl şekillendirebilir?
Zaten şu anda da insan dışı canlılar ya da cansızlar estetik anlayışı değiştirmiş durumda. Özellikle makinelerin insan yerine kontrol mekanizmalarını yönettiği bir süreçteyiz. Bu bağlamda da “Doğal olmayan görüntü nedir? Geleceğin görüntüsü neye benzeyecek? Yeşil ışıklar, neonlar, termal kamera görüntüleri, bilgisayar oyunu görüntüleri, drone görüntüleri, makine veya hayvan gözünden görüntüleri üzerinden tahmin yürütebilir miyiz? Ortaya çıkan sanat işleri arkeolojik kazı nesnelerine benzer mi?” gibi sorulardan yararlanmaya çalıştım… İnsan sonrası manzara neye benzeyecektir? İnsansız bir dünya mümkün müdür?…
Bu projenin çıktıları neler oldu? Proje varmak istediği yere ulaştı mı/yaklaştı mı?
Bu projenin amacı halihazırda bu meseleleri konu edinmiş insanları bir araya getirip, kendi merak ettiğim sorular etrafında bir sunuma dönüştürmekti. Proje teklifini götürdüğüm herkes severek bu işin parçası olmayı kabul ettiler.
Sunum başlıklarını hatırlamak gerekirse:
Orkan Telhan: “İnsan Temelli Düşüncenin Eleştirisi”
Nihan Işık & Melih Kaymaz, “Video Sanatı Pratiğinde Sanatçı ile İşbirliği”
Ye Ying: “Cooking Together: Food as Art and a Catalyst for Community Building
Fatih Dikmen & Gonca Yeşilyurt: “Biyoçeşitliliğin Sergisi: Zooloji Müzesi”
Irmak Keskin: “Sanatın Monstruöz Yüzleri: İnsan Olmanın Sınırları”
Burçak Gezeroğlu: “Posthuman Mekanlar Olarak Video Oyun Deneyimi”
Ve bu program son olarak 27 Aralık Cuma saat 16:00’da Merve Ünsal ve benim “Alt Üst Tepetaklak: Bakışın Duygusal Ekonomisi” adlı konuşmayla son bulacak. Konuşmada Merve ve benim birlikte iş üretme pratiğimizden ve programın şekillenmesine dair süreçten bahsediyor olacağız.
Son olarak projenin yürütücüsü olarak sergide yer alan işine dair bir soru gelsin…
Didem Erbaş’ın üretim pratiği nedir? Sergide yer alan ‘Worm Land’ adlı işinden bahseder misin?
Canlıların veya insan olmayanların varoluşlarını, insan düşüncesinin yok ettikleriyle karşılaştırmaya çalışıyorum. Solucan, salyangoz, kurbağa larvaları gibi birikmiş sularda, karada yaşamlarını sürdürmeye çalışan ‘basit’, insanlarca kolayca öldürülebilen canlıların varoluşlarına odaklanıyorum. Bununla birlikte makinelerin bakışları, kuş bakışı görüş ve insan müdahaleleri ile yok edilen alanlar ile igileniyorum. Bu canlıları yerinden edilen insanlarla, tekrar yaşama tutunmaya çalışan göçmenlerin yaşamlarına benzetiyorum. İnsan dışı canlıların var kalma mücadelesi ile ötekileştirilenlerin yaşamlarını araştırıyorum. Sen&Ben&O sergisinde yer alan ‘Worm Land’ adlı işimde ise sadece solucanların yaşadığı bir alanın olasılığını kurgulamaya çalışıyorum.
Solucanların bıraktığı ince, nemli izler, yaşadıkları yerlere doğal desenler oluşturur. Toprağın derinlerinde ışık yoktur, ama biyolüminesans mantarlar bu dünyayı hafifçe aydınlatır. Zamanın burada farklı bir anlamı vardır; her şey döngüseldir, başlangıçlar ve sonlar birbirine karışır. Kentin sakinleri arasında bir hiyerarşi yoktur, çünkü her solucan aynı işlevi yerine getirir: toprağı canlandırmak. Bu yerin atmosferi nemli ve karanlıktır, ama tam da bu koşullar yaşamı mümkün kılar. Toprağın katmanları arasında organik maddeler sürekli ayrışır ve bu süreç, yeni yaşam formlarına temel oluşturur. Solucanların hareketiyle toprak havalanır, tüneller oksijen dolaşımına olanak tanır. Her şey sessizdir; bu dünya, yavaş ve sabırlı bir yaşam ritmiyle işler.