Tiyatrolar pandemiyi nasıl karşıladı? Oyuncu ve teknik ekibi sanat yöneticileriyle karşı karşıya getiren sorunlar neler oldu? Seyircinin toparlanma sonrası tiyatroya talebi tiyatroları ayakta tutmaya yetecek mi?… Tiyatroların durumunu pandemi üzerinden sanat yönetmeni Dr. Sündüz Haşar’a yönelttim.
Dr. Sündüz Haşar, tiyatro camiasında bazılarının aşina olduğu bazılarınınsa yakından tanıdığı bir isim. Tiyatroya, tiyatro sanatına her anlamda hizmet etmiştir. Benim içinse donanımlı eğitmen ve sektöründe kabul görmüş bir kişi olmasının yanı sıra, mesleki eğitimimin temelini atan, “sanat yöneticisi kimdir, nasıl olunur, ne iş yapar, sorumlulukları nelerdir”i 4 sene boyunca ince ince bizleri yontarak anlatan ve meslektaş olmamız için bize yol çizen isimdir.
23. Uçan Süpürge Film Festivali yoğunluğunda bana ve okuyucularımıza yer açtığı için hocama çok teşekkür ederim.
Keyifli okumalar.
Koronavirüsün hayatımızı kısıtladığı günden itibaren tiyatrolar bu süreçten nasıl etkileniyorlar?
İlk hareket alanlar tiyatrolar oldular. İlk vak’anın görülmesinden sonra tiyatrolar oyunlarını iptal etmeye başladılar. Ben son olarak 12 Mart Perşembe günü 2 oyun gördüm… 13 Mart’tan, hatta o haftanın başından itibaren oyunlar iptal edilmeye başladı. Bu konuda resmi yasaklama ise 16 Mart’ta geldi. Bu açıdan meslektaşlarımın bilinçli bir seçim yaptığını rahatlıkla söyleyebiliriz. İnsanların sağlığını, kendi tiyatrolarının çıkarlarının önüne koydular, satılmış biletleri ödemeyi göze aldılar, ilan ettikleri temsilleri ve turnelerini iptal ettiler. Kafelerin, hatta alışveriş merkezlerinin bile tiyatrolardan sonra kapandığını hatırlayalım…
Haftada bir kaç oyun izleyen bir grup arkadaşım adına şunu söyleyebilirim ki izleyici olarak ilk tepkimiz şaşkınlık oldu, tiyatrosuz nasıl yaşayacağız, pek bildiğimiz bir şey değilmiş, onu gördük. Tiyatroların en ciddi sorunu ise belirsizlikti, ne kadar süreyle, hangi koşullarda kapalı kalacağız, sabit çalışanların maaşlarını nasıl ödeyeceğiz, onları gönderelim mi, oyunları iptal ettik ama, mekanlar ne olacak, temizliği-bakımı sürmeli mi, kirayı nasıl ödeyeceğiz? Konuk topluluklar için, mekanlarla anlaşmalarımızı iptal etmeli miyiz, kaç temsil iptal etsek yeterli olur, turneyi ne yapacağız, oyunu öylece bırakıp dağılıyor muyuz?… Provada olan oyunlar, prömiyer yapmak üzere olanlar, turne anlaşmaları yapmış olanlar, satılmış yüzlerce bilet, bilet satış organizasyonuyla ilişkiler, ödenmemiş borçlar, toplanmamış alacaklar… Sayabileceğimiz daha onlarca sorun var…
Yaşı biraz ileri olanlar 12 Eylül sonrası sokağa çıkma yasağı nedeniyle tiyatroların nasıl seyircisiz kaldığını hatırlayacaklardır. Ancak orada da temsillerin saatlerinde düzenleme yaparak, matineler ya da erken suarelerle seyirciyle kısmen de olsa buluşma imkanları yaratılmıştı.
Böyle kesin bir kapanma sürecini ilk kez yaşıyoruz…
Gelecek sezon yeni prodüksiyonlara olumsuz etkisi olacak mı, öngörünüz nedir?
Pek çok tiyatro önümüzdeki sezon perdelerini açamayabilir. Bu sezon için yapılan harcamalar karşılanamadan, sezonun en verimli günlerinde kapandı kapılar… Dolayısıyla hem bu sezon için yapılan harcamalar geri kazanılamadı, hem de önümüzdeki oyunlar için bi hazırlık şansı olmadı. Tiyatroların bir köşede birikmiş sermayeleri yoktur, çoğunlukla her sezonu kendi içinde çözmeye, yevmiyeleri ödeyip, oyun için yapılan masrafı çıkarmaya, en azından bir sonrakine borç bırakmadan geçirmeye çalışır topluluklar… Bu nedenle yukarıda da söylediğim gibi, büyük sermaye gruplarının prodüksiyonları dışında, özellikle İstanbul’daki özel tiyatroların önemli bir bölümünün bundan etkileneceğini söyleyebiliriz…
Bu süreçten en az tiyatro işletmecileri kadar tiyatroya hizmet eden herkes etkileniyor. İşini kaybeden insanlar var mı? Çalışanlara etkisini nasıl yorumlarsınız?
Meslektaşlarımızın önemli bir bölümü özel tiyatrolarda güvencesiz çalışıyor. Yokken hiç biri ücretlerini alamıyor, az önce söylediğim gibi, tiyatrolar bir kapitale yaslanarak çalışan kuruluşlar değildir, her oyun, oyundakileri besler, tercihen –her zaman olmaz- bir sonraki oyunun prodüksiyonuna katkı sağlar. Bu nedenle, tiyatro sahibi olan arkadaşlarımızın ya da prodüksiyon yapmayı başaranlarımızın, çalışanları bir kaç besleyebilecek bir hazırlıkları yok… Zaten tiyatronun ya da prodüksiyonun sahibine gidip, “bana para ver” diyen de yok… Buna aylarca çalıştığınız, seyircinin karşısına çıkarmaya can attığınız oyununuzu oynayamayıp, endişeyle evde oturmayı ekleyin… Yalnız kamu tiyatrolarında çalışan arkadaşlarımızın güvenceleri var, ama onlar da çalışamadıkları için mutsuz ve huzursuzlar..
Bütün bunların sonucu, belirsizliğe bakan, güvencesiz yüzlerce tiyatro emekçisi… Tiyatro çalışanının şu anda başka alanda işsiz kalmış herhangi bir çalışandan farkı yok. Şu sorular hepimizin: Medar-ı maişet motoru nasıl dönecek? Çocuğun okul taksidi nasıl ödenecek, akşam masaya ne koyacağız ve bunu ne kadar sürdürebiliriz?.. İlk defa bir tv dizisinde oynayan bir oyuncu arkadaşım şaşkınlıkla şöyle demişti, “yahu her gören para istiyor, gerçekten benim cebimde binlerce liram mı var zannediyorlar?” Mesleğimize ilişkin böyle genel bir kanı var, oysa biz çoğunlukla geçici işlerde çalışan, bir sonraki işi belirsiz, standardı oluşmamış yevmiyeler alan, güvencesiz çalışanların oluşturduğu bir topluluğuz. İçinde bulunduğumuz yıllarda, yavaş yavaş alanımızı tanımlamaya, örgütlenmeye, örgütlerin yapabileceklerine, biraraya gelmenin anlamına, yasal koşulların değişmesine dair yola almaya çalışıyorduk… Platformlar, sendikalar, kooperatifler gibi biraraya gelme modellerinde alanın sorunlarına çözüm ararken, birden her şey kapanıverdi…
Bu noktada kamu kaynaklarının bütün işsiz kalanlar gibi, tiyatrocular için de devreye girmesini umuyor ve bekliyoruz. Tiyatro çalışanları da bütün diğer yurttaşlar gibi her türlü alışverişlerinden ve gelirlerinden vergisini ödeyen, yurttaş olarak görevini eksiksiz yerine getiren insanlar. İhtiyacı olduğunda kamunun sahip çıkmasını beklemek hakkımız.
Bazı örgütlerin konuya ilişkin girişimleri olduğunu, geçici değil, köklü çözümler üzerinde çalıştığını biliyoruz. Bir araya gelen arkadaşlarımızın konuya kafa yorduklarına, yöntemler ürettiklerine tanık oluyoruz… Ama şimdilik ufukta tiyatro için bir paket görünmüyor, bekliyoruz…
Pek çok kez sanat, özellikle de tiyatro için, “yangında ilk vazgeçilecek” deyimini kullanmıştım, şimdi bunun gerçekleştiğini görüyoruz…
Ama devlet herkes kadar bizim de biziz de… Talep etmekten vazgeçmiyoruz.
Belirsizlik bittiğinde tiyatroları ne tür şartlar bekliyor olacak?
Bu süreçten çok şey öğrenmiş olarak çıkacağımızı düşünüyorum. Zorluklar olacağı belli. Ancak bu zaten öyle bir alan ki hiç bir zaman hiç bir şey çok kolay olmamıştı. Çoğunlukla sıfırdan, hatta eksiden başlanırdı her sezona… Benzer bir zorluğu, daha da ağırlaşmış olarak yaşayacağız. Elbette burada genel olarak ekonomide yaşanacak zorlukların seyircimizi etkileyeceği gerçeğini de hesaba katmamız gerekiyor… Yine de ben buradan öğrenerek, dayanışarak ve biraz daha sıkılaşmış olarak çıkacağımıza inanıyorum. Hatta çıkabildiğimiz için bir fazladan olumlu enerjimiz de olacak bence… Shakespeare tiyatro asla ölmediği için değil, sürekli yeniden doğduğu için ölümsüzdür diyor… Ortaçağ sonrasında tiyatro öyle parlak bir dönemle çıktı ki karanlıktan… Romantizme saplanmak istemem ama, bu sanatın doğduğu, Avrupa’da karanlık yaşanırken, Bizans’ta perdelerin hiç kapanmadığı topraklardayız… Zorlanır, ama öğrendiklerimizi metinlerimize, sahneleyişlerimize, notamıza, rengimize, sesimize ekler devam ederiz…
Sizce pandemi sonrası tiyatro seyircisi salonları doldurmaya korkacak mı? ve/veya Tiyatrolar seyircisini kaybeder mi?
Başlangıçta hepimiz bu korkuyu taşıyacağız elbette. Bir süre tereddüt olacaktır. Ben bile kendi adıma, hem astımı hem de tansiyonu olan biri olarak, kolay kolay girebileceğimi düşünmüyorum. Ancak teması etmeyi, yan yana gelmeyi o kadar özlemiş olacağız ki, bunun uzun süreceğini sanmıyorum. Tiyatronun iki temel elemanı, onun aynı zamanda değişmez ve yokolmaz yanını oluşturur, seyirci ve oyuncu… Yani insanın birbirine teması… Biri bi hikaye anlatır, diğeri onu dinlemeye gelir, söyleyenin dediğini anlar-anlamaz, sever-sevmez, ama gelmeye devam eder… İnsanın anlatma, aktarma ve paylaşma isteğinin ürünüdür tiyatro… Korkularımız insan olmamızı ne kadar engelleyebilirse, tiyatrolarda buluşmamızı da o kadar engelleyebilir… Bu sürece ilişkin yazılardan birinde okudum, özür diliyorum hatırlayamadım kimin söylediğini, ama çok beğendim, “sevişmekten vazgeçersek, tiyatrodan da vazgeçeriz” gibi özetleyebilirim, çok doğru buluyorum…
Hem allah aşkına balkonlar arasına masa koyup gün yapabilen insanların bulunduğu bir ülkeden söz ediyoruz… Korkularımız bizi bu kadar engelliyor işte…
Gönüllü karantina duyulduktan sonra pek çok yerli ve yabancı oyun online platformlara taşındı. Oyunların tiyatro severlere ücretsiz ulaştırılmasını ve bu etkileşimi tiyatro sanatı açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok kıymetli ve yararlı. Doğrusunu istersen çok yoğun bir dönemde olduğum için ben pek fazla izleyebildiğimi söyleyemem. Ama büyük bir sevinçle karşılandığını ve bu günlerin karamsarlığına, içe kapanma haline iyi geldiğini düşünüyorum, sanat iyileştirir, her zaman bizim şifamız olmuştur… Ben Soma faciasından sonra bir süre evden çıkamamıştım, bir klasik konsere davet etti bir arkadaşım, onun için evden çıktım, konserde geçen üç saatin sonunda ertesi gün yeniden işe gidebilir hale geldiğimi hatırlıyorum… O arşivler bizim sivil tarih güncelerimiz, dönüp hem ne ürettiğimize, hem de ne izlediğimize bakıyoruz… Öğrenerek çıkacağız demiştim ya yukarıda, bu da o sürecin bi parçası diye bakıyorum ben. Belki suya yazı yazdığımızı düşünüp, oynarız biter diye düşündüğümüz oyunlara yeni bir gözle bakmak, belki tiyatroyu kaydedilemez, saklanamaz, depolanamaz bi şey olarak görme konusuna yeniden bakmak, bu günlerden çıkaracağımız deneyim olacaktır… Elbette biz seyirci ve oyuncuyu aynı yerde buluşturmaya, “burada ve şimdi”ye devam edeceğiz, ama burada da yapılacak işler var demek ki…
Sanat işletmecileri bu süreci iyi yönetebiliyorlar mı?
Hayır, böyle bir sürece hiç bir kurumumuzun hazır olmadığı ortaya çıktı. Arkadaşlarımızın ortalığa bırakılıverdiler… Güvencesizliğin bir çeşit kader olarak benimsendiğini ve özür dilerim ama işletmecilerin de bu kabullerden yararlandığını düşünüyorum.
Sanat kurumlarımız henüz işletmeci-yönetici meselesini çözebilmiş değil. Sanat yöneticiliği bir alan olarak henüz oluşmuş, belirgin bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmış değil, bilgiyle donatılmış, tercihen mektepli bir sanat yöneticisinin yararları henüz deneyimlenmiş değil. Oysa burası özel bir alan, bu özel alan, bilgiyle donanmış yöneticilere ihtiyaç duyuyor. Bugün işletmecileri, meslekten olmayan, bir biçimde yatırım alanı olarak görüp, tiyatro işine girmiş kişiler oluşturuyor… Yani sermayesi olana işletmeci diyoruz. Öyle baktığımız zaman da şunu söyleme hakkı buluyorum:
Bir alan düşünün ki, neredeyse bütün çalışanları güvencesiz… Bundan kim yararlı çıkar?
Bu yüzden meslektaşlarımın örgütlenme, alanı ve mesleği tanımlama çalışmalarını çok önemli buluyorum…
Nilciğim, çok teşekkür ederim, son karşılaşmamızda bir tiyatroda oyunun başlamasını beklerken bi şeyler atıştırıyorduk ikimiz de… Yeniden bir fuayede buluşmak üzere…