Toplumsal Cinsiyet Eşitliği konusunda yaptığı çalışmalarla dikkat çeken ve topluluklarla bu yönde iş birliği yapan, ve aynı zamanda tiyatro ile olan yakın ilişkisinde kaleme aldığı, sahnelenen oyun metinleri ve yönettikleriyle iyi bir izleyici kitlesi edinen yazar, yönetmen ve aktivist Ebru Nihan Celkan ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdim.
Celkan, Türk tiyatrosunda feminist bakış açısıyla hem yazdığı hem de yönettiği oyunlarla akıllarda kalan ve tiyatro sanatında dikkat çeken başarılı bir isim olarak karşımızda. Aynı zamanda Toplumsal Cinsiyet Eşitliği konusunda yaptığı girişimler ve eğitimlerle de pek çok insanın mentoru.
Ebru Nihan Celkan, Yaşamı, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, “Nora: Bir Bebek Evi” oyunu, Diğer sanatlarla ilişkisi, Yeni projeleri çerçevesinden hazırladığım sorularımı yanıtladı.
Keyifli okumalar.
Bizim görmediğimiz, duymadığımız tarafta ki hayatınızda neler oluyor?
Sanırım genel olarak paylaştığım kadarı var. İşlerim nedeniyle zaman zaman çok hareketli olmam gerekiyor. Onun dışında kalan zamanları sakin geçirmeyi seviyorum. Sevdiklerimle bir araya gelmek uzun zaman geçirdiğim sohbetler etmek bana çok iyi geliyor. Bu zaman zaman doğduğum Adana’da zaman zaman İstanbul’da bazen misafir olduğum bir şehirde olabiliyor. Bir de yürümeyi ve rastgele bir yerlerde çay içmeyi, yemek yemeyi seviyorum. İnsanları duymayı, paylaştığımız kısa anda onların hikayesinin bir kısmına kulak misafir olmayı çok seviyorum. Dünyanın ne kadar büyük bir yer olduğunu anımsatıyor sanırım. Doğaya kaçan biri değilim neden bilmiyorum kaçarsam da deniz kenarına gitmeyi seviyorum. Mümkünse kumsal olan deniz kenarı. Sıcak şehirlerin her anlamda hissettirdiği hafifliği çok seviyorum. Sıcağa doğru hareket ediyorum sanırım.
Yazdığınız oyunlar, yönettiğiniz oyunlar ve toplumsal cinsiyet eşitliği için yaptığınız çalışmalarla görünür bir kitle peşinizden geliyor. Üç ayrı alanda da insanların takip ettiği isim olmak nasıl bir emekle mümkün oldu? Sürdürebilme gücü nereden geliyor?
Bunları birbirinden ayrı düşünmemekle oldu sanırım. Oyun yazarken üzerine düşündüğüm sorular Toplumsal Cinsiyet Eşitliği sorularından bağımsız değil ve tam tersi de geçerli. Oyun yazmayı seviyorum, insanları merak ediyorum ve seviyorum, eşitliği mümkün kılabileceğimize inanıyorum. Değişimin, dönüşümün daima mümkün olduğunu düşünüyorum. Eğer sürdürmemi sağlayan bir güç varsa o da sanırım olduğum yeri bulduğumdan daha güzel, adil, renkli bırakmaya olan arzumdan kaynaklanıyor.
Toplumda eşit haklar, cinsiyet eşitliği, haklara eşit ulaşım gibi konu başlıkları üzerine çalışan ve kitleleri yönlendiren noktadasınız. Dünya üzerinde her gün maruz kaldığımız kötülükler arasında insanları yönlendirmeye çalışmak ve sanat adına üretmeye devam edebilmek ne ifade ediyor? İşlerinizin birbirine etkisi nedir?
İnsanları yönlendirmekten ziyade beraber düşünmek üzere ısrarlı bir davet çabası yapmaya çalıştığım. Oyunlar için de, eşitlik ve adalet çalışmaları için de böyle. Tiyatroyu, mümkün olduğunca hiyerarşisiz bir düzlemde bir araya gelen bir grup insanın “kötü” olanı iyiye çevirebilme iradesini gösterdiği bir alan olarak görüyorum. Tiyatro yaptığım her işi, hayatı okuma biçimimi, yaşama biçimimi değiştirdi. Benim için anlaşılmazı makul ve anlaşılabilir hale getiren bir yer. Orada yaşadığım deneyimi diğer alanlara da taşımayı seviyorum. Diğer alanlarda yaşadığım gerçekliği de tiyatro sahnesinde tartışmaya açmayı seviyorum.
Bu sezon Nilüfer Kent Tiyatosu’nda sahneye koyduğunuz “Nora: Bir Bebek Evi” oyunundan bahsedelim istiyorum. Stef Smith’in kaleminden yepyeni bir uyarlamayla karşımızda olan ve sizin yönettiğiniz tazelenmiş bir oyun Nora. Oyundan bahseder misiniz; Oyun ne üzerine kurulu? , Nora’nın mücadelesinde hangi mesajlar var?
Stef Smith’in Nora’yı yeniden yazdığı versiyonda feminizmin yüz yıllık mücadelesinin üç temel adımını takip ediyoruz. Bugün Türkiye’de de heyecanla, coşkuyla takip edilen, ilham veren kadın hareketinde olduğu gibi bunu güçlü bir kız kardeşlik anlatısıyla derinleştiriyor. Nora uzun bir yoldan geliyor ve biz onu tanıyoruz. Sanırım bu tarihsel bağlantı nasıl güçlü bir özgürleşme hareketi içerisinde olduğumuzu anımsatmak açısından önemli. “Nora: Bir Bebek Evi”nde 1918, 1968 ve 2018 gibi üç farklı zamandan üç farklı Nora’yı görüyoruz oyunda. Tarihe düz bir çizgi olarak bakma şansımız olmadığını, inişlerin çıkışların olduğunu ve kendimizi aslında özgür hissettiğimizde ufacık bir boşluktan arkaik davranış ve düşünme biçimlerinin sızdığını görmek açısından önemli. Kadınların eşitlik mücadelesi yüz yılda çok yol aldı, almaya devam ediyor ve diğer taraftan da her an yüz yıl önceki hatalara düşme ihtimalimiz de her zaman yanı başımızda duruyor. Stef Smith’in metni bağlamında kız kardeşliğin, dayanışmanın, özeleştirinin biz kadınları çekindiğimiz adımları atmak noktasında cesaretlendirebileceğini görüyoruz. Erkekliğin değişmez, bir amentü gibi tekrarlanan eylem ve sözleri karşısında farklı zamanlarda yaşamış kadınların değişen, dönüşen, esneyen, derinleşen eylemlerini, sözlerini izliyoruz. Değişen, dönüşen, dayanışma içerisinde bir kız kardeşlik. Sanırım ortaklaştıkları en belirgin nokta burası.
Zaman zaman sosyal medya üzerinden prova fotoğraflarınızı paylaştığınızı görüyordum. Bizi de biraz bu sürece dahil ettiniz. Nora: Bir Bebek Evi için oyuncu seçmeleri ve provalar nasıldı? Oyunun çıkış sürecinden bahseder misiniz?
NKT Genel Sanat Yönetmeni Murat Daltaban ve Genel Yapım Yönetmeni Özlem Daltaban’ın nazik davetleri sayesinde ilk defa ödenekli bir tiyatroda çalışma fırsatı buldum. Aslında öncelikle Ağustos ayında Vur, Yapamala, Yeniden projesiyle NKT ile tanışan beş yönetmenden biri olma şansım oldu. NKT oyuncuları ve aslında tüm ekip işlerini çok severek yapan, açık, çalışkan ve yaratıcı insanlardan oluşuyor. Dünya zor ve kapalı zamanlardan geçerken böyle bir ekiple karşılaşmak ve çalışmak çok keyifliydi. Bir seçme süreci yaşamadık. Bu bağımsız sahnelerde oyun yaparken de tercih ettiğim bir yöntem olmuyor. Ağustos ayında ekibin tamamıyla her anlamda tanışma fırsatı bulunca ve oyunu da okuduğumda bu oyunu beraber taşımayı arzu ettiğim YOL ARKADAŞLARIMI Genel Sanat Yönetmeni Murat Daltaban ve Genel Yapım Yönetmeni Özlem Daltaban ile paylaştım, onlar için de uygun olunca çalışmaya başladık. Oyunu okuduktan sonra Berlin’de oyun üzerine düşünmeye başladım. 4 haftalık bir prova sürecimiz vardı. Oyunu okur okumaz sahne tasarımı zihnimde belirmişti ve bir koreograf ile yol almak istediğime karar vermiştim. İlk olarak bu iki konuyu netleştirdik. Burak Etöz ile birbirimizi çok iyi duyduk ve anladık. Gerçekten çok iyi bir sahne tasarımı ortaya koydu. Tan Temel’i zaten DOT ile yaptığı çalışmalardan takip ediyor ve işlerini çok beğeniyordum. Murat Daltaban ve Özlem Daltaban önerince büyük bir heyecanla hemen çalışmak istediğimi söyledim. Arkasından ben gelmeden online bir okuma yaptık. Oyunun çok katmanlı bir matematiği var. Onu bir taraftan çözerken, dramaturji çalışmalarına başladık. Oyuncuların esnekliği ve ilham verici açıklıkları, çalışkanlıkları sayesinde süreci hedeflediğimiz şekilde nihayete erdirdik. Kostümlerimizi tasarlayan Meltem Çakmakla da ilk günden itibaren iyi ve sıkı bir iletişim içinde olunca her şey su gibi aktı. Son olarak da Cem Yılmazer sahne tasarımının hakkını vererek ve oyunun ruhunu okuyarak güçlü bir ışık tasarımı yaptı. Süreci sıkı bir planlamayla, çalışma arkadaşlarımı duyarak, yaratıcılığa alan açarak yönettiğimi düşünüyorum. Bağımsız sahnede çalışırken bu kadar net planlama yapmak mümkün olmuyor. Onun dışında süreç benim açımdan benzer şekilde yaşandı.
Kadının var olmadığı alanlar mümkün değil iken kadının varlığının eksik kalması, görülmemesi, duyulmaması, sonuçların benzer acıları getirmesi kronikleşmiş gibi. Kadın üzerinden aslında tüm canlıları da düşünmek mümkün. Bunu düzeltmek için birden fazla çözüm sunulabilir. Sizin öneriniz arasında ekiplerle toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine çalışmak ve oyunlarınızla mesajlar vermek olduğunu görüyorum. Peki kadının var olma mücadelesinde, konu üzerine düşünenlere ve iyi olana ulaşmaya çalışanlara önerileriniz ne olur?
Eğer bir değişim arzusu içerisindeysek nerede olursak olalım bunu yapabileceğimizi düşünüyorum. Tiyatroyu değişim aracı olarak görmüyorum. Tiyatro yapıyorum ve değişmesi gereken yerler olduğunu düşünüyorum. Sadece sahne üzerinde sahnelenen oyun metinlerine, oyun yönetme biçimlerine değil aynı zamanda bir oyuna hazırlanırken geçirdiğimiz süreçlere de bu gözle bakıyorum. İnsanları zedeleyen, onları güçlendirmek yerine inciten süreçlerin hepsini gözden geçirmeliyiz. Bunu bulunduğumuz her alanda yapabiliriz ve sanırım bu minik değişimler bir yerde birleşip toplamda bir değişime bizi taşıyacak. Bir beyaz yakalı kurum içinde kullandığı değiştirdiğinde, fanatik bir futbol taraftarı ettiği küfürlerin nelere yol açtığını fark ettiğinde, bir baba babalığın farklı yüzlerini deneyimlemeyi tercih ettiğinde, bir cinsiyeti, cinsel yönelimi, cinsiyet kimliğini kendimle eşit yurttaş gördüğümde… Her an önce kendimde değişim alanı bulup sonra bunu çoğaltmam mümkün. Daha da önemlisi bunu seçebilirim. Söz konusu toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak olduğunda çaresiz değiliz. Her bir birey çözümün parçası olma seçimine sahip diye düşünüyorum.
2022 için projeleriniz nedir? Yeni metin, yeni oyun ve toplumsal cinsiyet eşitliği için yeni neler göreceğiz?
Yazdığım son oyun Bir İhtimal Daha Var Mart 2022’de Barış Gönenen rejisiyle sahnede olacak. Berfu Öngören, Pelin Ermiş ve Talha Kaya oynuyorlar. Provalar devam ediyor. Bu sefer komedi ve bu beni çok heyecanlandırıyor.
Benimle Gelir Misin? 7 Nisan 2022’de Mannheim’da prömiyer yapıyor. Oyunu Theater/Hausg7 sahneleyecek ve rejisini de Pascal Wieandt üstleniyor.
Benimle Gelir Misin? New York Off-Broadway’de 4 Mayıs’da prömiyer yapıyor. Oyunu Keenan Tyler Oliphant yönetiyor.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği çalışmaları ise hiç ara vermeden devam ediyor. Sürekli bir çalışma içerisinde olduğum için tek veya bir kaç projeden bahsedemem lakin şunu söylemem belki bu konuya dair insanlara umut verir. Bu konuda Türkiye’de neredeyse her sektörden ve farklı büyüklükte bir çok kurum çalışmalar ve projeler yapıyor. Ne mutlu bana ki beni de yol arkadaşı olarak görüyorlar.
Geçtiğimiz günlerde sizden ve Barış Gönenen’den bir haber aldık. Takipçilerinize Bir İhtimal Daha Var dediniz. Kısaca bahsetmek ister misiniz?
“Bir İhtimal Daha Var” Türkiye’nin beş kültür-sanat kurumunun yeni tiyatro yapıtları üretilmesi amacıyla başlattıkları “Ortak Yapım” projesi için kaleme aldığım bir oyun. Benim dışımda dört yazar arkadaşımız daha bu proje kapsamında oyunu yazdılar. Kurumlar kura sonucu çalışacağı yazarları belirledi. Das Das ile böylece eşleşmiş olduk. Mert Fırat ve İlksen Başarır ile proje için beraber düşünme şansımız oldu. Barış Gönenen’in oyunu yönetmesi onların şahane teklifiydi. Barış ile 2009 yılından beri hem dostuz hem de beraber çok çalıştık. Hayatı çoğu zaman beraber adımlıyoruz. Beni ve oyunlarımı çok yakından tanıyan bir arkadaşım çok beğendiğim bir tiyatrocunun benim oyunumu yönetiyor olmasından büyük heyecan ve gurur duyuyorum. Berfu Öngören, Pelin Ermiş ve Talha Kaya’da çok yetenekli oyuncular aynı zamanda çalışkan, uyumlu ve pozitif insanlar. Barış şahane bir kadro oluşturdu diye düşünüyorum. Oyun üniversiteden mezun olduklarından beri düzenli iş bulamamış Umut ve Ada’nın Beşiktaş’dan Çiğdem Yaylasına uzanan hikayesi ve bu hikayede onlara eşlik eden bir takım erkekler de var. Komedi. Benim için de yeni bir biçim denemesi olduğu için çok heyecanlıyım ve merakla bekliyorum. Eğitimli işsizliği, toplumsal cinsiyet, haksız kazanç gibi konuları bu sefer durum komedisi üzerinden ele almaya çalıştım.
Son olarak kültür ve sanatın diğer dallarıyla ilgilenecek vaktiniz oluyor mu merak ediyorum. Yazmak ve yönetmek dışında kültür ve sanatla temasınız nasıldır? Neler yaparsınız?
Fotoğraf ve sinema ile ilgileniyorum. Fena olmayan bir sinema izleyicisiyim. Son bir kaç yıldır dansı da buna katmak istiyorum. Bir de sanırım artık tek başına yalın bir şekilde bu sanatları takip etmek dışında beraber, birbiri içine geçmiş çalışmaları daha çok merak ediyorum. Yani ismini tam olarak koyamadığımız tiyatro mu dans mı yoksa bir müzik gösterisi mi? Ya da bir stant-up mı izledim ben dediğimiz karma çalışmalar çok ilgimi çekiyor. Yaşadığımız zamanın hızına ve statik mekan algısına meydan okuyan çalışmaları da çok seviyorum. Rimini Protokol’ün Remote X’i ya da Sabancı Üniversitesi Gender Forum’un Cins Adımlar projesi gibi tarih, tiyatro, sosyoloji, teknoloji gibi farklı alanları bir arada çalıştıran işlerin sıkı takipçisiyim.