Adını bir ısı ölçme biriminden alan “Fahrenheit” sergisi, izleyiciye güncel sanatın ateşini, ısısını, değiştirme ve dönüştürme gücünü hatırlatarak güçlü bir deneyim sunuyor.
Sergide Ahmet Güven, Aslı Işıksal, Asaf Erdemli, Aykut Öz, Bestami Gerekli, Beyza Boynudelik, Deniz Varlı, Erdal Duman, Fırat Engin, Genco Gülan, Hamza Kırbaş, Haydar Akdağ, Hüseyin Arıcı, Mehmet Sinan Kuran, Mustafa Duymaz, Ramazan Can, Serkan Demir, Şevket Arık, Tanzer Arığ ve Zeynep Karabacak’ın eserleri yer alıyor.
Sanat Okur birlikteliğinde “Fahrenheit” sergisinde yer alan sanatçılar ile söyleşi dizisi gerçekleştirmeye başladık. Sanatçıyı tanımak ve eserini serginin kavramsal çerçevesi bağlamında daha iyi okumak adına gerçekleştirdiğimiz bu dizinin dördüncü konuğu Zeynep Karabacak. Kendisine bu kıymetli söyleşi için çok teşekkür ederim.
Yaşadığımız yer ile bağımız zihnimizde yarattığı imgeler ve o imgeleri algılama biçimimizle birlikte değişiyor. Üretimlerinizde doğa, ev ve yaşadığımız mekanlarda kullandığımız nesnelerin görsellerine sık sık rastlıyoruz. Sizin yaşadığınız yere, doğaya ve eve bakışınızı merak ediyorum. Bunlar üretimlerinize nasıl yansıyor?
Ev ve doğa benim için “içeri ve dışarı” diye tanımladığım bir olgu oldu. Hiç bir zaman doğaya ve eve büyük anlamlar yüklemedim. Yaşadığım bu yerler içinde daha çok olmaması gereken yerde var olan şeyler dikkatimi çekti. Aslında oldukları yerdeki absürtlüğü de diyebiliriz buna.
Bunlar atık nesneler, atık fikirler, atık insanlar, atık sesler… olarak işlerimde var olmaya başladı. Iskarta ismini de bu bakışla koydum.
“Iskarta” isimli serinizdeki çalışmalarınızın birinde bir insanın sekiz veya dokuz adımının ardından yerin altına düşüşüne tanıklık ediyoruz. Yaşadığımız zaman içinde de bu düşmelerin tanıkları oluyoruz. Bu tepetaklak olan durumlarımız bazen üretmek için yeni yollar keşfetmemize de sebep oluyor, sizin üretimlerinize kaynaklık eden motivasyonunuz nedir?
O işimde bazıları sadece tepetaklak olan hayatlar görebilir, bazıları da devam etmeyip bunu öyle tercih ettiğinin okunmasını da yapabilir.
Beni motive eden ise, tedirginlik diyebilirim.
İşlerimi üretirken biraz önce bahsettiğim absürt olan şeylerin beni ne kadar rahatsız ettiğine daha çok odaklanıyorum sanırım.
“Iskarta” adını verdiğiniz 2D animasyonlarınız karanlık olmasına rağmen bizi hiç ürkütmeden kendi görünen dünyalarının başka boyutlarını düşündürmeye davet ediyor ve hayal kurduruyor. Bu durumun sanatınızdaki karşılığı nedir, eserlerinizin bizi davet ettiği yer neresi?
Bu seriye başladığımda ıskarta kelimesinin gazetecilikte kullanıldığını farkettim. Orada yayınlanmayan fotoğrafların ortasına delikler açılmış ve ıskartaya çıkarılanlar diye ayrılmış. Fotoğraflardaki bu delikler, bütünde bir parçanın yok oluşunu ve bütünün onsuz yeni bir yere evrildiğini hissettirdi bana. İşlerimdeki bazı formların hareketli bazılarının da hareketsiz kalması bu deliklerin bendeki karşılıkları gibi bir şey oldu.
Bazen penceresine dışardan baktığımız evlerin güneşlikleri çekili, camları kapalı ise içinde kimse yok gibi hatta bazen yaşam yok gibi hissederiz. Fahrenheit sergisinde yer alan eserinizde ev ve evin penceresindeki açıklık da ise bize yaşam aralığı sunuyor gibisiniz. Fahrenheit sergisi bağlamında bize eserinizden bahsedebilir misiniz?
Fahrenheit 451 romanında kendilerine ‘Kitap İnsanlar’ adını veren bir topluluk vardı. Bunların amacı kitapları sonsuza kadar yaşatmaktı. Her biri sadece bir kitabı hafızasında tutabilmekte ve kitap yok edilse bile onu ezberleyen hayatta kaldığı sürece o kitap yaşatılmış olacaktı. Kitapların tekrar basılabilecekleri düşüncesi, buradaki umudun hiç bitmediğini ifade ediyor.
Sergideki bu işimde hareket eden perdeyle, yıkılarak yok olan mekanlar ve hayatlara ait belleği tekrar yaratmaya çalışıyorum.