Her Yerdeyiz Projesi Üzerine, Sanatçı Ekin Keser İle Söyleşi

Dünyada her yıl Haziran ayının sonunda düzenlenen onur haftası yürüyüşleri Türkiye’de yine engellerle karşılaştı. Engel kelimesi türlü zorlukları ve karşılaşınca mücadele edilmesi gereken bazı durumları aklımıza getirse de aslında karşılaşılan; baskının, zorbalığın, sindirme, yok etme politikasının, şiddetin ta kendisi. Arendt, şiddetin totaliter rejimlerde tümüyle bir tahakküme dönüşmesinin insan varlığı için bir tehdit olduğunu söylerken, bu tehdidin Nazi gibi rejimlerin yıkılmasıyla ortadan kalkmayacağı saptamasında da bulunur.1 Elbette baskıcı sistemler yıkılmadığı sürece bu tehditler ortadan kalkmayacaktır. Her totaliter rejimin, dinin, bir Yahudisi, bir cadısı olacaktır. Yarının Alman Yahudisi bizim olmayacağımız ne meçhul diye soruyor Ahmet Güngören Cadıların Günbatımı kitabında. Ve o kitabın girişinde çok sevdiğim bir söz yazıyor kehanet gibi: Bin masalla dokunulmaz sakalına dalmış sana bir ölüm düşünüyorum.2

Quer Sanat ve Her Yerdeyiz Projesi Üzerine, Sanatçı Ekin Keser İle Söyleşi
Her Yerdeyiz Projesi Üzerine, Sanatçı Ekin Keser İle Söyleşi

Bugün kendisini cadı kazanında hissetmeyen kimler kaldı ki? O kazanın içinde küle dönmeyip dirice mücadele veren bir alan da Foucault’nun Cinselliğin Tarihi’nde1 kimlik siyasetinde önemli bir yer edineceğini belirttiği üzere queer deneyim karşımıza çıkıyor.

Kimlik siyasetinde önemli bir yerde duran queer deneyim, sanatı ve senin bireysel üretimlerini nasıl etkiledi?

Yeni bir nefes getirdiği aşikar. Her yerde olduğu gibi, bütün alanlarda olduğu gibi… Çünkü queerlerin çok farklı bir bakış açısı ve düşünme biçimi var. Bunu kendime bir övgü olarak söylemiyorum ama baktığımız zaman en iyi moda tasarımlar queer tasarımcılardan çıkıyor. Bugün yaşadığımıza bakacak olursak, onur haftası yürüyüşlerinin yasaklanması karşısında direnenler arasında bu zamana dek yapılan en büyük gözaltına alınma sayısı yapıldı. Bunu, bize karşı açılan bir cephe olarak görüyorum. Ve bu yolda mücadelemizin büyük olduğunu düşünüyorum. Örgütlü ya da bağımsız eylemlerin hepsinin queer sanata etkisi büyük ve queer sanatçıların üretimlerinin her birinin bir eylem ve performans niteliğinde görülmesi gerektiğini düşünüyorum.

Peki, queer deneyim kimlik siyaseti alanında güçlü bir direniş gösterirken queer sanat ve sanatçıları sanat ortamında nasıl bir güç ile karşı karşıya ve bu gücün karşısında nasıl davranıyor?

Aslında sanat da siyaset gibi, birbirine çok benziyor. Güçlü ve genç bir sanatçıysan queer bir sanatçı olarak kabul görmen çok zor oluyor. Üretimlerinde çoğu zaman sansür yiyebiliyorsun ve onların istedikleri gibi yönlenmezsen alan açılmıyor sana. Bazı çalışmalar ne kadar beğenilse de güçlü isimler tarafından desteklenmediği zaman sansürle karşılaşılabiliyor, bazen işlerin satılamıyor, istediğin bir galeriyle çalışma imkanın olmuyor… Ben sadece bu sebepler yüzünden bile üretimimden sapmayacağım. Sadece iş satabilmek için, üretmek için üretmiyorum. İşlerimin her birinde bir yaşanmışlık var, hepsinin bir hikayesi var.

Sanatta bir dönem eşcinsel deneyim gizleniyor ve cinsiyet kimliklerinin üzerine gerçeği saklayan kalın perdeler çekilmeye çalışılıyor. 1895 yılında Oscar Wilde eşcinsellikten yargılanıyor ve iki yıl hapis cezası veriliyor. Çağlar yaşanmış, geçmiş olmasına rağmen değişmeyen şeyler var, hala o yüzden bu mücadele sürüyor. Sence sanat bunu değiştirmekte nasıl bir etkiye sahip?

Bu konuda her zaman umudum var. O yüzden çizgimden sapmıyorum. Belirli koleksiyonerler var; queer işlerle ilgilenen, onları koleksiyonuna dahil eden, büyük müzelerde queer sanatçıların eserleri yer alıyor, bunlar inancımı tazeliyor ve queer sanatçılarla bağlantıda olmak ve onların yaşadıkları süreçleri paylaşmaları inancımı korumamı sağlıyor. Evet, çok daha iyi yerlere gideceğiz ve değişecek. Kendi sürecim için bile bunu söyleyebilirim. İlk projem Mamut’da gerçekleşmişti. Video ile başlamıştım ve farklı işler, farklı projelerle devam ettim. Üretimlerim de yaşanılanlardan ortaya çıktığı için her biri queer üretimler oluyor. Karşılaştığım iyi dönüşlerle mutlu hissediyorum. Queer sanatçıların üretimleri yok sayılıyorsa, sansürleniyorsa o sanat sanat olup olmadığını sorgulamak gerekir diye düşünüyorum.

Tıpkı siyaset gibi sansürün sebebi sence korku olabilir mi?

Güzel bir yere değindin. Kendine güvenen, sanatın ne için olduğunu ve nasıl olması gerektiğini bilen kişiler bundan korkmuyor. Başka kaygılara sahip insanlar korktuğu için sansür uyguluyorlar.

Türkiye’de içinde bulunduğumuz toplumda yaşatılan bu baskı ve müdahalelerin senin sanatsal üretimine etkisi nedir?

Aslında bütün üretimlerim; yaşadıklarımın, öfkemin, sevincim, açlığımın, tokluğumun, yediğim sansürün, duygularımın dışa vurumu… Bunlar olmasaydı üretimlerim olmazdı. Her sancıdan yeni bir şey doğurup öyle yaşamaya çalışıyorum. Benim yaşama inancım bu. Yaşanılan krizleri sanatsal üretimimle birleştirip aktivitizm yaparak kendi sanatsal üretimimle krizleri nasıl faydalı biçime çevirebilirimi düşünüyorum. Öfkeyi, acıyı, herhangi bir duyguyu fetişleştirmeyip ondan üretimimle ortaya çıkmak amacım.

Onur haftasında üretmiş olduğun projenin üretimi de krizleri sanatsal üretiminle birleştirip faydalı bir hale dönüştürmenin ve aktivist yönünün güzel bir vurgusu olsa gerek. Projenden ve karşılaştığın tepkilerden bahsedebilir misin?

Ben bir sanatçı olmanın yanında bir sanat eğitmeniyim ve çocuklarla uzun zaman geçirerek çalışıyorum. Onların bana kattığı dünyalardan biri eğlenmek, oyuncaklar, arabalar bebekler… Ben de uzaktan kumandalı araba tasarlayıp, içine barbieleri koyup, gökkuşağı bayrağını da sokaklarda caddelerde sallayabileceğimi ve bunun hiçbir şekilde suç olamayacağını düşündüm. Suç olsa bile çok komik olurdu. Yeni neslin bu konuda çok bilgili olduğunu görmek, insanların yüzünde tebessüm oluşturması, aldığım bu güzel tepkiler beni çok besledi.

Bazı sloganları gülümseterek yaymak daha etkili galiba, insanlar tebessümle yaydığını bazen daha kolay alıyor olabilirler. Peki, bu projeyle ilgili geliştirmek istediğin başka fikirlerin de var mı?

Bu arabanın da artık bir yaşanmışlığı oluştu. Benimle sokakta yürüdü, bazen insanlar üzerine bastılar, tamponu çizildi, boyası bozuldu… Bu yaşanmışlığı sergilemek istiyorum. Projenin nasıl yönleneceği aslında sürece de bağlı. Bu proje önümüzdeki yıllar içerisinde de değişebilir. Farklı illerde de onur yürüyüşümü gerçekleştirmek istiyorum çünkü benim her yürüyüşüm onur yürüyüşüdür.

Bir sanatçı olarak kendini nasıl tanımlarsın ve sanatını en iyi nasıl ve nerede ifade ettiğine inanıyorsun?

Kendimi multidisipliner bir sanatçı olarak tanımlıyorum. Yaptığım her çalışmanın disiplini, materyali, farklı oluyor. En iyi o işi hangi malzeme ifade edecekse onu kullanıyorum. O da en iyi şekilde yansıtıyor. Yaşanmışlık burada devreye giriyor. Kezban Arca Batıbeki ve Koray Batıbeki’nin çok iyi ve özel bir koleksiyonuna giren bir “Beni Seviyor Musun” enstalasyonum var Mixer’de. Oradaki gardırop gerçekten benim kendi gardırobum ve içindekiler benim kullandığım eşyalar. Ödül alan otoportrem “Ben Kimim Nereye Gidiyorum” pandemide yaşadığım süreci gösteren bir iş. Mamut’ta gösterilen ve daha sonra Ahmet Ergenç’in küratörlüğünde Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nde gösterilen “Öğretmen Yemini” isimli videodaki metin tek başına iyi bir metin. Güncel üretimlerimde bu şekilde ilerliyorum.

Baudrillard’ın söylediği gibi hepimizin neredeyse rehine olduğu şu zamanlarda sanatla krizleri aşmaya çalışmak çok kıymetli. Paylaştığı fikirleri ve aktardığı deneyimleri için Ekin Keser’e çok teşekkür ederim.


1 Altunok Gülbanu.“Şiddetin Eleştirisi” Doğu Batı Yayınları.2021. s.43 s.56
2 Güngören Ahmet. Cadıların Günbatımı. Patika Yayıncılık. 1998.
3 Cinselliğin Tarihi, Michel Foucault, Çev. Hülya Uğur Tanrıöver, Ayrıntı Yayınları. 2016

Fatma Leylâ Ak, sanat tarihçi kent, bellek ve sanat üzerine yazar.