En iyiyi aramayı bırakmalı insan. Hayatın her alanında. Başarısızlıktan korkmamalı mesela. Başarısız olmaktan korkmak, cesaretsizliğe götürür. Kimliğini kabul etmeli mi? Yoksa bu kimliğin köklerinin arkasına saklanmadan kendini sorgulamalı mı? Âdem; kendini, köklerini, yaşamını ve bulunduğu noktayı sorgulayanlardan. ‘İlk Âdem’ o. Böyle söylediğinde kahraman gibi hissediyor.
Siz bilinçdışınızdakileri bilince dönüştürene kadar, onlar sizin hayatınızı yönlendirecek ve siz ona kader diyeceksiniz.
Carl Gustav Jung
Core Kolektif’in ilk oyunu olan Kurtulma Hızı; bireyin kendi içsel çatışmaları üzerinden bir kimlik arayışı hikayesi sunuyor. Şari ile Âdem bir sorgulama yolculuğuna çıkıyor. Seyirciyi de bu yolculuğa davet ediyor. Şari’nin bir anlamı var tabii. İslam dininde Şari, hüküm koyan kişi demek. Şeriat kelimesiyle aynı kökten türemiş. Bu isim de seyirciye oyunun hikayesine dair bir ipucu sunuyor başlangıçta. Yolculuk sırasında Âdem kendini arıyor, Şari de tabiri caizse adının da verdiği yetkiye dayanarak ona köstek oluyor. Âdem ve Şari’nin ikiliği, Âdem’in içsel hesaplaşmasını görünür kılarken, oyunun kara mizah tonunda ilerleyen yapısı sayesinde de ağır temalar hafif bir dille işleniyor.
En iyiyi aramak insanlığın doğası ama büyümeyi de kabullenmeli insan. Hatalarını ve zayıflıklarını bilmeli. Âdem büyümeyi kabullenebilmiş mi peki? Âdem, kendisinden sürekli “ilk Âdem” olarak bahsediyor ve bu sıfatı kendi kimliğiyle harmanlayarak hem dini hem kişisel geçmişiyle bir hesaplaşmaya giriyor. Şari ise onun “bendeki ben” olarak tanımladığı yargılayıcı, otoriter vicdanı. Oyunda Âdem, kendisiyle yüzleşirken, bu yüzleşmeye neden olan geçmişteki anılarını açıyor seyirciye. İlk ‘günahını’, ilk kız arkadaşını, ilkokul öğretmenini, ailesini ve en önemlisi hayallerini anlatıyor bize. Âdem çocukken astronot olmak istiyor. Hatta bunun üzerine ilkokul hocasından bir uzay kampına katılması için davet bile alıyor. Ama hayallerine yaklaşacağını düşündüğü bu kamp için ailesinden tabii ki izin alamıyor. Bunun yerine ailesi onu tüm yazını geçirmesi için Kur’an kursuna gönderiyor ve onun adına bir karar vermiş oluyor.
Âdem’in astronot olma hayali, özgürlük ve bilinmeze ulaşma arzusunu sembolize ederken, ailesinin onu Kur’an kursuna gönderme kararı, Âdem’in kendi kaderi üzerindeki kontrolsüzlüğünü ve inanç sistemiyle bağlanmışlığını ifade ediyor. Âdem’in oyun boyunca dile getirdiği “kahraman olma” fikri, uzaya gitme hayaliyle birleştiğinde, oyundaki kurtuluş ve bireysel özgürlük temaları da ön plana çıkıyor. Âdem’in hayal kırıklıkları (astronot olma hayalinin gerçekleşmemesi, ailesinin kararlarının baskısı) ve bu hayalleriyle çatışan içsel hesaplaşmaları, onun bir yandan geçmişinden kaçmaya çalışırken bir yandan da geçmişine bağlı kalmasını sağlıyor.
Bu ikilem, Şari karakteri aracılığıyla görselleşiyor. Şari, Âdem’in iç sesi, vicdanı ve yargıcı olarak, onun kendisiyle olan hesaplaşmasını somut bir diyalog hâline getiriyor. Oyunda karakter olarak sadece Şari ve Âdem’i görüyoruz. Şari yeri geliyor Âdem’in lisedeki kız arkadaşını canlandırıyor, yeri geliyor annesini, yeri geliyor öğretmenini… Âdem’in hikayeleri ve geçmişine dair kesitlerin sahnede canlandırılması, onun içsel yolculuğunu anlamak için bir potansiyel sunuyor. Ancak bu sahneler arasında bir bağlayıcılık ve dramatik bir akış eksikliği var gibi görünüyor. Şari’nin temsil ettiği diğer karakterler sahne akışı içinde organik bir şekilde işlenmediğinde, seyircide karakterin duygusal sürecine dair bir kopukluk yaratıyor. Âdem’in çocukluğuna dair hikayeler, astronot olma hayali, ailesiyle çatışmaları ve dini sorgulamaları gibi unsurlar oyuna dair güçlü malzemeler. Ancak bu malzemeler, sahnede sadece bir anlatım veya kısa canlandırma olarak kaldığında seyircinin bu anlara duygusal olarak bağlanmasında güçlük çekmesine sebep oluyor.
Örneğin, Âdem’in astronot olmak istediği halde Kur’an kursuna gönderilmesi, bir baskı hikayesi fakat bu olayın Âdem üzerindeki duygusal etkisi kısa geçişlerle gösteriliyor. Bu da seyirciye Âdem’in acısını ya da hayal kırıklığını hissetme fırsatı vermemiş oluyor. Eğer Âdem, annesi tarafından hayalleri yıkılan bir çocuk olarak sahnede daha kırılgan veya duygusal bir an yaşasaydı, bu sahne seyircide daha derin bir etki bırakabilirdi. Ancak anlatılan hikayeler arasında duygusal bir doruk noktası olmaması, Âdem’in içsel çatışmalarını yüzeysel hissetmemize neden oluyor.
Âdem’in Suçluluk Duygusu ve Gölge Arketipi
Oyun boyunca Şari ve Âdem, bu canlandırmalardan yola çıkarak Âdem’in ‘günahlarını hesaplamaya çalışıyorlar’ ve bu günahların kefareti olarak da elma tohumları topluyorlar.
Âdem’in tohumları toplaması ve sayması, onun geçmiş günahlarını telafi etme çabası olarak karşımıza çıkıyor. Bu çabayı, Carl Jung’un gölge arketipiyle ilişkilendirirsek ortaya daha derin bir anlam çıkartabiliriz. Carl Jung’un gölge arketipi, bireyin bilinçdışında yer alan ve genellikle bastırılmış ya da kabul etmekte zorlandığı olumsuz yönlerini, korkularını, arzularını ve kusurlarını temsil eder. Jung’a göre gölge, kişinin “karanlık” tarafıdır ve bu yön, bireyin öz benliğiyle bütünleşmediği sürece onu rahatsız eder, hatta içsel çatışmalara neden olur.
Âdem’in tohumları toplaması ve günahlarını telafi etmeye çalışması, onun gölgesiyle yüzleşme çabasını sembolize etmiş gibi görünüyor. Şari’nin varlığı ise bu yüzleşmenin dışa vurumu gibi okunabilir; Şari, Âdem’in gölgesini somutlaştırıyor ve onun hem yargılayıcısı hem de rehberi haline geliyor. Bu bağlamda, Âdem’in hikayesi, bireyin gölgesini kabullenme ve onunla barışma sürecinin dramatik bir yansıması olarak okunabilir.
Âdem’in geçmişine dair kesitler, bir günahın bedelini ödemeye çalışırken nasıl bir arayış içinde olduğunu ortaya koyuyor. Ancak bu kesitlerin birbirine bağlanmadığı veya duygusal bir bütünlük sağlamadığı durumlarda, seyirci bu hikayeleri tek tek anlamlı bulsa da Adem’in genel yolculuğunu kavramakta zorlanıyor. Seyirci, Âdem’in neden bu kadar büyük bir suçluluk duygusuyla hareket ettiğini ve bu sorgulamaların sonuçlarının neler olduğunu tam olarak hissedemiyor.
Âdem’in içsel çatışmalarını anlamak için, zihinsel süreçlerine daha derinlemesine bakmak ve bunları sahneye de yansıtmak gerekiyor. Beynimizi dört katlı bir pasta olarak düşünürsek, tepede yer alan korteks, biz insanlara özgü bir yapı olarak değerlerimizi ve inançlarımızı barındırır. Korteksin aktif olması, geçmişi düşünebilmeyi ve geleceğe umutla bakabilmeyi mümkün kılar. Ancak Âdem’in durumunda, korteksin sağladığı bu bilişsel yetiler onun için bir avantajdan çok bir yük haline gelmiş gibi gözüküyor; geçmişte yaşadığı hayal kırıklıkları ve suçluluk duyguları, onun zihninde sürekli tekrar eden hesaplaşmalara dönüşüyor. Bu hesaplaşmaların en somut örneği, Âdem’in çocukluğunda yaşadığı bir kirpi hikayesinde belirginleşiyor.
Âdem, bu hikayede başta bir kirpiyi kurtarmaya çalıştığını, ancak kurtaramadığını söylüyor. Oyunun sonunda ise kirpiyi bilinçli olarak bir gün ailesinin gözü önünde ateşe attığını itiraf ediyor. Bu olay, çocukluk hayallerinin ailesi tarafından engellenmesiyle doğrudan bağlantılı. Çünkü annesi bu olaydan önce Âdem’in gözü önünde kağıttan gezegenlerini ateşe atıyor. Bu da Âdem’in öfkesini kirpiden çıkarmasına neden oluyor. Bu sahne, Âdem’in masumiyet algısını tamamen sarsıyor ve karakterin çocukluğundan beri taşıdığı suçluluk duygusunu yeniden şekillendirerek kendini bir türlü affedememesine sebep oluyor. Âdem’in ateşe bakarak sorduğu “Cehennem de böyle güzel mi?” sorusu, dini ve ahlaki inançlarla harmanlanmış bir varoluşsal sorgulamayı yansıtıyor. İncil’in “İlk taş günahsız olan tarafından atılsın” öğüdü burada tersine dönüyor; Âdem’in masumiyet arayışı, kendi elleriyle imkansız hale geliyor.
O kadar çok soru, yol var ki hayatta. Aralarından boğulmadan çıkabilmek mümkün değil. Tökezleyerek ilerlemek, canını yaksa da devam etmek. Bulunan cevaplar bazen de daha fazla çıkmaza sokuyor insanı. Bazen daha da umutsuzluğa götürüyor. Bu ümitsizlik halinden nasıl çıkmalı? İnsan olmak böyle bir şey işte, sorularla dolup taşan. Çocukken cevaplarla o kadar da ilgilenmezsin, sadece merak edersin. Gençken ne sorularla ne de cevaplarla ilgilenirsin belki. Ama o gençlikten yetişkinliğe geçiş yok mu? O zaman ilgilenmeden duramazsın.
Sadece cevaplarla ilgilensen de doğru soruları soramazsın. Doğru cevapları bulamamak bundan mıdır yoksa? Sürekli sorgulayıp aramakla mı geçecek ömür? Âdem’in hikâyesi de bu bitmeyen sorgulamalar ve arayışlarla örülü, ama belki de onun asıl mücadelesi, cevaplardan çok sorularla barışmayı öğrenmektir.
En Yakın Oyun Tarihi
10.12.2024 Salı / 21:00
DasDas Sahne / İstanbul