Her zamankinden daha soğuk gibi gelen bir Ankara gününde Kırlangıç sokağın dik yokuşunu çıkarken Mehtab’ın yeni işlerini görmek için heyecanlıydım. Galerinin kapısından girdiğimde sıcak bir yere ulaşmış olmanın verdiği hisle mi bilmem parelel bir evrene adım atmış gibi hissettim kendimi. İşlere göre kurgulanmış, işlerin renksizliğine öykünmüş bembeyaz bir mekana dönüşmüştü galeri. Bir heykel atölyesi ve belki bir kostüm odası gibi düşündüm burayı. İnsan formunu bir kılıf gibi sıyırıp askıya bırakmıştı sanatçı ve beden parçalarından aldığı kalıplardan oluşturulmuş kabuklar, amorf formlar oluşturacak şekilde bir araya getirilmiş heykellere dönüşmüştü.
Önceki sergilerinden bildiğim Şahmeran mitini takip ediyordu Mehtap. Kabuğunu bırakmış, yenilenmiş, yeniden doğma aşamasında bir şahmeranın gizli mabedi gibi tasarlanmıştı sergi mekanı da. İnsan kendi formuyla böylesi bir karşılaşmayı nasıl da şok edici buluyor diye geçirdim aklımdan. Beden parçalarının, bedeninin giysilerin altında kalan kuytularının kalıplarını alarak oluşturduğu yeni formlarda, önceki işlerinden bildiğim çiçekli dokular, çarpıcı kırmızılar yoktu. Sanki sanatçı zamanı geriye doğru bükmüş, işlerinin üretim sürecinde, çiçeklerin ve reklerin olmadığı çağlara geri dönmüştü. Formlardaki renksizlik, bilinçli bir hamlık, bitmemişlik duygusu uyandırıyordu. Bunlara karşın bir broşa dönüşmüş altın bir dudak, tek başına mekanın köşesinde alabildiğine çarpıcı ışıldıyordu.
Bronzdan dökülmüş yarım bir büst, galerinin atölyeleştirilmiş mekanında izleyiciyi gerçeğin katılığına çeken yegane unsur olarak konumlandırılmıştı belki de. Bir de orkideyi andıran zarif, kırılgan, siyah beyaz bir çiçek formu vardı süpriz şekilde izleyiciyi karşılayan. Bu çiçek beklide yeşermeye, filiz vermeye başlayacak ormanı müjdeliyordu kim bilir, bende bıraktığı his öyleydi en azından.
Oluşturduğu bu lirik evrende, kendini tekrar tekrar yaratan sanatçının kırılgan varoluş öyküsünü izlemek, bu deneyimin en azından bir kısmının kanıtlarını görebilmek, başka başka varoluş biçimlerine tanık olmak ve kendi içinde bunları sorgulamak keyifliydi.
İnsan kendi resmini yapan sonra da o resme benzer hale gelen bir yaratıktır der Iris Murdoch. Mehtap Baydu’nın Henüz Orman Çıplaktı sergisini gezerken bir sanatçı ve hayatına kattıklarını anlatmaya çalışan biri olarak bu cümle geçip durdu aklımdan. Kendimizden sıyrılıp yeniden doğma aşamalarımız, varoluşumuzu soyup, kırıp parçalayıp yeniden yeniden doğuşumuz, insan olarak hep bir başlangıçla hemhal. Orman çıplakken başlayan bu süreç son nefesimizi verdikten sonra, yaşam döngüsünün bir parçası olarak da devam ediyor. Bizi yeniden ve yeniden doğuruyor.
Mehtap Baydu’nun Henüz Orman Çıplaktı sergisi Galeri Nev Ankara’da 26.02.2022 tarihine kadar izlenebilir.
Sergiden fotoğraflar kadar, sergiyi anlatım da oldukça çekici ve merak uyandırıcı hisler barındırıyor. Teşekkürler Özlem Tekdemir, en yakın zamanda Baydu’nun soyulan bedenlerini içeren “Henüz Orman Çıplaktı” sergisini görmeliyim.
🙏🏻🌸