Müzik, bir sanatçının ruhunu en iyi şekilde yansıttığı bir ifade biçimi… Tunç Öndemir de tam anlamıyla bu tanımı karşılayan bir müzisyen. Onun müziği, geçmişin nostaljik tınılarıyla günümüzün modern dokunuşlarını harmanlayan bir dünya sunuyor. Besteci, söz yazarı ve sahne sanatçısı kimliklerinin yanı sıra bir eğitimci olarak da müziğe ve sanata dair çok yönlü bir bakış açısına sahip.
Son şarkısı “Ateşkes” ile dinleyicilerini derin bir hikâyeye davet eden Tunç Öndemir, aynı zamanda eğitim aldığı ustalardan öğrendiklerini ve sahnede edindiği deneyimlerini paylaşarak hem kendisini hem de öğrencilerini geliştiren bir yolculuğa devam ediyor.
Söyleşimizde, Tunç Öndemir’in; müzik yolculuğunu, eğitimci kimliğini, sahne deneyimlerini ve sanata olan bakışını konuştuk. Sorularımı tüm samimiyetiyle yanıtladığı sohbetimizi keyifle okumanızı dileriz.
İlk yıllarımda Türk Popüler Müziği sahnelerinde çalıştım, ancak o dünyaya ait olmadığımı fark ettim.
Tunç Öndemir
Müzik yolculuğunuzun başından bugüne, sizi bugün olduğunuz sanatçıya dönüştüren temel unsurlar sizce nelerdir? Kendi müziğinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Merhabalar. Bugünden bahsedersek; günümüzdeki müzikal anlayışımın temelleri şu anda birlikte müzik yaptığım ekiple olan müzikal çabamız, birlikte müzik yapmanın getirdikleri, öğrettikleri, kazandırdıkları ve sahne saati diyebiliriz. Geçmişten bahsedersek de küçük bir çocukken ve nota bilmezken; radyodan, teypten, plaktan vs. duyduğum melodileri unutmamak için bir nevi merdivene benzer bir yöntemle çizerek not almak, 7 yaşından itibaren çalgı ve solfej öğrenimi ile yavaş yavaş bu melodileri ve kendi uydurduğum mini ezgileri notaya dökmek, özellikle de radyo başından hiç ayrılmadan Dünya istasyonlarını kurcalayıp oradan duyulan birçok melodiden etkilenmek ve onları çalmaya çalışmaktan başlayabiliriz.
20’li yaşlara gelmeden önce de tabii ki ilk ilişkiler, yaşanan ayrılıklar veya doğadan, sanattan etkilenmelerle ufak tefek satırlar yazmaya ve onları bestelemeye çalışmak denebilir.
Özellikle lise sonrası üniversitede müzik okurken ve bir yandan gitarda ilerlemeye çalışırken önce tek başına veya birkaç kişi birlikte canlı müzik yapmak, zamanla gelen iş teklifleri ile sanatçılara eşlik etmeye başlamak, birçok müzikal tavrı ve genre’ı fark etmek, müziğin daha da derinlerine girmeye karar vermek diyebiliriz. İlk yıllarda Türk Popüler Müziği sahnelerinde ve bazen albümlerde eşlik gitarcısı olarak çalıştım. Daha sonra o dünyaya ait olmadığımı fark edip başka tür müzik icra eden müzisyenlerle bir arada olmayı tercih ettim.
Kendi müziğimi tanımlamaya gelince, dediğim gibi ben küçükten beri onlarca tarzı dinleyip oralardan binlerce melodi biriktirmiş biriyim. Hafızamda küçüklükten bu zamana kadar olan sürece ait binlerce şarkı kayıtlı. Günümüz modern tarzı ile (ya da sound’u diyelim) geçmişteki melodik yapıları birleştiren bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Birlikte müzik yaptığım arkadaşlar caz müzisyenleri. Onlarla sahnede yaptığımız müzikten kalma alışkanlıklarla, kayıt öncesi yaptığımız müzikal ön çalışmalarda herkes fikrini paylaşıyor ve ortaya bize ait olan bu ortak duyum çıkıyor. Popüler müziğin genel yapısına özellikle çok dokunmamaya çalışarak müzik yazıyoruz.
Aklımda genelde her şeyin çok güzel olduğu 70-80’li yıllardaki melodiler ve sözlü/sözsüz şarkı yapıları döner. Bu bahsettiğim herhangi bir tarzda müzik olabilir. Bunun sebebi ilk müzik dinleyip irdelemeye çocukluk çağında başlamış olmam. Bu da şarkılarıma ister istemez yansıyor. Nostaljik ve melankolik olarak adlandırılmamın ana sebebi de muhtemelen budur bence. Günümüz stillerinde şeyler de yazıyorum ama ilk albümüm için bu yaptığım tarzı tercih ettim. Diğer albümler nasip olursa, yine retro ezgilerin yanı sıra modern yapılar da paylaşacağım.
Sanatınızın dönüm noktası olarak gördüğünüz bir an var mı, varsa bizimle paylaşır mısınız?
Dönüm noktası olarak öncelikle Birsen Tezer’le tanışıp onunla çalmaya başlamam ve yeni katılan müzisyen arkadaşlarla iyi müziğe hizmet için gösterdiğimiz gayreti söyleyebilirim.
Marmara Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi’ndeki eğitiminizi yarıda bırakıp gitar tekniklerine odaklanmayı tercih etmişsiniz. Bir eğitim sistemi içinde kendinizi geliştirme sürecinden ayrılırken bu aldığınız karar zor olmuş muydu? Bugün müzik eğitimi alan gençlere veya eğitim sistemlerine yönelik bir değerlendirmeniz ya da öneriniz var mı? Hatta daha spesifik soracak olursam; Müzik eğitim sisteminin sanatçıların özgünlüğünü geliştirmesi açısından eksik bulduğunuz yönleri neler?
Marmara Üniversitesi’nde çok kıymetli ve ufkumun açılmasına sebep olan, bildiğim birçok şeyi öğreten kıymetli hocalarımdan mezun olup ayrıldıktan sonra yanlış bir karar vererek konservatuvarın yarı zamanlı ses eğitimi bölümüne girdim. Yani elbette okuldan bağımsız olarak benim için yanlış bir karardı. O sene Bilgi Üniversitesi Caz Bölümü açılmıştı, Neşet Ruacan’dan davet de aldığım halde ben nedense tercihimi konservatuvardan yana kullandım. Bugünlerde buna oldukça üzülüyorum. Fakat sorunun aslına dönecek olursak ayrılma kararımdan pişman değilim, dediğim gibi yalnızca tercih kararımdan pişmanım.
Bugün müzik eğitimi alan gençlere bu konuyla ilgili tek tavsiyem ne tür müzik yapmak istediklerinden emin olmalarıdır. Ama yapacakları tarza en çok zaman ayırmak dışında neredeyse her tür müziğe kulak kabartmaları, hepsiyle az çok ilgilenmeleri, arşivci olmaları, icra edeceği tarzı canlı olarak izlemeleri ve bol etüt de başka bir tavsiye olsun.
Ben arayış süreçleri geçirdim, bazen kararsız kaldım. Şu anda ne yapmak istediğimi veya istemediğimi bilsem de başlarda bocaladığım oldu.
Müzik eğitim sistemine dair yazacak çok şey var ama çok değinmek istemiyorum. Kişinin kendini geliştirecek eğitime yönelmesi, zaman ayırması ve dalında en iyi olanlarla çalışması ve bol etüt ana tavsiyemdir.
Son sorunuza gelecek olursak günümüz müzik eğitim sisteminin sanatçıların özgünlüğünü kısıtladığını pek düşünmüyorum. Özgün olmak bambaşka bir durum. Okulda öğrenmeniz gerekenler var, doğrudur. Ancak dersler dışında bir şeyler üreten, yaratan, tasarlayan sanatçılar bana göre doğuştan başka kodlarda, başka kafalarda insanlar. Buna birçok branşta yıllardır şahidim. Öğretmen olmamın bu örnekleri gözlememde çok faydası oldu.
Velhasıl -bana göre- müzik sistemi sanatçıyı kısıtlamaktan ziyade kamçılıyor olmalı. Kişi oradan alacağını alıp, üstüne koyarak kendi stilini, dinamiğini ve üretimini gerçekleştirebilir. Ama bu içte varsa vardır diyelim.
Önceki sorumla bağlantılı olarak; bu kararınızın müzikal kimliğiniz üzerindeki etkisi ne oldu? Sorumu biraz daha derinleştirirsem; bugün bu kararı vermemiş olsaydınız sizce müziğiniz nasıl şekillenirdi?
Tam zamanlı eğitim kadar yoğun ve bazı odakları olan bir okuma dönemini değil de yarı zamanlıyı tercih etmiş olsam da konservatuvarı bırakmak bana müzikal olarak belki bir şeyler kaybettirmiş olabilir, bilemiyorum. Sorunuzun devamına istinaden cevaplarsam müziğimde belki daha iyi söyleme stilleri geliştirebilirdim diyelim. Şu an için naçizane bu müzik için yeterli görünüyor ama elbette daha iyisi olabilirdi belki. Fakat mezuniyetten sonra konservatuvarda yoğrulmanın verdiği bir enerjiyle farklı türde müzik yapmaya yönlenebilirdim. Operada çalışmak gibi. Fakat böyle bir şey istemiyor(d)um ve ona da o ara karar vermiştim zaten. Yeterince iyi bir okuldan mezun olduğumu ve geçmişten gelen güdülerle elimden geldiğince kendimi geliştirmeye çalıştığımı düşünüyorum, yani aslen konservatuvarı bırakmış olmak çok önemli bir konu değil benim için.
Son şarkınız Ateşkes, bir ayrılığın ıstırabını etkileyici bir şekilde yansıtan güçlü bir hikâye anlatıyor. Bu şarkıyı yaratma sürecinde sizi en çok etkileyen duygu veya olay neydi? Şarkının anlatmak istediği hikaye sizin için kişisel bir anlam taşıyor mu?
Ben ağırlıkla kendi yaşadığım ilişkileri yazıyorum. Ateşkes de çok gençken annemden dinlediğim bir hikayenin kendi yaşadıklarıma uyarlanmış bir versiyonudur. İlk ilişkim bittiğinde belki de çektiğim acıyı dindirmek amaçlı anlatmıştı, geçmiş gün tam hatırlamıyorum hangi detay üzerine bunu anlattığını ama anlattığı hikaye aklımda kaldı ve şarkının sonunda doğru recitatif bölümde ben de özetle anlatmaya çalıştım.
Geçen yıl ‘İyi misin?’ ve ardından ‘Kırlangıçlar’ ile albüm yolculuğunuza başladınız. Bu şarkılarla dinleyicilere büyük bir hikayenin parçalarını sundunuz. Albümün tamamlanmasıyla ilgili bir takvim var mı? Hikaye bizi hangi duygulara taşıyacak?
Sıradaki şarkıyı da tekli yayınladıktan sonra kalan şarkıları 4’lü bir paketle toplamda 8 şarkı olacak şekilde yayınlayarak albüme tamamlamak için çalışmaktayız. Tam olarak tarihini şimdiden öngöremiyorum ama alt yapılarını canlı olarak çaldık, bitirdik. Senfonik yaylılar ve okumalar da bittikten sonra mixing, mastering, kapak tasarımları, tanıtım videoları vs. gibi süreçlerin ardından video klip işlerini de bitirip çıkış için gün almak üzere sıraya gireceğiz. Bu sürecin ilk şarkımız ‘İyi Misin?’in yayınladığı nisan ayını geçmemesi için ben ve arkadaşlarım birkaç koldan çalışmaları sürdürmekteyiz. Yani toplamda bir yıl içinde tüm albümün her şeyiyle yayınlanmış olması hedefindeyiz.
“Ateşkes”in akustik hücum kaydı Hayyam Stüdyoları’nda, yaylı çalgılar ise MüzikLab’de kaydedilmiş. Bu süreçte çalıştığınız müzisyenlerin katkıları şarkıya nasıl bir ruh kazandırdı?
Müzisyen arkadaşların çoğu ile uzun süredir birlikte çalıştığımız için şarkıların armonik ve hatta melodik yapısı hakkında fikir alışverişi yapmak çok faydalı oluyor. Hem Ateşkes’te hem önceki parçalarda hem de yakında yayınlanacak olan şarkılarda bu imece usulü çalışma, şarkıları kolektif bir ruh ile örgülüyor bana göre. Bunun iyi veya kötü duyuluyor/hissediliyor olup olmadığını ise dinleyiciye bırakıyorum.
Birsen Tezer’le uzun yıllardır süren bir iş birliğiniz var. Her konserinizde hemen hemen bir düetinizi dinliyoruz. Birsen Tezer gibi önemli bir isimle çalışmaktan biraz bahsedebilir misiniz?
Çok uzun yıllardır süren bir müzikal iş birliğimiz var, doğru. Birsen Hanım’ın tercihi ile neredeyse her konserde iki düetimiz oluyor. Son zamanlarda da ‘İyi misin?’i de birlikte söyler olduk. Benim için çok keyifli gerçekten.
Kendisi müziğe ve sesine epey hakim bir müzisyen olduğu için müzikal anlamda çalışmak kolaydır. Sahnesine de çok hakim. Çok uzun yıllardır şarkı söylüyor, beste yapıyor, kanun çalıyor. Ben albümlerden önce de kendisiyle birlikte çalışırdım. O günlerden bu günlere bir yandan kemik, bir yandan sürekli yenilenen bir dinleyici kitlesi var. Hepsi ile diyaloğu harikadır. Dozunda, olgun, anaç. Bizlerin de gönlünü hoş tutar, albüm kayıtlarında müzikal fikirlerimize önem verir.
Bunun dışında sahne üstünde ve gerisinde ekipçe uzun yıllardır çok vakit geçirdiğimiz için çoğu zaman eğlenceli zamanlarımız olduğunu söyleyebilirim. Bilirsiniz; grup içi oturmuş espriler, eski-yeni anılar, gülme krizleri, birlikte eğlenmeler, dipsiz muhabbetler de işin güzel kısımları diyebiliriz. Grupta her birimiz nevi şahsına münhasır tipler olduğumuz için epey malzeme çıkıyor yani.
Eğitim aldığınız önemli isimler arasında Erkan Oğur, Neşet Ruacan ve Ricardo Moyano, Rene Macaroğlu gibi ustalar bulunuyor. Bu isimlerden öğrendiğiniz en unutamadığınız bir ders ya da bilgi diye sorsam?
Erkan Hoca’yla kısa süreli de olsa yaptığımız derslerde ağzından çıkacak her kelimeyi bekliyor, not alıyorduk. Dersler dışında Bülent Ortaçgil ile ortak turne ve konserlerde denk geldiğimizde de aynı şey geçerli benim için. Kendisi bu ülkede en değer verdiğim müzisyendir. Birçok mottomu ondan aldım diyebilirim. Buğday başakları içleri doldukça başını eğermiş, bunu anlatmadan ondan öğrendim.
Ben çok gençken Moda’da bir müzik mağazası olan arkadaşına (İbrahim Gökalp Ağabey) gitar denemeye geldiğinde, ben de oralardaysam -ki mağazadan neredeyse çıkmazdım- kendisini ilgiyle izler, konuşmalarını dikkatle dinlerdim. Diğer kıymetli eğitmenlerimden ve üniversite hocalarımdan da çokça kıymetli bilgiler edindim, sağ olsunlar.
Artık siz de bir eğitimcisiniz. Ustalarınızdan öğrendiğiniz, unutulmaz dersler ya da özel bilgiler varsa, bunları öğrencilerinize nasıl aktarıyorsunuz? Eğitim anlayışınızı bu deneyimler nasıl şekillendiriyor?
Önce ‘sebat’ı öğretiyorum. Kişi gerçekten müzisyen olacaksa sebat bir numaralı ‘olmazsa olmaz’ımız. İlk gitar öğrenirken bu işin olmayacağını düşünüp vazgeçmeme ramak kala geri dönmelerimin ana sebebi de bu sebat bilincinin bana aşılanması olmuştur. Bu elbette yetenek, istek, bol etüt ve müziğe olan yüksek sadakattan sonra geliyor. Bunları görüyorsam sebattan bahsetmeye başlıyorum. Günümüzde özellikle gitar öğrencilerime şunu söylerim “Bir roller-coster’dasınız ve tırmanma aşamasındasınız, tırmanma uzun sürdü diye vazgeçer, durdurur ve inerseniz bir süre sonra başlayacak olan eğlenceyi kaçırırsınız”. Buradaki ‘eğlence’ kavramı kişinin çalgısına yavaş yavaş hakim olması, işin nasıl çalıştığını kavraması, zevk almaya, kendini müzisyen hissetmeye başlaması anlamında elbette. Sahne kısmı ise bu aşamalara gelmiş her müzisyenin hayalidir.
Normal müzik derslerinde ise her bir öğrencinin genel yeteneği farklı olduğundan genel müzik kültürü dersleri işlemekteyiz. Yine de onlara ilk olarak iyi müziğin, emek verilmiş müziğin ve müzikalitenin ne olduğunu, ne anlama geldiğini, geçmişten bugüne iyi ve doğru müzik için ne tür emekler verildiğini ve ne fedakarlıklar yapıldığını öğretmekle işe başlıyorum. Müfredat her ne olursa olsun ilk dersler bunlar.
Sahne performanslarınızda hem Birsen Tezer ile düetler yapıyor hem de solo olarak sahne alıyorsunuz. Üstelik işin mutfağında da yer alarak bestecilik ve söz yazarlığı gibi süreçleri yürütüyorsunuz. Tüm bu çok yönlü çalışmalar, enerjinizi nasıl etkiliyor? Bunu dengelemeyi nasıl başarıyorsunuz?
Tüm bunlardan çok keyif alıyor olduğum için çok çok fazla zorlanmıyorum. Hatta öğretmenlik dahil. Konserler, turneler, şehirler arası git gellerle okula derse yetişmelerle, sürekli aranjman yapıp kayıtları organize etmekle vs. uğraşırken çok yorulduğum zamanlar oluyor, doğrudur. Ama her fırsatta uyumamla bilinirim ve tek başına kalıp dinlendiğim anlar da fazla. Muhtemelen bunlar gereken enerjiyi toplamama yetiyor.
Söyleşimizde yer aldığınız için teşekkür ederiz. Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mıdır?
Epey kapsamlı hazırlamışsınız, emeğinize sağlık ve çok teşekkür ederim.
Sevgiler.