“Aut viam inveniam aut faciam” / “Ya bir yol bulacağım, ya da yapacağım” Ama nasıl?
Deneyerek olabilir. Bu kavram eylemsel ve düşünsel olarak somut gerçeklikle bağlantılı olsa da herkesin farklı kurgularına göre şekillenen bir oluş halidir. Deneme yazılarıyla ünlü Borges, söyle demişti: “ben kurmaca yapmıyorum, gerçekler icat ediyorum.” Kurcalayarak icat ediyor olabilir miyiz? Kendi gerçeğimizi yaratımlarımızla inşa edebiliriz. Ya yaratımlarımızı? Oluşturulan inşanın kendiliğini nasıl yapılandırabiliriz? “kendini tanı” cümlesinin paradoksu gibi. Bizi yaptığımız şeyler mi tanımlıyor yoksa eylemlerimiz bizi oluşturan şey mi? Bu özgür düşünerek yoruma açılan bir soru. Felsefi bu soru, yüzyıllardır edebiyatta ve sanatta hala cevaplarını arıyor.
Montaigne, deneme tarzındaki yazılarını edebiyata kazandırarak özgür düşünmesini öğretmişti. Bu delicesine özgür yöntem bizi bilgeliğe ulaştırabilir miydi? Cervantes, soylu bir delilik ve bayağı bilgelik arasındaki apayrı mizaçları bize göstererek efsanevileşmişti. Bu sembol iki karakter, bir resimdeki kontraslar gibiler. Ancak zıtlıkta anlaşılabiliyorlar. O kutuplar arasında siyah beyaz kalmak yerine Murat Ateşli’nin resimlerinde yaptığı gibi gerçeklerden uzaklaşarak hayale sığınmak; bu hayaller vasıtasıyla da çirkin olan dünyayı güzelleştirmeyi denemeye dair naif bir yaklaşımla cesur bir deneyim. Denemelere sınırlar koymaktan kaçınarak ve yaratıcılığımıza, mevcut kalıpları aşma cesareti gösterilmelidir. Çünkü bunu yapamadığımızda kader olduğunu düşündüğümüz şeyi yaşarız ve “kader; tekrarlama çeşitlerindeki simetriye düşkündür.”