Onur Hamilton Karaoğlu, Boşu Boşuna
Onur Hamilton Karaoğlu, Boşu Boşuna ( Fotoğraf: Franzi Kreis )

Yok Olanı Konuşmak: “Boşu Boşuna” ve Performans-Sonrası

18 Mart 2025

Canlılık ve bedenselliğin ön planda olduğu performans sanatı, zamansal ve mekânsal deneyimin bireysel sınırlarında dolaşırken ortaklığın, kolektif deneyimin, hafızanın ve parça-bütünün bitmek bilmez deviniminde rahatlıkla hareket edebilen bir sanat türü. Tek bir noktada yoğunlaşıp kristalize olmanın tersi bir anlayışta genellikle yaymak ve akışkanlaştırmakla ilgili. Bundan ki pratiğin sınırları ve imkânları çok geniş bir yelpazede, çeşitli yaklaşımlarla ele alınırken performansın dokümantasyonu ve arşivi, üzerine konuşmak ve yazmak da oldukça tartışmalı konular haline gelmekte. Peggy Phelan 1 performansın ontolojisi üzerine düşünürken performansın hafızada kaybolan yapısını, tekrarlanamaz ve kaydedilemezliğini ısrarla vurgular. (1993, s.146) Performans, yok olandır. Maddi medyumların zorunlu aracılığı olmadan var olan, anlamını sürecin kendisinden, etkileşimden ve süreçte açığa çıkanlardan alan bir sanat pratiği denebilir. Verili anlamlarla üretilen değil, anlamı o anda ve mekânda üreten, bu yüzden de gelip geçici olarak görülen; süreç içerisinde veya sonrasında tahmin edileceğinden daha engin ufuklarda yankı bulabilen bir oluş hali. Performans kaydı veya “üzerine konuşma/yazma” da yok olanı tutma çabası olarak belki bir boşunalık içinde bu alanda iyi bilinen zorluklardır. Bir performans deneyiminden sonra, onun üzerine düşünmeyi denizin ışıyan parıldamalarının uyandırdığı belli belirsiz duygu ve düşüncelere benzetebiliriz. Hafızadan çekip çıkartılmaya çalışılan görüntü, duygu ve izlenimler total bir deneyim oluştursalar da dağınıktır. Kişi de her hatırlamada onu dönüştürür, bozar veya kendince yeniden yapar. Bu yazı da dâhil, performans üzerine her düşünme her yazış bu yok oluşu kendince var etme çabasına dayanıyor. Performansı düşünürken deneyimin bir görünüp bir kaybolan, akan, kayan, dağılan, yeniden bir araya gelen, sertleşen, yuvarlanan ve sonsuza kadar iç içe geçen veçheleri ile karşı karşıya kalırsınız. Ne görülmüştür? Ne yaşanmıştır? Suyu suyumuza nasıl karışmıştır, nasıl dolmuş, nasıl taşırmıştır? Bunları nasıl anlamalı, nasıl anlatmalıyızdır? Çoğu performansın bitiminde bilinçli-bilinçsiz bir karar anı vardır bana kalırsa. Ya hemen vazgeçilecek ve silikleşecektir yaşananlar ya da benimsenirse devam edecek kişiyle diyaloğa. Bu yazıya konu olan performanstan çıkarken kapı eşiğinde bu ayrımla baş başaydım, benimle gelecek mi Boşu Boşuna yoksa sadece “güzel bir deneyimdi” olarak kalacak mı hafıza kuyumda…

Onur Hamilton Karaoğlu’nun Boşu Boşuna adlı performansı 7 Mart 2025’te Salt’ın yürüttüğü Su Etrafında programı kapsamında gerçekleştirildi. Oldukça katmanlı bir yapıya sahip bu performans ilk defa gerçekleşmiyor. Performansın ilk gösterimi 2022 yılında Viyana Festivali yapımcılığında Slavs and Tatars Pickle Bar’da, ilk Türkçe gösterimi ise Protocinema yapımcılığında gerçekleşti.

Performanstan çıktım; o minik karar anı hala bir neticeye varmış değil. Sonrasında bir arkadaşıma performansı anlatmaya çalışırken buluyorum kendimi, tam anlamıyla bir çabalama hali. Neyi, nasıl anlatabilirim ki? Ama pes etmiyor, devam ediyorum. O esnada bir kez daha etkileniyorum performanstan. Anlatmanın ne denli iyi bir anlama aracı olduğunu hatırlıyorum. Üzerine düşündükçe hem performansın ne kadar incelikli işlendiğini fark ediyor ve iyiden iyiye seviniyorum; hem de performansın dokunduğu duyguların, açıldıkça açılan konular ve fikirlerinin, kalıcılaşan bilgi ve hislere dönüştüğüne tanık oluyorum.

Onur Hamilton Karaoğlu, Boşu Boşuna ( Fotoğraf: Franzi Kreis )
Onur Hamilton Karaoğlu, Boşu Boşuna ( Fotoğraf: Franzi Kreis )

Performans, Salt Beyoğlu’nun giriş katında dört farklı grup için oluşturulmuş oturma alanları, bu alanların önündeki bilgisayar ekranları ve programın temasıyla ilişkili yerleştirmelerle karşılıyor bizi. Kim nerede neyin olacağını bilmeden yerini alıyor ve performans kısa bir zaman sonra başlıyor.  Adını Âşık Mahzuni Şerif’in aynı adlı eserinden alıyor Boşu Boşuna ve bütün anlatısını dörde bölüyor. Bu parçalar aynı zamanda bir bütünün dört farklı katmandaki yansıması. Onur, daha burada kendi özgün parça-bütün ilişkisini kurarak birbiri içine geçiriyor bunları. Anlatılar ekranlardan akan metinler yoluyla takip ediliyor, eş zamanlı olarak da kayıttan okunuyor bu akan metinler. Metinlerin hepsi tek bir bütüne hizmet eden şiirsel, performatif hikâyeler ve anlatılar. Bu hikâyeler farklı özneler dolaylandırılarak işleniyor. Merkezi referansından anlaşılacağı üzere şiiri ön plana almış bir anlatı oluşturuluyor ve bu dört grupta dört farklı temsil, 200 milyon yıl önce yaşamış Tetis Denizi, 17. yüzyılda doğmuş okyanus bilimcisi Luigi Ferdinando Marsili, 20. yüzyıl âşığı Mahzuni Şerif ve Onur Karaoğlu’nun 17 yaşı, birer özne olarak konumlandırılıyor. Bu hikâyelerin ana merkezinde ve kesişiminde – Onur’un mekânın ortasında durması ile paralel okunabilecek – 2021 yılından bu yana Marmara Denizi’nde görülen müsilaj bulunuyor. İklim krizinin alametifarikalarından biri olan müsilaj, katılımcı performans ve şiirsel hikâye anlatıcılığı ekseninde bir araya geliyor.

Performans boyunca katılımcılar, şayet diğer grupları ziyaret etmediyse, kulağına gelen fısıltılar haricinde diğer anlatıların ne olduğunu bilemiyor. (Ben hepsinde biraz vakit geçirmiş bulundum.) Tarz aynı olsa da ekranlardan konuşan öznelerin hepsi kendi hikâyelerinin düşünümsel bir aktarımını yapıyor ve her birinin kendine özgü öne çıkan temaları, sözcük setleri ve düşünme biçimleri bulunuyor. Örneğin bir anlatıda ipuçları ve arayış teması ağırlıklı olarak verilirken, birinde hafıza öne çıkıyor, bir diğerinde ise ışık, parıltılar vb. Performans süresince Onur, bu dijital olarak hayat bulan paralel öznelere (Tetis Denizi, Luigi Marsili, Âşık Mahzuni ve 17 yaşındaki Onur) ek olarak, canlı bir performansla müsilajla ilgili kendi hikâyesini anlatıyor. Marmara Denizi’nde müsilajın ortaya çıkışı, müsilajın ne olduğuna dair araştırmaları, canlı hayatın yok oluşu, Marmara Denizi’nin soyundan geldiği Tetis Denizi’ni keşfetmesi, Marmara Boğazı üzerine önemli çalışmalar yapmış olan Marsili ile tanışması, kendi erken yaşlarındaki anlam arayışı ve bunlar arasında kurduğu bağlantılar, şiirle bir araya gelen büyük resim, yani Boşu Boşuna’nın gelişim süreci. Bazı oyunlar da ekliyor Onur bu anlatıya. Her bir konuşma bölümünün başlangıcında gösterdiği kartta yazılı kelimeler, kendi konuşması arasında verdiği ipuçlarına dönüşüyor. Sırası gelen karttaki dört harfli kelimelerin her bir harfi sırasıyla bir grupta duyulurken, dört hikâyenin ve dört öznenin bütünlüğü oyunsu bir ara katman eklenerek pekiştirilmiş oluyor; ayrıca gösterdiği bütün kelimelerin performansın sonunda bir araya gelmesiyle ortaya çıkan dizeler performansın başlangıcıyla sonunu da bir araya getiriyor.

Böyle bir atmosferin içinde konuyu ve olup biteni anlamaya çalışırken bir noktada, performansın başında herkese dağıtılan küçük kitapçığı açmamız ve yeri geldikçe kitapçıktaki kartlarda yazan yönergeleri takip etmemiz isteniyor. Örneğin bir görev kartı katılımcının müsilaj olduğunu hayal etmesiyle ilgili; bununla beraber “Müsilaj olarak istiyorum ki…” Müsilaj olarak ihtiyaç duyduğum şeyler…” ve “Müsilaj olarak arzu ettiğim şey…” cümlelerinin tamamlanması isteniyor. Müsilajı, aynı Tetis Denizi’ni olduğu gibi empati kurulabilecek bir özne olarak ele alıyor Onur. Bu ipuçlarıyla şiirsel oyun devam ederken bizi hayal yoluyla özneler ve durumlar arası bir yolculuğa çıkarıyor ve insan-doğa arasındaki hiyerarşik pozisyonları yerle bir etmiş oluyor. Tetis Denizi’nin özneleşmesi ve onun Marmara Denizi’ne dönüşünceye kadarki yolculuğunun şimdiye çağırılmasıyla insan-insan olmayan bir ilişkisellik yazılıyor ve bu yeniden yazılan ilişkide zamansal ve türsel sınırlar muğlaklaşıyor. Bu aynı zamanda sekiz görevin yedincisindeki “Ekranda sizinle konuşan kişinin sizi duyabildiğini hayal edin. Ona ne söylemek isterdiniz?” gibi dış sesi, ekranı, dijital anlatıcıyı da canlı özne olarak düşünmekle daha ileriye taşınıyor. Marsili ve Mahzuni’nin bugün halen yaşıyormuşçasına dile gelmelerini de eklersek performans hem klasik maddeciliği hem de egemen olan kronolojik zaman anlayışını kırıyor. O yüzden performansın Yeni Materyalizm ile ilişkilendirilmesi oldukça yerinde bir okumadır. (Bknz: Boşu Boşuna: Bir Direniş Yolu Olarak Antoloji, Miran Bulut, 19 Ağustos 2024)

Performans, Marmara Denizi’nde müsilajın yarattığı soruna ve var olan/olabilecek iklim krizlerine odaklanırken şiirsel, oyunsu bir atmosfer içinde katılımcıların hayal güçlerini harekete geçirecek, eylemlilik potansiyellerini hatırlatacak şekilde hiç fark etmeden derinleşiyor. Örneğin dördüncü görev “İklim krizi konusunda en büyük etkiyi yaratacak işleyebileceğiniz en küçük suç ne olabilir? Bu suçu açıklayın:” kartı kişileri eylemliliğin basit ve etkili yollarını düşünmeye sevk ediyor. Katılımcılar var olan sorunları yaratıcı hamlelerle karşılamaya davet ediliyor. Bütün performansa hâkim olan dokunaklı şiirsel dilin varlığı bizi sürekli zaman-mekân ötesi, çağrışımsal, hayali bir alana götürürken, Onur’un ekranlardaki anlatıları bölerek yaptığı sunumunda müsilajla ilgili verdiği bilgiler, paylaştığı görseller ile güncelin krizine geri geliyoruz. Bu iki dünya arası salınımda katılımcı hiçbir an mevcut etkileşim, öğrenme ve üretimde pasif bırakılmıyor.

Boşu Boşuna ( Fotoğraf: Franzi Kreis )
Boşu Boşuna ( Fotoğraf: Franzi Kreis )

Kayda değer bir katılımla gerçekleşen performans, gerçekleştiği geniş alan içinde düşüncelerle duyguları, ekolojik krizle anlam arayışını birbiri içine geçirirken aynı zamanda kolektif varoluşu ve birlikteliği vurguluyor. Keza bu kolektif oluş, bütün görevlerde kullandığımız kelimelerle bir şiir oluşturmamızın istendiği son görevde, ve yazılan şiirlerin bir araya getirilerek oluşturduğu kolektif şiir antolojisinde (Âşık geleneğine de atıfla) en üst noktaya çıkıyor. Kalıcı bir kolektif üretimle canlı performansın yok olmaya teşne “oluş” haline bir direnç noktası bulunuyor. Performans 2021 yılındaki müsilaj krizinden başlayarak araştırma boyunca kat ettiği tarih aralığını, oluşturulan bu antoloji ile geleceğe de taşıyarak oldukça genişletiyor.

Performans Âşık Mahzuni’nin türküsünden referansla ortaya konan maddi dünyanın “boşu boşuna”lığını poetik ve varoluşçu sorgulamayla verirken diğer yandan doğanın, doğa-insan ilişkisinin, kelimelerin, şiirin, anlatının, sözün edimselliğinin araştırılması yoluyla bilincin yükseltilmesiyle ve somut aksiyonlarla da yakinen ilgileniyor. Kapsayıcı tarihsellik, özneler- arası düşünüm, duygusal coğrafyalar ve anlamın inşa edildiği bir dünyada müdahaleci ve iyileştirici olmak önerisiyle hiçbir şeyin boşu boşuna olmadığı, olmayabileceği bir yaşamın ihtimalini içeriyor. Burada bir çiçek açıyor. Ontolojik sorgunun kaçınılmaz “boşu boşunalık” duygusu ile daha iyi bir dünya yaratmak için elimizde olan sonsuz imkânların varlığı ve hiçbir şeyin boşu boşuna olmadığı gerçekliği etkileyici bir diyalektik kuruyor.

Aynı Onur’un konuşmaları sırasında anlattığı, projenin gelişim aşamasında takip ettiği ipuçlarında olduğu gibi, dünya üzerinde de her şey bir ipucu olarak algılanabilir.  Kişi de ancak bu ipuçlarının peşinden giderek anlama ulaşabilir. Anlam, bu bağlamda tahayyül aracılığıyla kuruluyor. Ve bu da küresel dinamiğe bireysel ve kolektif yön vermenin mümkünlüğünün ve gücünün altının çizilmesine olanak sağlıyor. Örneğin Mahzuni’yi temsil eden anlatıdaki maddenin ötesine geçişin, çağrışımların, yanıp sönenin ve geçiciliğin vurgusunun ironik bir şekilde “inşa edilen anlama” dâhil olması gibi kişiler de eylemin anlamı pekiştirmesine şahit oluyor; o ekrandan yazılar akarken yakalayabildiğim etkileyici şu söz “Şiirimin bir sağlamasıydı bu ışık.” bu bağlama güzelce oturuyor.

Toplumsal, ekolojik bir sorunun sanatsal bir araştırması olan Boşu Boşuna performansı, bu denli karmaşık bir kompozisyonla oldukça etkileyici ve güçlü bağlantılar kuruyor. Müsilajın kendi canlı varlığına odaklanarak doğanın canlı döngüsünü hatırlatması, failin ve mağdurun ters yüz edilişi olarak karşımıza çıkıyor. Eylemlerin, sözlerin, arayışın ve peşine düşmenin gücüne vurgu yaparak toplumsal bilinci geliştirmek adına empatiyi ustaca sürece yedirmesi de bir diğer güçlü sayılabilecek yanı. Müsilaj sorununu, dolayısıyla iklim krizini nasıl anlatırsın? gibi bir soruya performans şöyle bir cevap vermiş görünüyor: “Bir dakika, önce sorunun ne olduğu hakkında biraz daha düşünmeliyiz. Politikayı sadece çözülecek sorunlar olarak görmekten ne zaman çıkaracağız? Sorunları bilhassa yaratıp ardından da sorun çözücü politikalar üretme döngüsünü ne zaman kıracağız? “Müsilaj sorunu”, “Kürt sorunu”, “göçmen sorunu”… Bu sorunların failleri kimler? Bu sorunların mağdurları kimler? Bu ideolojik kaymayı, sorun ve çözümün danışıklı dövüş siyasetini durdurmanın zamanı geldi.” Buna benzer bir cevabı barındırıyor Boşu Boşuna. Klasik bir fail-mağdur siyasetini feshediyor. Müsilaj bir fail değil, insanlık da onun mağduru değil. Canlı bir organizma olan müsilaj, çevre kirliliğinin değişen dengelerinden ortaya çıkmış canlı bir doğa öznesi. Buna sebep olansa iklim değişikliği, çevre kirliliği yani insanlar, bilinçsizlik, politikacılar, devlet “miğferleri”… Ama klasik söylemsel ve edimsel düzeyde üretilen, buradaki bağlamda “müsilaj sorunu”na dair her şey, problemin kaynağına ve çözümüne dair yanlış yerlere işaret ediyor. Boşu Boşuna performansı ilişkiselliğe dair önemli ve alternatif bir bakış açısı ve farkındalık geliştiriyor, performans vesilesiyle biz de birbirini anlama düzeyinde kapsayıcı ve insan eliyle üretilen sorunlara dair yaratıcı ve yapıcı yaklaşımlar geliştirme çabasına giriyoruz.

Phelan, performansın dünyadaki değersizlik ve boşluk – bu bağlamda boşunalık– eğilimine karşı çıkabileceğini söylüyor. Çünkü performans bu boşluğu yeniden değerlendirme, müzakere etme olasılığına işaret ediyor. Ve ona göre bu potansiyel yeniden değerlendirme, performans sanatına muhalif özgünlüğünü veriyor. (s.148)

Başta söylendiği gibi hafızanın derinliklerinde hızlıca kaybolmaya, bedenselleşmeyi araç olarak kullandığı için dağılmaya yatkın olan performans sanatı hakkında yazmak, yani kaybolan, kaybolmak isteyen hakkında yazmak oldukça güç. Belki bütün bu çaba da boşu boşuna… Ama Phelan’ın da belirttiği gibi, performans hakkında yazmak da aynı üretmek gibi imkânların yeniden kurulması adına önemli bir müzakere yeri olabilir. (s.148) Onun için de “varlığın eksikliğini çerçeveleyen performans” ve üzerine düşünme, konuşma, yazma o boşluğa/eksilmeye dolmaktır; orayı yaratıcı dönüşüm için kullanmaktır.

Bir performans hakkında yaptığı şu analiz buraya uyarlanmaya oldukça uygun görünüyor: “Bu performansın uyandırdığı vaat, kaybedilene değer vermeyi öğrenmek; yeniden üretilemeyecek veya (tekrar) görülemeyecek olanın anlamını değil değerini öğrenmektedir. [Performans] Kendi başarısızlığının, yani elde edilemeyeceğinin bilgisiyle başlar.” (s.152) Değerini öğrenme/teslim etme, anlamı ve ilişkiyi inşa etme yollarıyla yakından ilişkilidir. Yerine koyulamayacak ekolojik kayıplar ve tutulan yasın karşısında ne yapabiliriz üzerine düşünmek, yani kaybedilenin değerini bilerek yaşamın anlamına yaklaşmak elde kalan tek şeydir. Phelan’ın da dediği gibi “başarısızlığın”, yenilginin ve kaybın kabulüyle ama kıstası buraya sabitlemeden, yeniden anlamı yaratmak, müzakere alanlarını genişletmek, şuanı ve geleceği değiştirme adımlarında aynı Onur’un kendi sürecinde vardığı sonuç gibi boşu boşuna değildir.

  1. Peggy Phelan, Unmarked: The Politics of Performance, 1993, Routledge ↩︎

İzel Karaca

Araştırmacı ve yazar. Marmara Üniversitesi'nde Sosyoloji lisansını tamamladı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde aynı bölümde yüksek lisansına devam ediyor. 2022 yılından beri Performistanbul’da koordinatör ve araştırmacı olarak çalışıyor. Sanat üzerine yazıyor, bağımsız araştırma ve yayın projelerinde yer alıyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Kesişen Portreler
Önceki

Pera Müzesi’nden Nisan Ara Tatili Atölyeleri

Kaçırmayın!

Gün Batımı, Raif Aydın

Raif Aydın’ın İstanbul Minyatürlerinden Oluşan Sergisi Alay Köşkü’nde

Minyatür Sanatçısı Raif Aydın’ın, İstanbul minyatürlerinden oluşan sergisi, 25 Mart
Doğu Özgün, Apotheke, Ferda Art Platform

Doğu Özgün’ün Apotheke Sergisi Üzerine

Doğu Özgün’ün Apotheke sergisi, Cicero’nun Consolatio metinlerinden ilham alarak, telafi