Doç. Dr. Selçuk Artut
Doç. Dr. Selçuk Artut ( Fotoğraf: Buşra Şengül )

Selçuk Artut’la Teknoloji Sanatı ve Yaratıcı Etkileri Üzerine

OKU

Çalışma alanlarında ses teknolojileri, yaratıcı kodlama, insan-teknoloji ilişkisi ve teknolojik sanat üretim unsurlarını oldukça etkili ve sık kullanan çok yönlü sanatçı ve akademisyen Doç. Dr. Selçuk Artut’la teknolojik sanatın günümüze etkilerini ve yaratıcılık süreçlerini konuştuk.

Hazırladığı teknolojik sanat üretimleriyle geçmiş ve gelecek kültür kodlarımız arasında kültürel ve yaratıcı köprüler kuruyor Selçuk Artut. Bunu bazen ses ve müzik eksenindeki verileri işleyerek bazen de geleneksel olgular üzerinden geometrik formları kullanarak ortaya çıkarıyor. Son dönem işlerini görmek ve deneyimi daha iyi algılamak isteyenler için Hope Alkazar’da ses (müzik) ve görüntü (desen) odaklı etkileşimli sergisi bu sene sonuna kadar görülebilecek. Kültürlerarası yolculuk yaparken en çok önemsediği şey samimiyet. Dijital sanatı teknolojik sanat olarak tanımlamaktan yana. Bugüne dek ortaya çıkardığı tüm teknolojik üretimlerde ise sanatın kitleler üzerindeki etkisini önemsiyor. Yaratıcılık formülü ise; gelenek, kültür, felsefe, rasyonalitenin tek potada erimesi ile ortaya çıkıyor.

Geçmişin geometri desenleri, bugünün medya sanatının atasıdır.

Doç. Dr. Selçuk Artut

Bu çoklu disiplinlerde iş görme becerileri açısından bakarsak dijital sanatın hangi tarafında tanımlıyorsunuz yaptığınız işleri?

Aslında geçmişteki hezarfen (bin bilim bilen) gibi oluyor. İngilizcesinde polymath diye geçiyor. Geçmiş dönemde Yunanlıların da bildiğiniz üzere matematik, felsefe, teoloji gibi – o zamanlar simya yok ama – birçok alana dair görüşleri var. Ardından gelen İslam Aydınlanma dönemindeki âlimlere daha çok hezarfen diyoruz. Hezârfen Çelebi var en meşhurlarından. Bunların becerisi şu, birçok alanı bir araya getirerek yaratıcılıklarını onların etrafında toparlamak. Benim için de öyle. Özellikle dijital sanat için söyleyebilirim ki, ben bilgisayarlarla büyüdüm ve onlarla proaktif bir ilişki içerisine girdim. Yer yer içini açtım yer yer onlara program yazdım derken o bir aşamada da kendine özgü bir yol edinebiliyorsunuz. Dijital sanatla ilgili diyebilirim ki – kendinden üreyen diyeceğim hatta, akıllı yapılar üzerine çalışıyorum. Kendinden üreyenin de Türkçesi olsun diye uğraşıyorum bu arada, jeneratif diyenler de var. İngilizcesi de “generative” ama ben kendinden üreyen diyorum. Bu kavramı şöyle tanımlayabiliriz. Sanatçı izleyiciyle bir etkileşim haline girerken bu etkileşim senaryosunda otonomiyi başkalarıyla paylaşabilir. Siz mesela bir sensörle etkileşime girerek eserin oluşmasını sağlayabilirsiniz. Bunlar çok eskiden konuşulabilen şeyler değildi. Bugün herkesin bildiği şeyler artık. Ben işin bitmemesini ve değişime açık olmasını seviyorum. O yüzden kendinden üreyen, akıllı sistemler ve de otonomiyi paylaşabildiğim yapılar oluyor eserlerim. Sanatçı otonominin tam sahibi ise mesela bir taşı alır, onu bir heykele dönüştürür. Kimse ona karışmaz. Yani ucundan belki otonomiyi çekiçle paylaşıyordur ama oradaki ustalığıyla artık otonomiyi üstlenmiştir. Otorite de diyebiliriz. Ama ben o otoriteyi, sanat eseri üretme otoritesini biraz performans gibi de görüyorum. O müzikle olan ilişkimden de ötürü olsa gerek, hadisenin deneyime dönüşmesi beni daha çok ilgilendiriyor.

Süreç odaklılık mı bu?

Evet süreç odaklılık. Yaptığım işler çok böyle çizgisel “lineer” işler değil, başı veya sonu olmuyor. Başı var bazen ama sonu olmayabilir. Sonunun nereye gideceği belli olmaya şeyler yapıyorum.

Aslında sizin yaratıcı tarafınız da oradan besleniyor

Evet, onu paylaştığım zaman sürprizlere de açığım, hatalara da. Bu yaratıcılığı pekiştiren şeyler, kimi zaman izleyicilerin katkısı da olabilir kimi zaman dışarıdan aldığım veriler de olabilir. Örneğin, 2010 İstanbul Kültür Başkenti olduğu sene bir tiyatro ekibiyle (Rimini Protokoll) bir tiyatro müziği işi yapmıştım. Onların arzusu kağıt toplayıcılarıyla ilgili bir proje üretmekti. Rimini Protokoll, prensip olarak gerçek tiyatro oyuncularıyla birlikte çalışmıyor. Gerçek insanlarla tiyatro yapıyor. Sokaktaki kağıt toplayıcılarının oyuncu olduğu bir şey yapmıştık. Garajİstanbul ekibiyle beraber ürettiğim bir projeydi. Rimini Protokoll ekibinin arzusu yer sarsıntısı verisinden müzik yapmamdı. Teknik açıdan konuşmak gerekirse tektonik veriden müzik yapmamı istiyorlardı. Bununla alakadar da Boğaziçi Rasathanesinden birtakım mühendislerle görüştüm. Sonuç olarak o verinin eş zamanlı olarak gelip bana erişmesini sağlayacak bir sistem oluşturduk. Deprem dediğimiz şey o sarsıntının çok uç noktalara gitmesi. Aslında dünya sürekli hareket ve salınım halinde. Yeryüzünde hep bir tektonik hareketlilik var. O ufak hareketlerden beslenen bir müzik eseri yapmıştım. Veriler piyano partisyonlarına dönüşüyordu. Eseri bitirdiğimde kendi kendime dedim ki bu eseri dünya çalıyor aslında şu anda. Yani dünya nasıl titrerse ona bağlı olarak müzik de değişiyor ve gelişiyor.

Eserleri arayüz gibi görüyorum

Benim ortaya koymaya çalıştığım bir düşünsel yapı var. Fikir odaklı işler yapmayı seviyorum, eserlerim fikirlerin seyirciyle buluştuğu birer arayüz benim için. Eserlerin son halinin plastisitesi olabilir ya da sanal bir ortam da olabilir. Oluşturduğum yapı üzerinden o fikri konuşmayı ve eserle derin ilişkiler kurmayı seviyorum. Ama burada da elitist bir tavır takınarak izleyiciyi ötekileştirecek bir durum oluşturmaktan yana asla değilim. Örneğin, geometrik desenler üzerinden ürettiğim son dönem işlerimde temel olarak şu ifadeyi savunuyorum: geçmişin geometri desenlerinin bugünün medya sanatının atası olduğunu söylemeye çalışıyorum. Söz konusu desenler ziyaret ettiğimiz ibadethanelerde, camilerde, dış mekanlarda, özellikle bulunduğumuz coğrafyada daha çok karşımıza çıkıyor. Bu formlar elbette hareket etmiyorlar, sabitler. Geometrinin üçgen, daire, kare, çizgi gibi temel formlarından oluşuyorlar. Bugüne geldiğimizde medya sanatı farklı bir yerde değil. Bugün medya sanatında da yine çizgi, kare vs. çiziyoruz ama neticenin beslendiği kaynaklar farklı. Az önce dile getirdiğim gibi eser verilerden beslenebilir. Bu veri dünyanın titreşimi olabilir, bu veri dünyadaki insan sayısı olabilir, trafik yoğunluğu dahi olabilir. Ama ben geçmişle bugün arasındaki bu kültürel köprünün kopmuş olduğunu düşünüyorum ve o bağı tekrar insanlara söylemeye çalışıyorum ki buradaki insanlar kendi kültürleriyle barışabilsinler. Çünkü burada bir kutuplaşma var. Gelenek üzerinden bir ötekileştirme var. Ben o köprüyü yeniden kurmaya çalışıyorum. Çünkü o köprü sadece bu ülkedeki insanlar arasında oluşacak bir köprü değil. O aslında çok holistik. Bütün dünya kültürlerini barındırıyor. Çünkü açık söylemem gerekirse Doğu-Batı klişesinden çok sıkıldım. Doğuyu oryantalist kılmak, batıyı üstün tutmak ya da aralarında oluşturulmaya çalışılan yapay bir çelişki üzerinden İstanbul’u bir yere getirmeye çalışmak gibi bugün abes bulduğum şeylere rastlıyorum. Ben tüm bunları herkese inat samimi bir şekilde sunmaya çalışıyorum.

Sanatın dijitalleşmesinden öte dijitalin sanatsallaştığı bir dönemdeyiz şeklinde bir söyleminiz var, bu konuyu biraz konuşalım mı? 

Sanatın dijitalleşmesi dediğimiz şey, mesela fotoğraf için konuşursak; yakın geçmişte artık dijital makineler çıktı, dijitalin farklı bir estetiği var gibi düşünülüyordu. Dijital mi iyi analog mu iyi tartışmalarını pek bugünlerde duymuyoruz. Oysa dijitalin sanatsallaşması ise benim için tavır olarak şu, dijital dediğimiz şey bir akış, çok hızlı hareket eden bir bilgi ağı. Çünkü dijitali düşündüğünüzde geçmişe oranla yaygın ağlar sayesinde hem çok erişilebilir hem de çok kanallı bir yapıya sahip bir veri ağı içerisindeyiz. Sonuç olarak bu bahsettiğim dinamizmin aslında sanata dönüştüğünü söyleyebilirim. Tıpkı 1920’ler İtalyan Fütürizm döneminde olduğu gibi, fotoğraf makinesi ve filmin ortaya çıktığı, hareketin ne olduğunun anlaşıldığı, endüstrileşme sonucu her şeyin daha hızlandığı, makinelerin, araçların olduğu, bir ayda gidilen mesafenin bir haftada gidildiği benzer bir dönüşümdeyiz.

Yapay zeka’nın hayatımıza dahil olmasıyla eski ve yeni benzeşen o dönemleri hatırlıyor ve kıyaslıyoruz ister istemez değil mi?

Bence benziyor. Bugün biraz daha erişilebilir olduğu için ya da globalleşme neticesinde diyebilirim. Bugün her yerde var olan bir dijitalleşmeyi fark ediyoruz. Bu da hayattaki tempo ve hızı da değiştiriyor. İnsanlarla buluşma pratiklerimiz değişiyor. Dünyadaki mesafelere bakış anlayışımız değişiyor. Neredeyse dünyanın her yerine gidebilir özgürlükte hissediyor insan kendini. Tüm bunlarla beraber elbette görüntü alanlarının fazlalaşması, imajın temsiliyet gücünün çok fazla öne çıkmasıyla beraber asıl bunlar bir sanat objesi olmaya dönüştü. Yani dijital atmosfer sizi o yönde sanat eserleri üretmeye itiyor. Ekranlarda dinamizmi, yüksek sayıda parçalardan oluşan akış halindeki biçimsel kompozisyonları daha fazla görüyoruz. Bu arada belirtmem gerekir ki ben yapay zekanın talihsiz bir terim olduğunu düşünüyorum. İşin matematik tarafından da geldiğim için konu popülerlik kazandığında meraklanıp baktım. Stanford’ın açık erişilebilir derslerine girdim. Aslında bir örüntü çıkarımı var işin içerisinde. Örneğin, bin sene süresince 8 Mayıs günü İstanbul’da yağmur yağmış mı? diye bir istatistik tutarsak %98 ihtimalle yağmadıysa, yarın deriz ki yağmur yağmayacak. Yapay zeka da böyle bir şey. Elinde çok büyük sayıda veri var. Yapay zeka zaten 1950’lerden beri konuşulan bir şey. Bugün ortaya çıkmasının sebebi ise eldeki büyük veri. Yapay zeka o büyük veriden yola çıkarak diyor ki büyük olasılıkla aradığın cevap budur.

Sanatın dijitalleşmesi konusunda nasıl bir örnek verebilirsiniz, bunu bizim için biraz açabilir misiniz?

NFT’lerde bunu çok bizzat yaşadık. NFT‘ler çıktığı zaman insanlar ortamı bir fırsat olarak görüp ne var ne yoksa NFT’ye çevirmeye çalıştılar. Normalde bir analog kamerayla çekebileceğiniz bir fotoğrafı dijitalleştirip koyduğunuz zaman da NFT olabiliyor. Oysa o ortamın esere hiçbir katkısı yok. Ekranda gördüğün ufacık, ruhsuz bir şeye dönüşüyor. Ama sen veriden beslenen ya da insanların içeri girdiği zaman o etkileşimi sağlayabildiği bir eser ürettiğinde işte o zaman dijitalin sanatsallaştığından bahsedebiliriz. Sanatın dijitalleşmesi ise sadece bir arşivleme çalışması gibi bir şey olabilir ya da medyasının değişmesi olabilir. Eski sanat eserinin hali aslında değişmemiş olur. Hatta temsiliyet gücü daha da düşebilir. Ben o nitelikli fotoğrafların basılmış halleri varken NFT’ye dönüşmüş hallerini asla almak istemem. Yakın zamanda NFTler ile ilgili bir konuşma yapacağım için bilgimi güncellemiştim. Size orada gördüğüm çarpıcı bir gözlemden bahsedeyim. Twitter’ın kurucularından olan Jack Dorsey’in ilk tweet’i zamanında 2.9 milyon dolara satılmış. Birkaç ay önce bu NFT yeniden açık artırmaya çıkarıldı. Ne kadar para önerdiler sizce? 2000 dolar civarında! Koleksiyoner bu NFT’yi 2.9 milyon dolara almış ve bugün artık satamıyor. NFT’nin nasıl bir balon olabileceğini görüyorsunuz değil mi? NFT olarak üretilen eserlerin %98’i şu anda sıfır fiyatına inmiş durumda. NFT, ilk başta istediğimiz bir ütopyaydı ama bugün çökmüş bir halde. Bitcoin de öyle. Amerika’daki finans krizi sonrasında yaşadığımız buhran sonrası sistemi merkeziyetsizleştirerek kapitalizmin gücünü kırmaya çalışan kripto paralar sonuç olarak pek bir şeyi değiştiremedi. Yine merkeziyetçi kripto borsaları var ve orada büyük parası olanlar kazanmaya devam ediyorlar. NFT’de de çok farklı olmadı. Bir takım kötü görseller sadece alma ve satma üzerinden kıymetli sanıldı.

Sizin yaşamınızda ve üretimlerinizde yaratıcı düşünce süreciniz nasıl ilerliyor?

Yaratıcılığı ele alacak olursak konu üzerine birkaç perspektiften bahsetmek isterim. Türkçesine bakacak olursak yaratıcılık; yaratma dediğimiz şeyi atfettiğimiz tanrısal bir duruşa da referans verebilir. O noktada zaten geometrik desenlerden öğrendiğim bir şeyi söylemem gerekirse bazen eser kendi kendini sana yaptırıyor gibi hissediyorum. O zaman gerçekten sen yaratan mısın yoksa eser mi seni kullanarak meydana geliyor gibi bir çelişkiye giriyorum. O yüzden insana has kılınan yaratıcılığı sorguluyorum. Çünkü insanı dünyada bir varlık olarak son derece kibirli buluyorum. Hatta bu özelliğinden ötürü de bu dünyayı bu hale getirdiğine inanıyorum. Bütün canlıları hapsederek, dünyayı başkalaştırarak, kendini egemen hale getirerek yapıyor bunu. Yaratıcılık günümüzde bence her alanda var. Bunun içerisinde soru sormaktan, yemek pişirmeye kadar her şeyin içerisinde aslında bir yaratıcılık faktörü var oluyor. Margaret A. Boden yaratıcılığı bireysel yaratıcılık ve tarihsel yaratıcılık diye ikiye ayırıyor. Bireysel yaratıcılıkta siz çok yaratıcı olduğunu düşündüğünüz bir eser üretiyor olabilirsiniz ama toplum tarafından çok kıymet görmeyebilir. Ama tarihsel yaratıcılıkta, tarihte önemli bir şeyin önünü açarsın. Mesela Einstein bir formül ortaya koyar. Burada matematiksel bir hesap var gibi gözükse de aslında orada yaratıcı bir süreç var. Yani bilimin içerisinde de yaratıcılık var. O yüzden yaratıcılığı sanatın içinde, hayal ürünü gibi tanımlasak da diğer taraflarda da yalnız bırakmamak lazım. Her yerde var aslında yaratıcılık. Dünya Ekonomik Forumunda yaratıcı düşünce şu an geleceğin aranan özelliklerinde ikinci sırada. Birinci sırada analitik düşünce, ikincisi ise yaratıcı düşünce. Çünkü yaratıcılık gerektirmeyen sıradan işler otomasyon sistemleri tarafından yapılmaya başlandı. Burada yapay zekanın da etkisini giderek daha çok hissetmeye başlıyoruz. Yani sizin düşünmeye bile gereksinim duymayacağınız şeyleri artık sistemler sizin için yapıyorlar. O yüzden yaratıcılık biraz da sıra dışılıkla beraber anılmaya başlandı. Çünkü insanlar çok fazla eser görüyorlar. Benzer şeyler gördükçe de tabii ki yaratıcılığı sorguluyorlar. O yüzden özgünlük önemli bir boyuta erişti. Bu noktada ise tabii ki o özgünlük nasıl oluşuyor ile alakalı yine bir bilinmezlik var. Neredeyse Tanrı’nın var olup olmaması kadar bir belirsizlik. İsmini hatırlayamadığım bir yazar bahsediyordu, “Tanrı bazen beni arıyor, rüyamdan uyandırıyor ve ben oturup bir eser yapıyorum. Ama lanet olsun onun numarası bende yok…” Sanatta yaratıcılık nereden geliyor kısmı zor. Ben elbette sadece kendi adıma konuşabilirim. Genellikle bir çok kaynaktan besleniyorum. Ama tabi ki o beslendiklerin ve karşına koyduğun hedeflerin yeteneklerinle beraber örtüştüğü zaman insan hayatta tatmin olduğu bir akışa geçebiliyor. Prof. Dr. Mihaly Csikszentmiahlyi ‘o akış’ diye bahsediyor yaratıcılıktan. Sizin hedefleriniz ve yetenekleriniz beraber yükseldikçe artık kendinize bir kulvar belirliyorsunuz ve orada iyi işler üretiyorsunuz. Belki tarihsel yaratıcılık dediğimiz bir kulvarda başkalarına öncülük sağlıyorsunuz.


Selçuk Artut

Instagram | İnternet Adresi

Buket Şengül

Buket Şengül, pazarlama iletişimi, röportaj yazarlığı, gazetecilik ve tasarım kültürü üzerine eğitimler aldı. İstanbul Art News’te yaratıcı endüstri ve kültür sanat söyleşileri hazırladı. Reklam sektöründe freelance marka yönetimi ve bağımsız röportaj-söyleşi çalışmalarını sürdürüyor. 2021 yılında edebi röportaj ve söyleşi kitabı Motamot’u yayımladı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

displaced
Önceki

displaced ODTÜ Çağdaş Dans Günleri’ne Konuk Oluyor

Haluk Naci Tuğcu "Kavuşma" Sergisi, 2024
Sonraki

Haluk Naci Tuğcu’nun Üçüncü Kişisel Sergisi Açıldı

Kaçırmayın!

Feyzan Alasya

Portfolyo: Feyzan Alasya

Feyzan Alasya, 1976 yılında İstanbul‘da doğdu. 2002 yılında Marmara Üniversitesi
Lauren Berlant

Lauren Berlant’ın “Zalim İyimserlik” Kitabı 17 Ekim’de Raflarda!

Teorisyen Lauren Berlant‘ın “zalim iyimserlik” kavramını ortaya attığı, Zalim İyimserlik