Marcel Duchamp photographed by Henri Cartier-Bresson in 1968, a promised gift of Barbara and Aaron Levine to the Hirshhorn Museum and Sculpture Garden.
Marcel Duchamp photographed by Henri Cartier-Bresson in 1968, a promised gift of Barbara and Aaron Levine to the Hirshhorn Museum and Sculpture Garden.

Şimdi ve Burada Değişen Estetik

10 Kasım 2022

Güzel kelimesi beraberinde aklımıza pek çok kavramı da bir zincir halinde getirir. İnsanlar asırlardır neyi güzel buluyorlardı ve nasıl güzel olduğuna kanaat getiriyorlardı? Hoş, zarif, muazzam beğendiğimiz bir şeyi belirtmek için kullandığımız pek çok sıfat var. Çağlardan bu yana güzel olan ile yararlı ve iyi olan arasında hep bir bağ kurulmuştur. Oysa Umberto Eco güzeli sadece sevdiğimiz olarak değil, aynı zamanda kendimiz için arzu ettiğimiz olarak tanımlar ve iyi olarak değerlendirdiğimiz sonsuz şey olduğunu söyler. Erdemli bir davranışı iyi olarak kabul edip, yapmaktan çok hayranlık duymayı yeğlediğimiz eylemleri erdemli olarak tanımlar, yapılacak olanlardan da “güzel” diye söz ederiz.1 Eco bazen bakmaktan keyif aldığımız şeyin bazen de arzudan ayrılarak bize fayda sağlayanı da güzel olarak adlandırdığımızı söylemiştir. Peki, güzellikle ilgili de onca söz söylenebilecek ve güzel diye adlandırdığımızın ne olduğuna dair soru sorabilecek ve yüzlerce cevap bulabilecekken neden estetik dediğimizde de çoğunlukla güzel olanı kastediyoruz? Aslında estetiğin o hep akla gelen ilk hali gibi güzel ile ilgisi yok. Estetik Yunancada estetica kelimesinden geliyor ve edinilmiş bilgi anlamını taşıyor. Bir yargı ile ontolojik bir alan ile bizi karşılaştırıyor.

Eski Yunan’da Hesiodos, güzelliğin somut görünürlerinden olan tanrıça Afrodit’ten kaynağını aldığını ve bu yüzden güzelliğin kaynağının kadın olduğunu söyler. Başlangıçta sonsuz ve karmaşık bir Khaos vardı. Khaos’un kızı Nyks ve oğlu Erebos’tan Eros doğmuş ve onun oluşuyla karmaşanın yerini düzen ve güzellik almıştı, buna göre evren, güzelliğin bir timsaliydi.

Kadmos ve Harmonia’nın Tebai’deki düğünlerinde Musalar, damat ile gelinin onuruna tanrılarca hemen benimsenen bir nakarat söylerler: “Güzel olan sevilir, güzel olmayan sevilmez” Bu, Eski Yunan’da güzellik idealine bakışın genel bir ifadesidir. Eski Yunan’da güzellik özgün, bağımsız, bir konuma sahip değildir; en azından Yunanlıların Perikles dönemine kadar gerçek bir estetikten ve güzellik kuramından bahsetmek pek mümkün değildir2

Sokrates ise güzeli tanımlarken güzelin aynı zamanda yararlı ve işlevsel oluşunu da vurguluyor. Yunan toplumunda herkes tarafından çok güzel bir insan olduğu kabul edilen Kharmides’in güzelliği söz konusu edildiğinde Sokrates, dış güzelliğin yeterli olmadığını, insanda asıl olanın ruh güzelliği olduğunu3 ve bir insanın, yüz güzelliği yanında ruhunun da güzel olması durumunda onunla kimsenin boy ölçüşemeyeceğini ifade etmektedir.4

Eski Yunan’da filozoflar güzel ve iyinin birbirine bağlı bir kökten oluştuğunu düşünmüşler ve sanatın yalnızca kendisini ifade eden bir şey olmadığını, sanata techne ile yaklaşıp onun plan ve uygulama sonrası ortaya çıktığını söylemişlerdir.

Platon ise güzelliğin göze, zihne iyice hitap edebileceğini ama gerçeğe doğrudan bağlı olmadığını söyler. Hocası Sokrates ile de güzelliğe bakışları konusunda burada ayrılırlar çünkü Platon iyi ve güzel arasında bir uygunluk olduğunu onların aynı şey olmadığını söyler. Güzel iyiye ulaştırabilir fakat iyi tanrısal bir ilkedir, en yüce ideadır. 5

Aristoteles öyküyü eylemin, tragedyanın ise iyi ve kötünün taklidi olduğunu, insanın tüm eylemlerinin içinde mimesis olduğunu, resim ya da heykelin de güzel olabilmesi için içinde taklidi barındırması gerektiğini söylemiştir.

Peki ya resimde gördüğümüz şey daha önce gördüğümüz bir şey değilse onun güzel olduğuna nasıl karar vereceğiz?

Bir şeye güzel diyebilmek için mutlaka daha önce güzel bir şey olmalı ki onda güzele benzer bir şey bulup onun güzel olduğunu kabul edelim.

Taklidin içgüdüsel bir eylem olduğunu ve insanın öğrenme ve sanat üretme eylemlerinin de taklitle ortaya çıktığını savunan Aristoteles güzelliği bir matematik gibi ele alır, onda orantı arar. Bir şeyi güzel kılacak şeyin kompozisyon olduğunu Poetika’sında ifade ettiği cümlesi aslında bu sorunun cevabıdır:

“Bundan başka güzel, ister bir canlı varlık, ister belli parçalardan oluşmuş bir nesne olsun, sadece içine aldığı parçaların uygun düzenini göstermez. Aynı zamanda onun gelişigüzel olmayan bir büyüklüğü de vardır. Çünkü güzel, düzene ve büyüklüğe dayanır. Bundan ötürü ne çok küçük bir şey güzel olabilir; çünkü kavrayışımız, algılanamayacak kadar küçük olanın sınırlarında dağılır; ne de çok büyük bir şey güzel olabilir. Zira o, bir defada kavranamaz; bakanda birlik ve bütünlüğü sağlayamaz.”6

“Güzel olan nedir?” sorusuna dair bütün bakışlar, bu cevap ile modern sanata bir köprü kuruyor ve insanlar artık fırça darbelerinden, renklerin uyumundan yola çıkarak resmin güzel olduğuna karar verebiliyor.

15.yy ve 16. yy’larda güzellik bilimsel kurallar uyarınca doğanın taklidi hem de bu dünyada tam olarak fark edilmediği için gözle algılanamayan doğaüstü bir kusursuzluğun görüntüsü olarak yorumlanmıştır. Umberto Eco Güzelliğin Tarihi isimli kitabında sanatçıların bu yüzyıllar arasında hiçbir çelişki sezmeden hem yeniliğin yaratıcısı hem de doğanın taklitçisi olduğunu söylemiştir.

18. yy’dan sonra modern sanat güzel kavramını estetik ile birleştirerek sanatın güçlü yaratıcılığının vurgusunu yapmış ve sanatın tek başına kendini ifade etmesi gerektiğini tartışmıştır. Nietczhe sanatın bir amacı olmadan güzel olmak zorunda olduğunu ifade etmiştir ki bu da 18. yy. modern sanat ortamının sanata ve güzele bakışını anlatır niteliktedir. Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü’nün üçüncü metninde, Kant’ın güzeli “çıkarsız haz” olarak tanımlamasını eleştirir ve eleştirinin sonunda bize yeni bir soru sunar:

“Kant, güzelin sıfatları arasında, bilgiye saygınlığını kazandıranları –gayri şahsîlik ile evrenselliği– vurgulayıp öne çıkarmakla, sanata saygınlık bahşettiğini sanıyordu. Bunun esaslı bir hata olup olmadığını sorgulamanın yeri burası değil; altını çizmek istediğim tek şey, Kant’ın, bütün filozoflar gibi, estetik probleme sanatçının (yaratıcının) bakış açısından yaklaşmak yerine, sanatı ve güzeli “seyirci”nin bakış açısından ele almış olması ve böylece farkında olmadan “güzel” kavramına “seyirci”yi katmış olmasıdır. Şayet güzelin filozofları, bu “seyirci”yi hiç olmazsa gereğince tanısalardı, yani onu, güzelliğin âleminde canlı ve hakiki yaşantılarla, arzularla, sürprizlerle ve hazlarla dolu büyük bir kişisel olgu ve deneyim olarak tanısalardı, durum o kadar feci olmazdı! “Bize çıkarsızca haz veren şey güzeldir” der Kant. Çıkarsızca! Bu tanımı, hakiki bir “seyirci” ve sanatçı olan bir adamın, Stendhal’in tanımıyla karşılaştırın: O ki güzelliği vaktiyle une promesse de bonheur [mutluluk vaadi] diye adlandırmıştı. Stendhal’in her halükârda, Kant’ın estetik koşula ilişkin özellikle altını çizdiği o noktayı, le désinteressement’ı reddettiği ve tanımadığı kesindi. Kim haklı peki? Kant mı, Stendhal mi?”

Peki, geleneğin reddi anlamına gelen modern sanatta estetik ne anlama geliyordu?

19. Yüzyılın sonunda başlayan 20. Yüzyılda da devam eden sanat anlayışlarında, modern dönemin düşünce anlayışına göre estetik sadece sanat ile ilgili değil özne ile de ilgili bir anlam taşıyor. güzellik algısından uzaklaşılarak olgular, olaylar, konular, gerçeklikler tartışılmış ve estetik anlayışın sadece güzeli kapsamadığının farkına varılmıştır. Kavramsal derinliğin, mesajın, dışavurumun önemsenmeye başlanmıştır.7

Estetik insanı merkezine almış ve insanın toplumsallığıyla açıklanmaya başlanmıştır fakat estetik kuramlar yalnızca ahlaki öğütler verirken insan değişimini ve varlığını sadece bu kuramlar neticesinde oluşturmamıştır. Marx bu nokta felsefe ve estetiğin değişim üzerine yenilenmesini istemiştir. Marx Yunan toplumunu kendi köklerini daima hatırlayıp onu taşıdıkları, yaşattıkları, yabancılaşmadıkları için önemser fakat mitolojilerin değiştiğini çünkü öznenin değiştiğini bu yüzden sanatın da buna göre yapılması ve yorumlanması gerektiğini söyler. Her şey gibi… Kant’ın ise öznesi ahlaklıdır ve kendi ahlakıyla hareket eder. Marx ise bu öznenin koşullara göre değişmesi gerekli olduğunu savunur. Tam da bu noktada sanatın varlığını değişmez bir özne değil şimdi ve burada olan özne oluşturmaktadır.

Postmodern dönemde, “estetik” kavramına daha geniş sınırlar çizilmiş ve sanat ile birlikte, felsefe, sosyoloji, siyaset ve politika gibi pek çok alanın mutlak kavramlarından biri haline gelmiştir. Disiplinler arası düşünme alanlarında yer almıştır. Postmodern dönemde değişen kültürel yapı ve endüstrinin etkisiyle, estetikteki yüce duygusu artık bir değer olma niteliğinde değildir. “Yücenin bir estetik değer kategorisi olarak ortadan çekilmesine etken, bize göre sanatın değer skalasında yeni değerlerin yer almasıdır. Bunda da toplumda meydana gelen sosyo-ekonomik değişimin büyük payı vardır.” 8

Yalnızca sanat alanının kavramları arasında yer almayıp farklı disiplinler arasında da üzerine nitelik ve nicelik olarak düşünülen estetik kavramı daha derin tartışmalara yol açmaya başlamıştır.

Pisuarı ile hepimizin bildiği ve kavramsal sanata kapı aralayan Marcel Duchamp 1968 yılında Belçikalı yönetmen Jean Antoine ile söyleşisinde nesne sözcüğünün onu heyecanlandırdığını, tüm akımın temel dayanağını oluşturan bir fetiş halini aldığını ve nesnenin eşsiz bir niteliğe sahip olduğunu yaşadığı yüzyılın en ayırt edici özelliklerinden biri olduğunu söyler.

Duchamp’ın bu sözlerinin ardından estetiğin olup olmadığına dair sorgulamalar ve estetiğin kötülendiğine dair fikirler kendini duyurmaya başlamıştır. Duchamp ise, sanatı estetik açıdan değerlendirmez. Estetik yargıları sanatçının yaratıcılığını etkileyeceğin düşündüğü için reddetmiştir.

Aklın hiçbir önemi olmadığını savunan, kurallar ve estetik algıların karşısında duran dadacılar gibi Fluxus’lar da 1960’larda ortaya çıkmış ve estetik unsuru dikkate almayan, pek çok deneysel sanat hareketlerinde bulunmuşlardır. Fluxus’lar, sanatın metalaşmasına karşı çıkmışlardır. Sanat ve hayatın iç içe olduğunu savunup, pek çok etkinliklerde ve performanslarda bulunmuşlardır. Tabuları yıkmak ve sanatın özgürleşmesini istemişlerdir.

Dadaizm’den sonra, estetik yargılara bakış büyük ölçüde değişmiştir. Endüstrileşen yaşamın etkisiyle, toplum kültür yapısı bu doğrultuda yeniden şekillenerek bu sürecin yapısını oluşturmuştur. Buna örnek olarak fotoğrafın icadı ve sonrasında sanatın çizgisini belirleyen akımlar ve manifestolar gösterilebilir. Günümüz için ise, buna tasarım ve teknolojideki gelişmeler, dijital teknoloji ve endüstri sektöründeki ürünler, yapılanmalar ve daha pek şey örnek verilebilir.9 “Günümüz beğeninin gündem dışı olmasının nedenleri, yalnızca kültür yozlaşmasından değil, kültürün farklı bir sistematiğe oturmasından, farklı bir yapı kazanmış olmasından geliyor. (…) Öte yandan Adorno’nun da 20. Yüzyıl ortalarında üzerinde durduğu gibi, bugün kültürel ürünleri hepsi kültür endüstrisinin öğeleri; yani ekonomik, sosyal ve politik baskılar altında üretiliyor.” 10

Prof. Dr. Jale Nejdet Erzen, Adorno’nun post modernizmdeki sanata dair yaklaşımını şu şekilde ifade etmiştir, “(…) 1980’lerden sonra, postmodern felsefe zemininde, sanatın artık elit bir sınıfa ve beğeniye hizmet edemeyeceği, farklı kültür ve sınıftan insanların tercihlerinin de sanatı biçimlendirebileceği iddiaları ortaya çıkmıştır. Bu düşüncelere göre sanat artık büyük harfle “Sanat” değil, herkes için “sanat” olmalıdır.”11 Karl Marx ise, gelecekte sanatçılık diye bir mesleğin olmayacağını söyleyerek, sanatın artık herkes tarafından yapabilecek bir olgu olacağını iddia etmiştir. Tabi Marx’ın benim söylediğimi kastettiğini sanmıyorum fakat söylenmeden de geçemeyeceğim bir durum: Yaptım oldu sanatı! Yapılmasa da olur.

Son olarak Marx’ın isteğini tekrar vurgulamak gerekirse bugünün öznesi nasıl ki koşullara göre değişiyorsa bu koşullara göre sanat ve estetiğin olduğu gibi pek çok alanın da bu değişim üzerine yenilenmesi gereklidir. ‘Şimdi ve Burada’ olmak düşüncesi aslında çağdaş sanatın bir meselesi…

Özne koşullara göre değişmeli ki sanatta varlığını değişmez özne oluşturabilsin ve estetik bağlamda varlığını evrensel bir özün değişmezliğine ihtiyaç duymasın.


1 Umberto Eco. Güzelliğin Tarihi.
2 Umberto Eco. Güzelliğin Tarihi.
3 H. Ömer Özden. HELLENİZM ÖNCESİ YUNAN FELSEFESİNDE GÜZELLİK ANLAYIŞLARI
4 Eflatun, Kharmides, çev. Şazi Kösemihal, İstanbul, 1998, MEB Yayınları, 154.
5 Platon. Devlet.
6 Aristotales. Poetika.
7 Tugba Öztüfekci Sehran Dilmaç “Estetik Ve Modernizm: Modern Dönemin Estetik Algısı Ve Görsel Sanatlara Yansıması  Yıl 2021, Cilt 2, Sayı 3, 184 – 195.
8 5 TUNALI, İsmail, Estetik Beğeni, 1. Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2010, s. 156
9 Tuğba Renkçi.” Postmodernizmde Yeni Bir Oluşum: Durumsal Estetik.” The Turkish Online Journal of Design, Art and Communication – TOJDAC January 2014 Volume 4 Issue 1
10 14 ERZEN, N. J. Çoğul Estetik,1.Baskı, Metis Yayınları, İstanbul, 2011, s. 153.
11 ERZEN, N. J. Çoğul Estetik,1.Baskı, Metis Yayınları, İstanbul, 2011, s. 165

view of central Berlin, looking towards Alexanderplatz and the TV Tower
Önceki

Çiçeklerini Tanklar Ezen Şehir, Berlin

“Blackdove’dan Türkiye’ye Merhaba” sergisinden...
Sonraki

Dijital Sanat Platformu Blackdove ve The Stay Boulevard’dan Dijital Sanata Yeni Bir Soluk

Kaçırmayın!

Dilera Topaloğlu

Portfolyo: Dilera Topaloğlu

Dilera Topaloğlu, resimlerinde gerçek ve soyut arasında dolaşan güçlü ve
Benim Hiç Suçum Yok

Sabâ Altınsay’ın Ödüllü Romanı Benim Hiç Suçum Yok, Raflarda

Dağılan bir ailenin; tercihler, kararlar ve eylemlerle değiştirilen bir yazgının