60. Venedik Bienali, Yabancılar Her Yerde, 2024. ( Fotoğraf: Özlem Tekdemir )
60. Venedik Bienali, Yabancılar Her Yerde, 2024. ( Fotoğraf: Özlem Tekdemir )

Venedik’te Bir Yabancı Daha

22 Temmuz 2024

Venedik Bienali gibi uluslararası etkinlikleri takip etmenim en güzel yanı, gezegenimizde olan bitenleri, kendi coğrafyalarından anlatan sanatçıların hikayelerine ortak olabilmek diye düşünüyorum. Bu nedenle Venedik Bienali’nden aldığım izlenimleri anlattığım bu yazıyı, etkileyici bulduğum sanatçılar, ulusal pavyonlar üzerine aldığım notlar ve çektiğim fotoğraflardan yola çıkarak oluşturduğum, bir bienal deneyimi yazısı şeklinde hazırlamak istedim.

Arsenale ve Giardini gibi iki ana mekân başta olmak üzere, yarımadanın geneline yayılmış farklı mekanlarda hayat bulan Venedik Bienali, mimari, sinema, dans, müzik, tiyatro gibi farklı sanat pratiklerinden etkinlikleri de kapsayan multidisipliner yapısıyla bu yıl 60. edisyonunu geçekleştiriyor. Bienal bu yıl, küresel kapitalizm çağında yabancı olma deneyimini odağına alarak, politik, çevresel, ekonomik nedenlerle, demografik değişimlere yol açan göçlerin yaşandığı antroposen çağını, sanat yapıtları aracılığıyla görünür kılan özel bir seçki sunuyor. “Yabancılar Her Yerde” temasıyla izleyicilerle buluşan 2024 Venedik Bienali, yerel ve küresel perspektiflerden önemli mesajlar içerirken, göç ve göçmenlik meselelerini merkeze alarak, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, iklim krizi gibi bu konuyla ilişkili pek çok alt başlık açıyor. Özellikle ülke pavyonlarında, Avrupa ve Amerika’nın kapitalizm merkezli ekonomik uygulamalarla yol açtığı demografik ve doğal felaketler, sömürü ve kültürel asimilasyon gibi konularda hikayeler bulunuyor. Bu anlamda bienal, sorumluluk alarak, sanatın estetik bir ifade aracı olma durumunun ötesinde, toplumsal farkındalık ve değişim için güçlü bir araç olduğunu da vurgulamak istiyor. “Yabancılar Her Yerde” teması, sanatın toplumsal meseleler üzerindeki etkisini ve farkındalık yaratma gücünü ortaya koyarken, sanat yapıtları aracılığıyla, küresel sorunları daha iyi anlama ve bu sorunlara dair duyarlılık yaratma fırsatını kaçırmıyor. Giardini’deki ulusal pavyonlar, yabancı olma teması üzerine ülkeler adına bir perspektif sunarken, Arsenale’deki sergiler, küresel bir bakış açısıyla bu temayı ele alan sanatçıların işlerine odaklanıyor. Uluslararası Jürisini; Amerikalı küratör ve Columbia Üniversitesi profesörü Julia Bryan-Wilson (başkan), Endonezyalı küratör ve yazar Alia Swastika , Nijeryalı küratör ve sanat eleştirmeni Chika Okeke-Agulu , İtalyan küratör Elena Crippa ve Fransız-Kolombiyalı küratör María Inés Rodríguez’in oluşturduğu bienalin, “Yabancılar Her Yerde” sergisi küratörlüğünü, Adriano Pedrosa yapıyor.

Elbette bu yılın bizim için özel olmasının nedenlerin başında, coğrafyamızı temsil eden Nil Yalter, Güneş Terkol ve Gülsüm Karamustafa gibi çağdaş sanatçıların etkileyici işlerini, böylesi önemli bir küresel etkinlikte izleyebilmek geliyor. Sanat tarihimizin önemli temsilcilerinden Semiha Berksoy ve Fahrünnisa Zeyd’in de resimlerinin bienalde yer aldığını söylemeden geçmemek gerekiyor. İnsan hakları ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği, gibi temel konularda oldukça sorunlu ve acı gerçeklerle uğraştığımız yaşadığımız coğrafyadan sanatçıların, dünyanın en önemli sanat olaylarından kabul edilen, bu uluslararası etkinlikte yapıtlarıyla konuşmasının müthiş bir şey olduğunu, burada çok daha iyi anlıyorum. Bunca sanat eseri içinde, bu yapıtlar bende bir tür eve kavuşma hissi uyandırıyor.

Nil Yalter, “Şu Gurbetlik Zor Zanaat” 60. Venedik Bienali 2024.
Nil Yalter, “Şu Gurbetlik Zor Zanaat” 60. Venedik Bienali 2024.

Bienalin onur konuğu olan ve “Altın Aslan Yaşam Boyu Başarı Ödülü“ne Brezilyalı sanatçı Anna Maria Maiolino’yla birlikte değer görülen Yalter’in etkinliğin temasıyla hem hal olan “Şu Gurbetlik Zor Zanaat” yerleştirmesi, Gardini’deki ana binaya girer girmez, etrafımızı saran dev bir salonda izleyicileri karşılıyor.  Sanatçının, Anadolu kırsalından Avrupa’ya işçi olarak giden ilk kuşak gurbetçilerin hikayelerini anlattığı işi, tüm odayı kaplayan siyah beyaz fotoğraflar ve fotoğraf boyutunda ekranlarda dönen videolardan oluşuyor. Feminist sanat ve video sanatının 70’lerdeki öncülerinden olan Nil Yalter, göçmen bir sanatçı olarak çalışmalarında, oryantalist Ortadoğulu kadınların nesneleştirilmesi, toplumsal cinsiyet rolleri, toplumsal normlar, ırk, sınıf, ötekileştirilme, damgalanma, güvencesizlik, entegrasyon gibi temaları sıkça kullanıyor. Sanatçının benzer temaları içeren “Şu Gurbetlik Zor Zanaat” yerleştirmesi, sürgünde ölen Nazım Hikmet’in sözlerinden ilham alarak, göçmen bireylerin mücadeleyle geçen yaşamlarını anlatan etkileyici bir yolculuğa dönüşüyor. Bu etkileyici boyuttaki yerleştirmenin merkezinde, sanatçının başka bir enstalasyonu olan göçebe çadırı bulunuyor. Bu çadır sanatçının, Orta Anadolu’da yuvarlak çadırlarda yaşayan ve 10. yüzyıl civarında göç eden Bektik göçebe topluluğundaki deneyimine gönderme yapıyor. Yerleştirme Anadolu coğrafyasının mitleri, şiirleri, yaşam tarzları ve gelenekleri üzerine bir bakış açısı oluşturuyor.

Gülsün Karamustafa, “Oyuk, Kırık Dökük Bir Dünya” Türkiye Pavyonu, 2024. ( Fotoğraf: Özlem Tekdemir )
Gülsün Karamustafa, “Oyuk, Kırık Dökük Bir Dünya” Türkiye Pavyonu, 2024.
( Fotoğraf: Özlem Tekdemir )

Bianelin kuşkusuz en etkileyici işlerinden biri Gülsün Karamustafa’nın Oyuk, Kırık Dökük Bir Dünya adlı yerleştirmesiydi. Sanatçı, resim, enstalasyon, fotoğraf, video ve performans gibi farklı mecraları birlikte kullandığı eserlerinde, hafıza, göç, kimlik, toplumsal cinsiyet, kültürel farklılıklar, yerelleşme gibi konuları sorgularken, kişisel tarihinden olduğu kadar, toplumsal tarihten de referanslara yer veriyor. Bu yönüyle coğrafyamızda yaşayan en ilham verici sanatçılardan birisi olduğunu da eklemek gerekiyor. Bienal kataloğundaki metinden referansla, “bakışlarını Venedik şehrinde bulunduğu yerden, yaşadığı İstanbul’a uzatarak, savaşlardan, doğa ve insan kaynaklı krizlere kadar dünyada gerçekleşen felaketleri ele aldığı yerleştirmesinde, sıradanlaşan yıkımı, içindeki kırılganlığı ve yaşadığı dünyaya yabancılaşmasını anlatıyor.” Yerleştirmenin merkezinde bulunan ve üç semavi dini sembolize eden Murano camından yapılmış avizeler, ışıltılı, kırılgan, yaralayıcı ve kaotik olanı göz kamaştırıcı şekilde hikâyeleştiriyor.

Bouchra Khalili, Haritalama Yolculuğu Projem / My Mapping Journey Project. 2024. ( Fotoğraf: Özlem Tekdemir )
Bouchra Khalili, Haritalama Yolculuğu Projem / My Mapping Journey Project. 2024.
( Fotoğraf: Özlem Tekdemir )

Bienalde yer alan 359 sanatçı ve bundan daha fazla hikâye arasında bende iz bırakan işlerden biri de sergiye Avusturya adına katılan, Fas-Fransa kökenli sanatçı Bouchra Khalili’nin “Haritalama Yolculuğu Projem” (My Mapping Journey Project) adlı dev yerleştirmesiydi. Tracy Fenix’in yerleştirme ile ilgili metninden yararlanarak, multidisipliner uygulamalarla vatandaşlıktan dışlanan bireylerin ortak hikâye anlatım stratejileri üzerine çalışan bir sanatçı ve akademisyen olan Kahalili’nin Haritalama Yolculuğu Projesinin, Kuzey ve Doğu Afrika, Orta Doğu ve Güney Asya’nın göç yolları üzerinde üç yıl süren bir çalışma sonucu ortaya çıktığını öğreniyoruz. Sanatçı proje süresince, yerel tren istasyonları ve diğer kamusal alanlarda tanıştığı göçmenlerin hikâyelerini toplamış ve bu hikayeleri dev ekranlara yansıtılan video enstalasyonlara dönüştürmüş. Üzerinde göç yollarını çizerek anlatan sabit bir elin dolaştığı bu sekiz videonun her biri, yıllar süren zorlu yolculukların kesintisiz, uzun bir statik çizimden oluşuyor. Göç hikayelerini, mitolojik ve takım yıldızlı bir hikayeyle de birleştirerek sonlandıran sanatçı böylece, göçmenlerin ait olmanın yollarını hayal ettikleri şiirsel bir yol yaratıyor.

Pablo Delano, Eski Koloni Müzesi The Museum Of The Old Colony. ( Fotoğraf Özlem Tekdemir )
Pablo Delano, Eski Koloni Müzesi The Museum Of The Old Colony. ( Fotoğraf Özlem Tekdemir )

Bienalin dikkat çeken sergi alanlarından biri de Porto Riko’lu sanatçı Pablo Delano’ya ayrılmıştı. Tarihlerinde kolonileştirilme gibi sarsıcı hikayeler olan ülkelere ayrılmış sergi alanlarının hemen hepsi, Avrupa ve Amerika’nın küresel kapitalizm merkezli ekonomik politikalarla inşa ettiği medeniyetlerinin, neye mal olduğunu izleyebilmek açısından önemli bir belge niteliği taşıyordu. Porto Riko’lu sanatçı, Pablo Delano’nun bu hikâyelerden birini konu alan ve gerçek bir arşiv çalışmasını da sergileyen, “Eski Koloni Müzesi” yerleştirmesi, Amerika’nın Porto Ricko’yu ilhakını ve Porto Riko halkına uyguladığı ağır asimilasyonu belgeleyen bir müze çalışması olarak bienalde yer alıyordu.  Atlantik Okyanusu ve Karayip Denizi arasında uzanan küçük bir takım ada olan Porto Riko’nun, daha önce İspanya kolonisiyken ve bugün ABD sömürgesi durumunda oluşu, tüm ekonomik sisteminin, yer altı ve yer üstü kaynakları sömürülmesi, halkının kültürlerinden uzaklaştırılması, bu bölge için, sanatçının değimiyle, öz yönetim artık mümkün kılamıyor.  ABD’ye ait olan bu bölgenin halkı, 1917 de ABD vatandaşı yapılıyor ancak hiçbir zaman gerçekten Amerikalı olmuyorlar. Bugün Porto Riko, ekonomik bir çöküşle, büyük bir nüfus göçüyle ağırlaşan insani bir krizle baş başa bırakılmış halde. Yerleştirmede, Amerikan medyasının, kolonileşmenin yerli halk için yararlı ve iyi olacağını anlatan propaganda yayınlarına, kolonileştirme sürecini belgeleyen fotoğraflara, dönemden kalan objelere ve alanın merkezinde bulunan, kolonici masası gibi sembolik kurgusal nesnelere yer verilmiş (Görsel 4). Masada yer alan kurgusal nesneler içinde bence en ironik olanlar, üzerinde Küçük Beyaz Yalanlar yazan kurabiye kavanozu ve National Geographic Magazine dergileriydi. Enstalasyonu bir diğer etkileyici yanı tüm alanın, yıllardır orada olan ve hep orada kalacakmış gibi duran bir müze gibi kurgulanmış olmasıydı. 

Glicéria Tupinamba, Biz yürüyen Kuşlarız / Ka’a Puera. Brezilya (Hahawpua) Pavyonu, 2024.
Glicéria Tupinamba, Biz yürüyen Kuşlarız / Ka’a Puera. Brezilya (Hahawpua) Pavyonu, 2024.

Brezilya pavyonunda yer alan yerleştirmenin bir parçası olan “Biz Yürüyen Kuşlarız” video yerleştirmesine adını veren Ka’o Püero veya Capoeira sözcüğü Hahawpua yerlilerinin dilinde, mahsul ekimi için kullanılan alanlara verilen ad olarak geçiyor. Hasat sonrası bu alanlar, bitki örtüsünün kendini yenilemesi için dinlenmeye bırakılıyor. İlk bakışta verimsiz görünen bu alanlarda çok çeşitli şifalı bitki yetiştiği de görülüyor. Ayrıca orman zemininde yaşan, kahverengi, turuncu ve gri tüyleriyle kamufle olabilen küçük bir kuşun da adı olan Ka’a Puera, yerli halkın, hayatta kalma stratejileriyle özdeşliği bir canlıya da gönderme yapıyor. Bölgesini savunmak ve hayatta kalmak için ormanda yürüyen ve istediği zaman görünür olan Ka’a Puera gibi yerli halk da günlük hayatlarında tekrar tekrar bu direnişi gösteriyor. Yerleştirme, görünüşte yaşamın olmadığı yerde, yeniden hayata dönme olasılığının her zaman olduğunu vurgulayan bir düşünceyle ve bölgesini koruyan küçük kuştan alınan ilhamla, Brezilya’daki yerli direnişinin, iklimdeki acil durumlar karşısında uyum sağlamanın ve toprağın geri alınmasında sahip olunan bedenin öyküsünü anlatıyor. Alanda video dışında, sanatçının topladığı Ka’a Puera tüylerinden kendi elleriyle diktiği törensel kostümler de sergileniyor. Sanatçının değimiyle proje, yerli halkların, insan-kuş-hafıza-doğa olarak bu direnişini, kenara atılanları, mülksüzleştirenleri, görünmez kılınanları, hapsedilenleri ve hakları ihlal edilenleri hatırlamamız içindir, çünkü görünüşte verimsiz topraklarda bile yaşam için her zaman umut vardır.

Nucleo Storico, İtalyanlar Her Yerde / Italians Everywhere, 2024.
Nucleo Storico, İtalyanlar Her Yerde / Italians Everywhere, 2024.

Nucleo Storico’nun “İtalyanlar Her Yerde” yerleştirmesi ise yurt dışında seyahat eden, yaşayan ve kariyerlerini Afrika, Asya ve Latin Amerika’nın yanı sıra ABD ve Avrupa’da geliştiren İtalyan sanatçıların eserlerini bir araya getiriyordu. Bienalin en ilginç kolajlarından biri olan bu yerleştirme, yerel kültürden etkilenen ve yerel modernist anlatıların gelişimine katkıda bulunan sanatçıların eserlerini, kollektif bir sergi mantığıyla yerleştirmenin parçası hailine getiriyordu. Diaspora ve göçün kültürel oluşuma katkısı olarak yorumlanabilecek çalışma, İtalyanların faşizm terörü, zorlu ekonomik koşullar gibi farklı sebeplerle ülke dışına göçünün, ulusötesi dokularla evine dönüşünü bir araya getiren, ilginç yerelleştirmelerden biri olarak Bienal’in Arsenal ayağında yer alıyordu.

Manal AIDowayan, Değişen Kumlar Bir Savaş Şarkısı  Shifting Sands A Battle Song Suudi Arabistan Pavyonu, 2024.
Manal AIDowayan, Değişen Kumlar Bir Savaş Şarkısı Shifting Sands A Battle Song Suudi Arabistan Pavyonu, 2024.

Arsenale’de bulunan ve uygulama olarak deneyimsel bir etki uyandıran ülke pavyonlarından biri de Manal AIDowayan’ın “Değişen Kumlar: Bir Savaş Şarkısı” adlı yerleştirmesiydi. Kadınların Suudi Arabistan’ın kamusal alanındaki değişen rolünü ve toplumsal cinsiyetle ilgili görünmez konumlarını değiştirmek için giriştikleri mücadelelerini anlatan yerleştirme, kadınları tarihsel olarak tanımlayan anlatıları yeniden şekillendirmek için devam eden yolculuklarından ilham alıyordu. “Değişen Kumlar: Bir Savaş Şarkısı” ziyaretçileri, formlarını Suudi Arabistan’da yaygın olarak bulunan bir kristal olan “çöl gülü”nden alan, büyük ölçekli serigrafi baskılardan ve yaprak benzeri heykelsi unsurlardan oluşan bir labirentte dolaşmaya davet ediliyordu.

Bienalin ilham verici ülke pavyonlarından bir başkası, kedisi de bir sömürgeci ve kolonici olan İspanya’ya aitti. Sandra Gamarra Heshiki’nin ayrıntılı araştırması, sömürge dönemlerinden Aydınlanma’ya kadar İspanyol sanat koleksiyonlarını, ulusal mirasa ait resimlere dayanan yeni çalışmalarla yorumluyordu. Birkaç farklı bölümden oluşan “Göçmen Sanat Galerisi” adındaki yerleştirmenin her parçası, müzelerdeki sömürgecilik karşıtı anlatıların yokluğunu doldururken, sömürülenlerin ve sömürgecilerin temsillerini bazen fresko stili resimlerle, bazen illüstratif temsillerle (Irkçılık İllüstrasyonları gibi), bazen (Soyu tükenen Kabineleri gibi) antik görünümlü kabinelerle anlatıyordu. Bu yönüyle İspanya pavyonu, sosyoloji, sanat tarihi, politika, biyoloji gibi disiplinlerin tarihte sıklıkla göz ardı edilen sonuçlarını, ekolojik ve arşivleyici bağlamlarla ilişkilendirerek, ırkçılık, göç, soyu tükenen türler gibi iç içe geçen konularda, yıkıcı deneyimlerle bağlantılı bütünsel bir bağlam sunuyordu.

Bütün bu tarihsel bağlamlar, kapitalizm, sömürgecilik, ekolojik yıkımlar içinde herkes gezegende bir yerlerde yabancıyken, karşıma çıkan İngiliz-Nijeryalı sanatçı, Yinka Shonibare’nin Mülteci Astronot’u tüm bağlamları süpürerek, konuyu uzay mültecisi olma noktasına taşıdı. Afrika desenleriyle bezenmiş kumaşlardan yapılma, yerel dokulu kıyafeti içinde, ekolojik ve insani krizleri yönetmeyi vaad eden donanımda gerçek boyutlu bir astronot olan bu mülteci, yerinden edilmenin uzaysal boyuttaki zorluklarıyla ilgili fütürist bir bağlam yaratarak, sırtında temel ihtiyaçlarını içeren çuvalıyla, zayıf yerçekiminde yürümeye çalışıyordu. Sanatçının uzayı potansiyel bir sığınak olarak düşünmesinden yola çıkan yapıt, öngörülemez büyümenin, sürdürülemez arayışına meydan okuyan, çevre katliamı ve küresel kapitalizm hakkında uyarıcı bir hikâye işlevi görüyordu. Sömürgeci insana ait hikayeleri başka bir boyuta taşıyan Mülteci Astronot, bu yönüyle, insan olmanın kapsayıcılığı, farklı modları ve çeşitliliği üzerine bir önerme niteliği taşıyordu.

Yinka Shonibare, Mülteci Astronot VIII, (Refugee Astronaut VIII) 2004.
Yinka Shonibare, Mülteci Astronot VIII, (Refugee Astronaut VIII) 2004.

Yabancılar içinde başka bir yabancı olarak bulunduğum bienal mekanlarında, arkadaşımın değimiyle lunaparktaki çocuk gibi kendimi kaybetmiş şekilde, işten işe, ülkeden ülkeye koşarken, sanatın insan ruhunda yarattığı etkiyi ve dönüşümü bir kez daha deneyimliyorum. Böylesine önemli bir küresel sanat etkinliğini izleyen her sanatçı ve potansiyel bir mülteci olarak ben de işlerimin küresel platformda nerede konumlanabileceğinin muhakemesini yapıyorum. İç çekişli ve sıkıntılı rüyalar içinde kaybolduğum anlar oluyor. “Sonuç olarak buradayım ve önemli olan bu” diyerek yoluma devam ediyorum. Bienalde yer alan yüzlerce sanatçı içinde bu yazıya sığdırabildiğim birkaç yapıt elbette tüm deneyimi anlatmaya yetmiyor. Ufak bir kısmına değinebildiğim ve genel bir bakış oluşturmayı denediğim 60. Venedik Bienali (ve elbette muhteşem Venedik) bundan çok daha fazlasını vaat ediyor ve henüz görme fırsatı olmayanlar için 24 Kasım’a kadar yabancılarını bekliyor.

Özlem Tekdemir

Sanatçı, sanat yazarı ve akademisyen olan Özlem Tekdemir, Hacettepe Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim Bölümü’nden master ve doktora derecesine sahiptir. 2019 ve 2024 yıllarında Erasmus kapsamında İtalya, Accademia Di Belle Arti Macerata’da ders verme ve eğitim alma hareketliliğinde bulunmuştur. Sanat yazıları, kitap resimlemeleri ve küratörlük çalışmaları bulunan sanatçı, sanat yazın konusunda akademik ve aktüel dergilerde yazılar yazmakta ve sanat içerikli yayınlarda editörlük yapmaktadır. Öyküleme pratikleri üzerine farklı teknik ve üretim araçlarıyla çalışan sanatçı, yaşamını ve çalışmalarını Ankara’da sürdürmekte, ayrıca bir vakıf üniversitesinin, Grafik Tasarımı Bölümü’nde öğretim üyesi (Doç. Dr.) olarak çalışmaktadır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Blondshell-©-Nick-Walker
Önceki

“Blondshell” 13 Ağustos’ta Zorlu PSM’de!

Betül Tarıman
Sonraki

Betül Tarıman’ın On Birinci Şiir Kitabı Çıktı!

Kaçırmayın!

Emel Başarık

Emel Başarık ile 6 Numara Sergisi Üzerine Söyleşi // Nil Has

Emel Başarık ile 6 Numara sergisinin açılışının sabahı, sergi üzerine
Burcu Perçin, Burada her şey var, 2021, oil on canvas, 175x250 cm

Burcu Perçin: Resimlere Bakmanın Gücü ve Saflığı

Bazen bir resmin neyi sakladığını ararken, farkında olmadan, resmin kendisiyle