Yalçın Konuk, son dönem art arda yayınladığı ve görsel şölenlerle de desteklediği Anatolian Mirages, Urban Chronicles, Pulsephoria, Baroquian albümleri ve Le Soleil Noir – Thème Principal albüm öncesi yayınladığı tekli çalışması ile etkileyici bir derinlik sunuyor. Biz de hem bu roman tadındaki albümlerini hem de gelecek projelerini kendisi ile konuştuk.
“Müziğimde sinema, edebiyat ve görsel sanatların etkileri, sanatın insan zihninden ve ruhundan doğan her ifadesinin üzerimde derin bir etki bırakmasıyla kendini gösteriyor.”
Yalçın Konuk
Öncelikle ön yazımızda paylaştığımız albümlerinizden kısaca bahsetmenizi rica edeceğiz sizden…
“Anatolian Mirages” albümüm; Anadolu’nun zengin kültürel mirasını müzik aracılığıyla keşfediyor. Her parça, bölgeden ilham alan benzersiz hikâyeleri yansıtırken; ambient, minimalist ve çağdaş klasik tarzları bir araya getirerek dinleyiciyi derin bir deneyime davet ediyor.
“Urban Chronicles” albümüm; modern ve hareketli bir şehrin özünü yakalıyor. “Memoir of Loss” parçası, unutulmuş anıların hüznünü ifade ederken, “Sunrise Whispers Splendor from the East” İstanbul’a olan hayranlığımı dile getiriyor.
“Pulsephoria” albümüm; yazın enerjisini bossa nova ve trip-hop gibi türlerle harmanlıyor. Bu albümde, çocukluk filmlerimin müzikal etkilerini yeniden keşfederken, özellikle Portekizce ve Fransızca dillerinin fonetik zenginliğinden yararlanarak şarkılarıma farklı bir boyut katmayı hedefledim.
Son olarak, “Baroquian” albümüm; barok müziği ile 17. yüzyıl İstanbul’unun sanatsal etkilerini birleştiriyor. Bu albüm, hayali bir ressam olan Matteo di Firenze’nin İstanbul’daki yolculuğunu anlatıyor ve her parça, bu büyüleyici şehrin farklı anlarını müzikal bir dille yansıtıyor.
Projelerinizde farklı türleri ve dönemleri müziğinizle harmanlamışsınız. Ortaya çıkan eserler ise albümün bütününde roman gibi… Hikâye anlatıcısı teriminden yola çıkarak sizce size de “müzikle anlatıcı” diyebilir miyiz?
Nazik sözleriniz için teşekkür ederim. Müziğimin roman gibi bir iz bıraktığına dair hisleriniz çok sevindirici. Hayatım boyunca kendimi belirli bir unvanla tanımlamayı tercih etmedim, sanki ondan çıkmayacakmışım gibi geliyor.
Müziğimle ilgili her algı, benim için çok değerli. Gerçekten de müziği öncelikle kendim için yapıyorum ve bu süreçte paylaştığım hikâye de kişisel yolculuğumun bir parçası. Her eser, içimde taşıdığım duyguların, düşüncelerin ve deneyimlerin bir yansıması. Anlatmak istediğim şeyleri müzikle ifade etmek, benim için çok önemli. Bu anlatı, zaman zaman farklı yönlere kayabilir; anlık ilhamlarla şekillenen bir süreç bu.
Dinleyicilerin müziğimle bağ kurabilmesini, onları etkilemesini ve sevilmesini umuyorum.
Önceki sorumuzda belirttiğimiz gibi müziğinizde hikâye anlatıcılığının önemli bir yeri var. Müzikle bir hikâye anlatmanın zorlukları sizce nelerdir ve bu süreç sizin için nasıl işliyor?
Müzikle bir hikâye anlatmanın zorluklarından bahsetmem gerekirse, açıkçası benim için çok fazla zorluk barındırdığını söyleyemem. Zor olan bir şey varsa, sabah uyandığımda o işin büyüsünü kaybetme korkusudur. Bahtiyarım şimdiye kadar o tılsım hiç kaybolmadı, çok şükür. Hayatı seviyorum ve bu sevgiyi üretmeden ifade edemiyorum. Sürekli üretme isteğim var; çünkü zamanın akışını durdurma şansım yok. Her anı sonuna kadar yaşamak ve bu anları insanlara aktarmak istiyorum.
Albüm yaparken hikâye arayışına girmiyorum. Zira hayattaki her şeyin bir hikâye değeri var; sadece beni heyecanlandıracak olan kısmı sezip görmem gerekiyor. Hikâyenin teması belirlendiği anda, araştırmaya başlıyorum. O süreçte, gördüğüm her resim, duyduğum her ses ve okuduğum kelimeler zihnimde yer ediyor. Sonrasında bu unsurlar, kendi aralarında bir şekilde birleşip örgülerini oluşturuyorlar. Benim ise aslında bir şey yaptığımı hissetmiyorum; sadece güzel bir film izlemek için gereken her unsuru bir araya getiriyorum, gerisi kendiliğinden gelişiyor, sanki benim dışımda.
Müziğinizde sinema, edebiyat ve görsel sanatların etkileri göze çarpıyor. Müzik aracılığı ile birleştirdiğiniz bu farklı sanat dallarıyla olan ilişkinizden bahsedebilir misiniz?
Müziğimde sinema, edebiyat ve görsel sanatların etkileri, sanatın insan zihninden ve ruhundan doğan her ifadesinin üzerimde derin bir etki bırakmasıyla kendini gösteriyor. Bu ifadeler, özellikle ustalardan geliyorsa, büyüleyici olmaları kaçınılmaz. Giuseppe Sanmartino’nun “Örtülü İsa” heykeli, Mozart’ın “Requiem – Lacrimosa”sı veya Fuzuli’nin “Divan”ı gibi eserler karşısında kayıtsız kalmak mümkün mü? Sanat, insanlığın uzaylıları bile etkileyebilecek en büyüleyici yetisidir; bilimin ötesinde, zekânın çok üstünde, bambaşka bir alemdir.
Müziğim, bu farklı sanat dallarından besleniyor. Bana bahşedilen yetenekleri, birbirleriyle oynayan unsurlar olarak görüyorum. Bu oyun, bedenen ve zihnen sağlıklı kaldığım sürece devam ediyor. Sağlığımı koruduğum müddetçe, hayal gücüm serbest kalıyor ve sınır tanımıyor. Kendime verdiğim en önemli görevlerden biri, bedenimi sağlıklı, ruhumu huzurlu tutmaktır.
Günlük hayatımda, sokakta, evde veya bir kafede; bilinçli ya da bilinçsiz dikkatimi çeken sayısız görüntü, hareket ve sesle karşılaşıyorum. Beynim, bunları bir şekilde ezberine alıyor. Sanata bakarken veya dinlerken benzer bir süreç yaşıyorum. Ya not alıyorum ya da bir eser gerçekten büyüleyici ise, hafızam onu doğal olarak bir köşesine hapsediyor. Üretim sürecinde hangi mekanizmanın devreye girdiğini tam olarak bilememekle birlikte, sanki bir tılsım harekete geçiyor ve fitil ateşlendiğinde, diğer tüm çarklar kendiliğinden işlemeye başlıyor.
Her bir eserinizde yeni ve farklı bir ses yaratıyorsunuz. İlham kaynaklarınız sürekli değişiyor mu, yoksa belli başlı sanatçılardan ve eserlerden de her zaman etkilendiğiniz belirli noktalar var mı?
Her bir çalışmamda yeni ve farklı bir ses oluşturma çabamda, bugüne kadar yapılmış bir eseri ya da bir sanatçıyı tek başına ilham kaynağı olarak alma alışkanlığım olmadı. Ancak, onlardan aldığım hisler, dokunuşlar ve beni etkileyen duygular, eserlerimde mutlaka yer buluyor. Bu duygular, tek bir kaynaktan değil, yüzlerce farklı anın ve eserin tetiklediği bir dalga olarak ortaya çıkıyor.
Farklı alanlarda çalışmam, başka sanatçılara olan bağımlılığımı ortadan kaldırıyor; bu da hayal ettiğim duyguları çok daha hızlı bir şekilde hayata geçirmemi sağlıyor. Yönetmen, yazar, kameraman, müzisyen, tasarımcı, montajcı ve yapımcı olarak, ilgi alanlarım ve mesleklerim, beni büyük ölçüde özgür bir hayalperest yapıyor.
Kalbimi mutlu etmenin peşindeyim ve bunu başarmak için sürekli olarak kendimi yenileyip yeni yetiler edinmeliyim. Bu süreç, hem üretim hızımı artırıyor hem de kapasitemin ve kalitemin yeni boyutlara ulaşmasını sağlıyor.”
Geleneksel müzik unsurlarını modern prodüksiyonla birleştirme yaklaşımınız oldukça dikkat çekici. Eserlerinizde sanki tüm zamanları kucaklıyorsunuz, geçmişle-geleceği bugünde buluşturduğunuz düşüncemize katılır mısınız?
Geleneksel müzik unsurlarını modern prodüksiyonla birleştirme yaklaşımım, geçmişle geleceği buluşturma arzusuyla şekilleniyor. Zamanı kontrol edemiyoruz; bu, hepimizin ortak bir gerçeği. Bu koşulda, deliliğimi kullanarak kontrol edilemeyenin içinde dolaşmayı tercih ediyorum.
Sinema tutkunu biri olarak, William Wyler’ın anıtsal “Ben Hur”u, George Lucas’ın “Star Wars”u ve Spielberg’in “Indiana Jones”unu defalarca izlemekten büyük keyif alıyorum. Bu döngü içinde, kendi müziğimde de benzer bir yaklaşımı sürdürmek oldukça doğal geliyor.
Tek tip bir müziğe bağlı kalmak ya da parçaların birbirine benzediği bir albüm yapmak benim için tatmin edici değil. Hayat o kadar renkli ve derin ki, ürettiğim her eseri derinleştirip zenginleştirmek istiyorum. Amacım, kaostan uzak, harmoni içinde bir alan oluşturarak zamanı, yarını ve bugünü bir araya getirip sanatla buluşturabilmektir.
Sizin için daha önemli olan ne: Teknik olarak kusursuz bir müzik mi yoksa duygusal ve sanatsal derinliği olan bir eser mi?
Bir sergide dolaşırken, sizi aniden durduran ve önünde dakikalarca kalmanızı sağlayan bir eserle karşılaşabilirsiniz. Teknik açıdan kusursuz olup olmaması o anda çok önemli değildir; önemli olan, o eserin sizde yarattığı duygudur. Zaman, o an tamamen anlamsız hale gelir; çünkü güzellik karşısında zamanın değeri yoktur.
Müziğimde de bu anlayışı benimsiyorum. Elbette teknik mükemmellik önemlidir, ancak bu mükemmelliğin altında bir ruh, derinlik, hikaye ve duygu yoksa, o eserin kalıcı bir etkisi olmayacağını düşünüyorum. Dinleyicinin kalbine dokunan ve onu etkileyen bir his bırakmak her zaman önceliğimdir. Teknik mükemmeliyet, bu duyguyu desteklemek için var; başlı başına bir amaç değildir. Eğer bir parça dinleyiciyi bambaşka bir dünyaya götürebiliyorsa, işte o zaman benim için gerçek anlamda bir başarıdır.
Müzik yolculuğunuzda dönüm noktası olarak gördüğünüz anlar var mı? Eğer varsa, bu anlar müziğinize nasıl yön verdi?
Müzik yolculuğumda dönüm noktası olarak gördüğüm birkaç önemli an var. Bunlardan en somut olanı, ilkokulda Belçika’daki Kraliyet Operası’ndan evimize yaz kurslarına katılmam için gelen mektup davetiyesidir. O gün, sınıf arkadaşlarımdan farklı olduğumu fark ettim. O yaz Türkiye’ye tatile gitme planımız vardı, dolayısıyla katılmam mümkün olmadı. Ancak bu olay müziğin üzerimdeki derin etkisini hissetmemi sağladı.
Aslında, bu olaydan çok daha önce müzikle iç içe olmaya başlamıştım. Radyoda çalan şarkıları dikkatle dinleyip analiz ediyor, hayali bir İngilizce ile sözlerini kağıda geçiriyor ve melodideki hece sayısını hesaplıyordum. Çalan şarkıdan hoşlanmadığım kısımları, kendi yazdığım versiyonlarla değiştiriyordum. Bu, bir çocuğa öğretebileceğiniz bir konu değil; tamamen hayal gücümün bir oyunu.
Her anımda, müziğin büyüsüyle şekillenen bir dünyada var oldum ve bu, müziğime yön veren temel unsurlardan biri haline geldi.
Dijital müzik çağında, albüm formatının sanatçı için hala önemli olduğunu düşünüyor musunuz? Albüm yaparken bir bütünlük oluşturma ve zamana duyulan ihtiyaç konusuna baktığımızda oldukça yaratıcı projeleri kısa sürelerde müzikseverlerle buluşturabildiğinizi görüyoruz ama bu sonuç için yılların birikim ve deneyimi önemli olmalı. Biraz geçmişteki işlerinizden ve müzik dışındaki projelerinizden de bahsedebilir misiniz?
Sorunuzu dinlerken, cevabımın içindeki konu ve alt konu sayısını aklımda hesaplamaya başladım! Geçen yıl, hayatımın ritmi ve ruh hali beni albüm formatına yönlendirdi. Bir benzetme yapmak gerekirse, bir hikayeden hem dizi hem de sinema filmi çıkarılabiliyor; benim için o dönemde albüm, müziğimin en uygun formatıydı. Ancak, bu, albümün dijital çağda en doğru veya geçerli format olduğu anlamına gelmiyor. Yarın bambaşka bir tercih ile farklı bir yola gidebilirim. Tek bildiğim, kalbimi dinleyip onun rehberliğine her zaman güvendiğim.
Benim için en özel olanı, gerçek enstrümanlarla çalmak ve sesimle şarkı söylemektir. Dijitalleştirilmiş bir dünyada, gerçek bir gitar notasının sesinin, bulunduğunuz ortamdan, stüdyonun akustiğinden veya ruh halinizden nasıl etkilendiğini bilirsiniz; bu, bir melodiyi tamamen değiştirebilir. Her notada, sıcaklık ve mekanın ruhu vardır. Aynı şarkıyı 20 kez söyleyebilirim, ama her seferinde farklı bir versiyon doğabilir. Gerçek enstrümanların ve sesimin sunduğu bu özgürlük, müziğin gerçek anlamını yakalamamı sağlıyor.
Müziğin dışında da birçok sanat dalıyla iç içeyim. Resim, sinema, edebiyat… Her biri benim için birer kaçış ve aynı zamanda bir üretim kaynağı. Kalbimde bitmek bilmeyen üretme tutkusu beni sürekli yeni işlere yönlendiriyor. Bu tutkuyu tatmin etmenin tek yolu, durmaksızın çalışmaktır; bu yüzden sürekli yeni projeler üzerinde çalışıyorum.
Duygusal bir birey olmanın getirdiği bir ağırlık var. Aşık olduğumda ya da bir aşkı kaybettiğimde, her şey daha yoğun ve derin bir şekilde hissediliyor. Fuzuli’nin ‘Âlemde ne varsa aşktandır’ sözünü bu yaşlarda daha iyi anlıyorum. Sanırım beni en çok yıpratan şey aşk acısı. Bu acı, hem bir yok oluş hem de yeniden doğuşun bir kaynağı mı, bunu henüz tam olarak çözebilmiş değilim. Ancak, aşkın kendisi ve aşk acısının derinliği müziğimin temelini oluşturuyor. O uçsuz bucaksız ve dipsiz aşk olmasaydı, belki de ürettiğim müzik, filmler bu kadar yoğun ve derin olmazdı.
Müzik dışında birçok projede aktif bir şekilde yer aldım. Örneğin, GAP İdaresi’nin Mezopotamya projesi kapsamında turizm tanıtım filmleri çektim. Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı (TGA) için çeşitli projeler geliştirdim ve bu projelerin bir kısmında kreatif direktörlük yaptım. Toplamda yaklaşık 40’a yakın turizm tanıtım filmi üretme fırsatım oldu. Ayrıca, bu yıl Konya’da açılan bir müze otelinin kreatif direktörü olarak görev aldım.
Hazır geçmişi ve bugünü konuşmuşken gelecekteki projelerinizden de bahsetmenizi rica ederek, söyleşimize katıldığınız için teşekkür ederiz.
Sizlere ve Sanat Okur’a, bana ve müziğime yer verdiğiniz için teşekkür ederim.
Henüz startı verilmemiş birçok projem var ve bunlar farklı aşamalarda şekillenmeye devam ediyor. Ancak şu an için netleşmemiş oldukları için detaylarına girmem doğru olmaz.
Son teklim “Le Soleil Noir”, bir film müziği albümünün ilk adımıdır. 22 Kasım’da çıkacak yeni albümümde 10 parça yer alıyor. Bu albüm, önceki çalışmalarımın izinden gitmekle birlikte yeni deneyim ve duygularla şekillendi. Her bir parça, hayal ettiğim film sahnelerini dinleyicilere yaşatmayı hedefliyor. Filmin yönetmen koltuğunda, Jacques Deray ve Jean-Pierre Melville’den ilhamla oluşturduğum hayali yönetmen Jacques Melville oturuyor.
Bu albümden sonra, Aralık ayında İpek Yolu temalı yeni bir albüm çıkarmayı planlıyorum; albümün ilk teklisi Kasım ayının ilk haftasında yayımlanacak. Elektronik, ambient, new age ve eklektik türlerin içinde dolaştığım bir albüm olacak. 2025’in başında, 2016’dan bu yana ilk kez seslendirdiğim iki yeni single dinleyicilerle buluşacak. Uzun zamandır şarkı söylemeyi özlüyorum ve bu şarkılar benim için özel bir yere sahip. Biri Pop Rock ve Hip Hop karışımı. Diğeri ise Akustik ve R&B’ye kaçan bir yanı olan bir balad. Şarkı söylemek, içimdeki boşluğu doldurmanın en etkili yollarından biridir. Bu yeni projeler hem beni heyecanlandırıyor hem de sesimle tekrar müzik yapabilmenin verdiği mutluluğu artırıyor.