İsviçre Alplerinden doğan Ren nehrinin etrafına kurulmuş, tarih, kültür ve sanatın yaşam kültürünün bir parçası olduğu Basel, 40 tan fazla müze ve galeriye ev sahipliği yapan dünyanın en yaşanası şehirlerinden birisi. Sanatın günlük yaşamın bir parçası olarak varlığını sürdürdüğü kent, Art Basel haftasında dünyanın her yerinden sanatçılar ve sanat izleyicileri için bir cazibe mekanına dönüşüyor. 1970’lerde Basel merkezli galericiler tarafından kurulan ve 90 galeri 16.000 izleyiciyle başlayan ana merkezi Basel olan etkinlik, kentin önemli değerlerinden birisi olarak günümüze kadar varlığını sürdürmüş dünyanın önemli sanat etkinliklerinden kabul ediliyor. İsviçre’nin Basel şehrinde her yıl Haziran ayında yapılan, Art Basel Miami ve Art Basel Paris adında iki farklı edisyonu da olan sanat fuarının 15- 18 Haziran 2023’te Messe Basel’de yapılan ayağı, bu sene 5 kıtadan 284 galeriye ev sahipliği yaptı ve yaklaşık 82.000 den fazla uluslararası izleyiciyle buluştu.
Bu yılki fuarda da pek çok farklı disiplinden sanat yapıtı, iki ana izlenme platformunda izleyicilerle buluştu. Giriş salonundaki Unlimited seçkisi daha çok dev boyutlardaki işlerin yer aldığı, oyuncu deneyimlere izleyiciyi de dahil eden yerleştirme ve videolardan etkileyici işleri bir araya getiren bir seçkiden oluşuyordu. İkinci salon galerilerin sanatçı işbirlikleriyle ön plana çıktığı resim ve yerleştirmelerden oluşurken, etkinlik tarihleri içinde çocuk atölye programları, sanatçı, küratör ve galeri sahiplerinin dahil olduğu konuşma serisi ve online görüntüleme odalarıyla Art Basel 2023 dünyanın önde gelen galerilerini, küresel kolleksiyoncularını ve sanat izleyicilerini bir araya getiren etkileyici bir deneyim sundu.
Dünyanın beş kıtasından yüzlerce sanatçının yanısıra Gerhard Richter, Gabriele Münter, Sturtevant ve Lubaina Himid’in etkileyici işlerinin yer aldığı fuarda, dikkatimi çeken işlerden ufak bir seçki oluşturmak istedim. Bunlardan ilki henüz salonlara bile girmeden Messe’nin giriş holündeki çocuk etkinlik alanında yer alan Kosovalı sanatçı Petrit Halilaj’ın Mavi Kuş , Mavi Bulutlar adlı yerleştirmesiydi.
İşlerinde arzu, samimiyet ve kimlik için alan talep eden temalar etrafında dolaşan sanatçı, çalışmalarını kişisel ve kolektif tarihinin akışını değiştirmek için bir yol olarak görüyor. Çalışmalarını anavatanı Kosova’nın yakın tarihiyle, bölgedeki kültürel ve siyasi gerilimlerin sonuçlarıyla derinden bağlantılı olarak kurgulayan sanatçının Art Basel 2023 te yer alan yerleştirmesi, Tate St. Ivesteki (2022-2022) sergisi için orijinal olarak hazırladığı daha büyük bir yerleştirmenin parçası. Bu proje sanatçının, Kosova savaşı sırasında (1998-99) Arnavutluk’taki Kukes II mülteci kampında on üç yaşındayken yaptığı 38 çocukluk çizimini yeniden ele alıyor. Toplu olarak sanatçının bir şiirinin adını taşıyan bu eserler boyalı, baskılı yün keçeden oluşuyor ve büyük ölçekli kırsal manzaraları, kuşları, hayvanları, savaş ve şiddet sahneleriyle iç içe betimliyor. Gerçeklik ve hayal gücü arasında bir alan olarak tasarlanmış yerleştirme, kendi anlatım dilime yakın bulmamdan belki de en sevdiğim çalışma oldu diyebilirim.
İbrahim Mahama’nın ilk olarak 2012’de başlayan işi, Gana’daki pazarlarda çalışan çoğu kadın olan tüccarlarla yapılan kumaş alışverişiyle toplanan malzemelere dayanıyor. Hollanda mumu kumaşı olarak bilinen, Orta ve Batı Afrika’da giyilen bu yoğun desenli, renkli pamuklu kumaş parçalar, post-kolonyal dünyamızın, hiper bağlantılı simgeleri olarak ve daha önce de çeşitli amaçlarla kullanılmış materyaller olmaları nedeniyle yerleştirmenin odağında yer alıyor. Bez çantalar, giysiler, bebek taşıyıcısı, cenaze bezi gibi farklı amaçlarla kullanılan bu kumaş parçaları, Mahama’nın yerleştirmesinde son olarak eski okul dolaplarına yerleştirilen kitapları kaplama aracı olarak kullanılıyor. Kültür aktarımının nesnesine dönüşen kumaş, sanatçının işerinde grafitiye benzer bir kolajla ve yerleştirmeye dahil edilen orijinal kullanım nesneleriyle etkileyici bir işe dönüşüyor.
Lubaina Himid’in gerçek boyutlu bir mekana yayılan yerleştirmesi olan Modaya Uygun Bir Evlilik, William Hogarth’ın 18. yy daki kötü şöhretli eleştirisi Marriage a-la- Mode: The Toilette’ye atıfta bulunuyor. Aslen bir tiyatro sahne tasarımcısı olarak eğitim almış olan Himid, burada Hogarth’ın dikenli ironisini yeniden tasarlayarak, 1980’lerin sanat dünyasının ırkçılığı ve cinsiyetçiliği ile zamanın gergin siyaseti üzerine kendi yorumunu sergiliyor. Tarihsel bir ıslah eylemi olarak tanımladığı çalışmasında yer alan iki boyutlu figürleri, ahşap, plastic eldiven, hasır sepet, kağıt peçete, folyo, metal parçaları, karton, buluntu nesneler gibi çoklu materyalleri kullanarak yeniden biçimlendiriyor.
Fuarın izleyici diyaloğu en güçlü işlerinden biri de 2019’da aramızdan ayrılan Carlos Cruz-Diez’in “Environnement Chromointerférent (Paris)” video enstalasyonuydu. Rengin değişken, belirsiz doğasını ortaya çıkaran sürükleyici, katılımcı bir ortam yaratan yerleştirme, Sürekli hareket halinde olan projeksiyonla, hem izleyicileri hem de nesneleri adeta şekil değiştiren şeffaf nesneler haline getiriyor. İzleyiciler, gerçek uzayda ortaya çıkan bu kromatik olayın aktörleri ve yazarları olarak işin bir parçası olmaktan zevk alıyor, görüntülerle, gölgelerle ve nesnelerle oynayarak mekanın oyuncu havasının tadını sonuna kadar çıkarıyor.
Linea Dolca, sanatçının kişisel arşivinden son on yılda çekilmiş 182 fotoğraf ve 12 küçük ölçekli tuvalden oluşuyor. Görüntüler setinin sergilendiği duvar, sanatçının çocukluk anılarından kalan ve esere adını veren bir çikolata markası olan Dolca’yı anımsatacak şekilde, üstü kahverengi altı beyaz olarak iki bölüme ayrılmış ve bir çizgi halinde düzenlenmiş. Juan Uslé işinde, gerçeklikle kurgu, fotoğrafla resim arasındaki mesafeyi daraltırken, bizi daha yakından bakmaya ve bakışlarımızı yeniden yönlendirmeye davet ediyor.
Richard Avedon’un Amerika’nın Batısında serisi 79-84 yılları arasında çektiği etkileyici portrelerin dev basımlarından oluşuyor. Art Basel 2023’te sergilenen bu 10 benzersiz portre, 1985’te Fort Worth’teki Amon Carter Müzesi tarafından bastırılmış orijinal baskılar. Avedon diziyi oluşturmak için on yıl boyunca Amerika’nın batı eyaletlerini dolaşarak, binden fazla insanı günlük yaşamını sürdürürken fotoğraflıyor. Çekilen yüzlerce fotoğraftan 125 tanesini orijinal fotoğraf olarak seçiyor. Sergide bu anıtsal ölçekteki portrelerden 10 tanesi yer alıyor. Amerika’nın batısını manzara görüntülerinden kaçınarak, insanların yüzleri aracılığıyla sunmayı isteyen sanatçı, izleyenin içine işleyen bakışlarla pastoral bir Batı Amerika portesi yaratıyor.
Soy, ırk, kolektif hafıza konularına odaklanan duvar yerleştirmesi, güneşin hareketine dayalı olarak insan yaşamının dört aşamasını betimleyen, geleneksel bir dua sembolü olan Kongo kozmogramından esinlenerek düzenlenmiş tren raylarını içeriyor. Yerleştirmedeki izler aynı zamanda bir pusulanın dört yönünü yansıtan bir kavşağı çağrıştırıyor. Bailey bir demiryolu işçisinin oğlu, bu nedenle rayları hem kişisel geçmişine hem de küresel diasporaya katkıda bulunan zorunlu göçlerin yarattığı nesillere atıfta bulunmak için kullanıyor. Sanatçı yerleştirmesinde, buluntu nesneler ve görüntüler aracılığıyla ortak geçmişimizi keşfedip, iç içe geçirerek gökyüzünde bize yol gösteren kuzey yıldızını yaratıyor.
Japonya Kanagawa doğumlu Tsukuda işlerinde, gerçeklik ve hayal gücünün, doğanın, insanın ve mimarinin çalkantılı fütüristtik senaryolarda bir arada var olduğu dinamik alanlar yaratıyor. Wiliam Golding’in 1984 tarihli aynı adlı kült romanından ve yine aynı adla yapılan Brooks’un film uyarlamasından esinlenen Sineklerin Tanrısı enstalasyonu, sanatçının bilimkurgu filmleri, video oyunları, animasyonlar, müzik ve manga estetiğiyle şekillendirdiği, diğer dünyalara ait evrenleri keşfetmesinin devamı niteliğindedir. Büyük silahlı bir sayborg- böcekoid yerleştirmede, moloz kayalar ve tahrip olmuş mimari öğelerden oluşan, kararmış bir güneşin gölgesinde kalan bir ortama hükmediyor. Tsukuda, sözde uygarlıktan vahşete doğru erimeyi betimleyen yürek burkan öyküsüyle, içinde bulunduğumuz çağın sonu bilinmeyen, akıldan çıkmayan bir alegorisini yaratıyor.
Yıpratıcı bir coğrafyanın zorluklarını iliklerine kadar duyumsayan bir sanatçı olarak, Basel’de bir kaç gün gerçekten nefes alabildiğimi hissettim. Farklı coğrafyalarda doğmuş sanatçıların gözünden dünyayı görebilmek, onların öykülerini dinlemek, başka başka sorunların ve duyarlılıkların izlerini takip etmek, coğrafyanın ve geçmişin izlerinin sanatçıların işlerini nasıl etkilediğini anlamak, günlük yaşamı farklı bir akış içinde izleyebilmek güzeldi. Basel’den görüntüleri, kokuları, tatları, sesleri ve ışığı içime çekerek, bir gün bu fuarda sanatçı olarak işlerimi gösterebilmenin hayalini kurarak aklımda deli fikirlerle dönüyorum.
Art Basel 2023 sergileri ve katılımcıları ile ilgili çok daha fazlası için internet adresini ziyaret edebilirsiniz.