Geleneğin Reddi: Osmanlılar ile Sanatta Yeni Üsluplar

Klasiğine Doğru Osmanlı Sanatı

Hiçbir sanat türü yoktur ki, sırtındaki çuvalı dolu olmasın. Osmanlı’nın sanatını ve inceliğini Sinan’ın dehasından yola çıkarak öğrenme gayretiyle, işi biraz da efsaneleştirerek anlamlandırmaya çalışıyoruz. Fakat Osmanlılar, geçmişinden klasiğine ulaşana kadar çok fazla şey deneyimledi. Osmanlı’nın söylencelere konu olan sanatına baktığımızda sırtındaki çuvalının fazlasıyla yüklü olduğunu söyleyebiliriz. Bu yazıda İmparatorluk yolunda emekleyen bir beyliğin görkemli ve bir o kadar mütevazi sanatını inceleyeceğiz.

Osmanlı mimarlığı ve sanatını klasik çağa hazırlayan bir geçiş dönemi olarak adlandırabileceğimiz Erken Osmanlı Dönemi, aynı zamanda Osmanlı mimari ve sanat kimliğinin ilk nüvelerini gördüğümüz bir döneme karşılık gelmektedir. Başlarda Osmanlı ve diğer Batı Anadolu Beylikleri arasında sanat anlayışı oldukça benzerlik gösterirken, Balkanlar ile ilişkilerin gelişmesi ve bunu takiben Yıldırım Bayezid ile imparatorluk kimliğinin mimaride kendini göstermeye başlaması, Osmanlı mimarlığında yeni bir döneme girildiğini hissettirmeye başlamıştır.

İstanbul’un fethine kadar giden süreçte, Bursa ve Edirne kentleri önemli merkezler olarak karşımıza çıkar. Bu kentler Osmanlı Devleti’nin imparatorluk sürecinde ekonomik, sosyal ve dini örgütlenmelerin bir tezahürüdür. Fetih sonrası önemini kaybetmiş gibi görünen bu kentler, gelişme aşamasındaki Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş mantalitesini ve onun ardındaki sosyolojik ortamı yorumlayabilmek adına önemli unsurlar ortaya koyar. Bu devir eserleri, Osmanlı klasiğini temsil eden Sinan eserlerini ve gücünün doruğuna ulaşmış bir imparatorluğun ilk nosyonlarını görmemizi sağlayan bir sahadır. 

Cem Sultan Türbesi
Cem Sultan Türbesi

SANAT TARİHİ SERİSİ
BÖLÜM 3
Geleneğin Reddi: Osmanlılar ile Sanatta Yeni Üsluplar

Kolonizatör Dervişler

Kentlerin mimari dokusunu bir bütün olarak ele almaya çalışmak, günümüz şartlarında oldukça zor bir eylem. Özellikle Anadolu’da Türk kent dokusu ile ilgili bilgi birikimi yok denecek kadar azdır. Selçuklu kentleri hakkında bilgi kıtlığı, Osmanlı kentleri ile arasında köprü kurmamıza engel olan en önemli sorunsallardan birisidir. Doğan Kuban’a göre, bir Osmanlı kentinin gelişimi yeni mahalleler ve o mahallelere cami, mescit gibi yapı gruplarının inşası ile gerçekleşiyordu.  Anlaşılacağı üzere camiler bir Osmanlı kentinin sosyal ağını oluşturan önemli yapı türlerinden birisidir. Bu ağı oluşturan camilerin, kolonizatör dervişler aracılığıyla yeni bir kent panoraması oluşturduğunu ifade etmek gerekir. Roma ve Bizans kentleşmesinin kale içinde gelişim gösterdiğini görürken, bu kentlerin Osmanlı fethi ile kale dışına taştığını söyleyebiliriz. Bu dönem yapılarını belli bir stil üzerinden incelememiz mümkün değildir. Mimari süreç; İznik’teki ilk örnek Hacı Özbek Cami gibi tek kubbeli kübik yapılardan, Muradiye Cami ve Bursa’daki zaviyeli Yeşil Cami örneklerinden Edirne’de Üç Şerefeli Camii ile döneminin doruğuna ulaşmıştır.

Üslup Kopuşu

Osmanlı Beyliği, eserlerindeki stil değişikliği ile diğer beyliklerden sıyrılarak ayrı bir araştırma sahası sunmaktadır. Asyatik Selçuklu etkileri yok oluyor, klasik Selçuklu palmet-rumi kombinasyonu yerini stilize çiçeklere bırakıyor. Mimaride ise kübik-kubbeli camilerle, bu döneme özgü ters t planlı yapılar dikkat çekerken, camilere son cemaat yeri ekleniyor. Mimariye bağlı gelişim gösteren el sanatları içerisinde en önemli grubu oluşturan çinilerde ise, Selçuklu Çağı tek renk sırlı ve renkli sırlı çinilerinden uygulanan motifler ve renk kullanımıyla ayrılarak yeni bir üslup oluşturmakta. Özellikle renkli sır tekniği ile yapılan çiniler, Erken Osmanlı Devri çiniciliğinin karakteristik bir özelliğidir.

Muradiye Külliyesi’nde yer alan Cem Sultan Türbesi kadar mütevazi bir yapının içerisinde, izleyiciyi bu denli çarpabilecek çok az örnek vardır. Cem Sultan Türbesi, Muradiye Külliyesi’nde yer alan pek çok türbeden birisidir. Adını Fatih Sultan Mehmed’in oğlu Cem Sultan’ın mezarının da orada olmasından almaktadır. Türbenin iç beden duvarları yarısına kadar tek renk sırlı çini ile kaplıyken, çinilerin bittiği yerde şahane kalemişleri ile sanatçı adeta konuşmuştur. Kalemişlerinin griftliği, kıvrık dal ve çiçek motiflerinin karmaşıklığı içerisinde muhteşem bir görünüme sahiptir. Renk kullanımındaki çarpıcılık ile de Selçuklu örneklerinden ayrılırlar.

Geleneğin Reddi: Osmanlılar ile Sanatta Yeni Üsluplar
Bursa Ulu Camii, İç Mekan – 1901
Hallwyl Museum, Public domain, via Wikimedia Commons

Emperyal Kimliğe Doğru

Osmanlı tarihinde Yıldırım Bayezid ismi akıllara Timur İstilası’nı ve Osmanlı’nın iç karışıklığını akıllara getirir. Sanat tarihi tarafında ise emperyal kimliğin yaratılmaya başlandığı ilk adımları. Bu başlangıç her ne kadar kesintiye uğrayacak olsa bile, en önemli maddi varlığını sunmuştur: Bursa Ulu Camii. Küçük kubbeler ve ayaklarla inşa edilmiş olan Bursa Ulu Cami’yi Selçuklu örneklerinden ayıran en önemli özelliği taşıyıcı ve örtü sistemindeki yeniliktir. Taşıyıcı sistemde ahşap sütunlar yerine ayaklar, örtü sisteminde ise ahşap çatkı yerine kubbeler kullanılmıştır. Toplam dokuz ayak üzerine yirmi adet kubbenin oturtulmasıyla ihtişamlı bir dönüm noktasını ihtiva etmektedir. Ahşap sanatındaki değişimim ilk örneği de Anadolu’nun en büyük ahşap minberine sahip olan Bursa Ulu Cami minberinde görüyoruz. İlk bakışta Ortaçağ geleneğinden kopuşun başladığını, minber aynalıklarındaki kıvrımsallığın artmış olduğunu ve parçalarda küçülmelerin başladığını gözlemleyebiliriz. Bunlarla birlikte Bursa Ulu Cami, çevresindeki hanlar ve bedestenlerle kentte dinamik bir alan oluşturmaktadır. Bu anıtsal yapı bir cam fanusun içerisinde değil, kentin ekonomik ve sosyal hayatının göbeğinde yaşayan bir merkez olmuştur.

Geleneğin Reddi: Osmanlılar ile Sanatta Yeni Üsluplar
Bernard Gagnon, CC BY-SA 3.0 https://creativecommons.org/licenses/by-sa/3.0, via Wikimedia Commons

Sanatın Koruyucusu

Üslup değişikliğinin en güzel örneğini Bursa Yeşil Külliye yapılarında görürüz. Külliye içerisinde yer alan Yeşil Türbe tüm dış beden duvarlarını saran tek renk sırlı çinileri ile ziyaretçiyi sarsar. Bu teknik hali hazırda bilinmesine rağmen, uygulanış biçimiyle şaşırtıcıdır. Türbeye kuzeydeki dış yüzünden taşan bir taçkapı ile girilir. Taçkapının her iki yanında renkli sır tekniği ile yapılmış çini mihrapçeler bulunmaktadır. Taçkapıyı renkli sır tekniği ile yapılmış çiniden dilimli bir yarım kubbe şeklindeki tonoz, bu kubbenin oturduğu çini mukarnaslar ve çini kitabesi zenginleştirmektedir. Taçkapı üzerindeki çini kitabede ise nesih harflerle “Şehit Sultan Beyazıd’ın oğlu Sultan Mehmed’in türbesidir. 824 senesi vefat etmiştir.” yazar. Çelebi Mehmed’e devleti yok olmaktan kurtarmış olması ve gerçekleştirdiği yoğun imar ve buna bağlı olarak sanat faaliyetlerinden ötürü “İkinci Kurucu” ve “Sanatın Koruyucusu” lakapları verilmiştir. Yeşil Külliye yapılarıyla, Timur İstilası’ndan sonra yıkılmasına ramak kalmış Osmanlı iktidarının Çelebi Mehmed sayesinde yeniden yükselişini simgelemektedir.

Edirne Üç Şerefeli Camii Salt Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi
Edirne Üç Şerefeli Camii Salt Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi

Osmanlı Klasiğine Geçişin Anahtarı

Osmanlı mimarlığının dönüm noktası olan Üç Şerefeli Camii ile gelinen yer, yeni bir dönemin habercisidir. Hem mimarisi hem de ona bağlı gelişen el sanatlarındaki değişiklikler ile oldukça önemli bir örneği teşkil eder. Sinan’ın camilerinin temel prensibini de burada görürüz. Bu eserin II. Murat döneminde başkent Edirne’de inşası, şehrin siyasi önemini de gözler önüne serer. Caminin planına baktığımızda son cemaat yerinin, harime göre küçük bırakıldığı görülmektedir. Ekrem Hakkı Ayverdi’ye göre bu yanlış bir tespit olmakla birlikte sonradan son cemaat yerinin, caminin ana kısmından büyük tutulmasının doğru olmadığı düşünülerek kıble duvarına bitişik revak kemeri yükseltilerek bu sorun ortadan kaldırılmıştır. Son cemaat bölümünde kubbe, çapraz tonoz ve tavanlı tonoz kullanılmıştır. Avlu revaklarının on beş kubbesi, özgün kalemişleri ve kemerlerin düzenlenmesi ile büyüleyici bir mimari deneyim yaratmaktadır. Caminin üç tarafında Selçuklu geleneklerini anımsatan portaller açılmıştır. Ahşap kapı süslemeleri, özgün kalemişleri ve çinileri, Osmanlı mimarisinde el sanatlarının gelişimine güzel örnekler sunar.

İklim Demir Tantoğlu, 2016 yılında Ankara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun olduktan sonra Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’ndan Araştırmacı Gazetecilik Bursu aldı. Araştırmacı Gazetecilik Bursu kapsamında hazırladığı “Türkiye’de Tarihi Eser Kaçakçılığı ve Definecilik” başlıklı bitirme projesinin ardından Kültür Haberciliği alanına yöneldi. Bu sebeple 2019 yılında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Sanat Tarihi eğitimine başlayarak, basılı ve dijital medyada yazarlık yapmaya başladı. Günümüzde Kültür Haberciliği alanında çalışmalarına devam etmektedir.