“Bizler bulunduğumuz doğadan ayrılarak, yarım bir hayat yaşadık, kaybolduk. Şimdi yerle göğün, yeşille denizin birleştiği yerde yeniden varız. Bizi köklerimize çağıran sesi, sizde duyuyor musunuz?”
Bu açık davetle, dünyanın pek çok yerinden yazarlara, düşünürlere, performans sanatçılarına, bağımsız sanatçı ve araştırmacılara ulaşmayı, birlikte düşünüp paylaşabilecekleri, birlikte var olabilecekleri bir alan yaratmayı hedefleyen SİS, Ordu’nun ilk çağdaş sanatçı programı olarak Perşembe’de doğa ve kültürü odağına alan bir deneyim alanı yaratıyor.
“SİS Art Residancy” kurucuları, Alper Aydın ve Deniz Toprak’la kendi hikayelerini ve SİS’in ortaya çıkış hikayesini, Karadeniz coğrafyası ve insanıyla kurduğu bağları konuştuk.
SİS nasıl kuruldu öncelikle bunu öğrenmek isterim, hikayesi nasıl başladı ?
Alper Aydın: Pandeminin başlaması ile birlikte yeni taşınmış olduğum İstanbul da evde 20 gün geçirince ışığın ve boşluğun olmadığı bir yaşama katlanamayacağımı fark ettim ve apar topar 13 yaşımda ayrıldığım kasaba olan Yason, Perşembe ye taşındım. Bu süreçte aynı jenerasyondan başka insanlarda Perşembe’ye taşınmıştı ve onlardan biri de Denizdi. Geçmişte bir inisiyatif deneyimim olmuştu ve Çelenk Bafra’nın önerisi ile birlikte Ordu’da aynı bakış açısıyla, kolektif bir yapı da oluşturulamaz mı? diye düşünmeye başladım ama kendi alanımda yalnız bir görsel sanatçıydım. Deniz ile tanıştığımda her ne kadar farklı alanlarda ilerliyor olsak ta, aslında aynı enerji ve frekansa sahip olduğumuzu fark ettik ve bunun sonunda yaptığımız birkaç etkinlik ve uygun koşulların olmasıyla SİS konuk sanatçı programını kurmaya karar verdik. Bu arada şunu söylemek isterim ki SİS isminin fikir babası Uğurcan Ataoğlu’dur. Bu gün Taş başı sanat alanı olarak bilinen yerin isim önerilerinden biriydi SİS ama seçilmeyince bu isimin grubumuz için çok uygun olacağını fark ettik.
Deniz Toprak: Ordu’ya ilk geldiğimde, Alper ile tanıştığım günden itibaren hep sıkı bir diyalogda olduk ve yaptığımız işlerde hep bir besleme ve beslenme alanları araştırdık. Alper, 2021 yazında ilk kez bizimle Perşembe’de bir fındık bahçesinin ortasında Ordu’da yaşayan gençlere ve sanatlı ilgili dostlarımıza Ekolojik Sanat sunumu yaptı ve kendinden bahsetti. O günden sonra hep bu coğrafyada sanat ile ilgili ne yapabiliriz onun üzerine konuşur olduk.
Bu inisiyatif kimlerden oluşuyor? Mutlaka pek çok kişi tarafından biliniyorsunuz fakat yeni tanışacaklar için sizi tanıyabilir miyiz? Günlük hayatınızdaki uğraşlarınız neler?
Alper Aydın: Bu inisiyatif bizzat görsel sanatların içerisinde olmayan ama çok farklı perspektiflerden sanatla iletişim içinde olan insanlardan oluşmakta. Deniz profesyonel olarak sörf üzerine eğilmekte ve bu konuda eğitim vermekte. Atanur ise yazar ve şair, yazdıkları ile yaşadığımız coğrafyayı bambaşka bir bakış açısı ile algılamamızı sağlıyor. Ben Orduda doğdum ve eğitimim için Ordudan çok genç yaşta ayrılmak zorunda kaldım. Bedenim her ne kadar Türkiye’nin ve dünyanın farklı yerlerinde olsa da zihnim daima Ordu, Yason burnunda oldu. Ve görsel sanatlar üzerine üretim yaptığım birçok sanat pratiğinden çalışmamı genellikle bu coğrafyayı referans alarak gerçekleştirdim. Ve aynı şekilde buradan üretim yapmaya devam ediyorum. Yason Burnu’na bakan yaklaşık 5 dönümlük bir arsamız var ve bu arsa üzerinde denemeler yapıyorum. Babaannemin vefat ettikten sonra atıl durumda olan evini heykel atölyesi olarak kullanıyor, bu coğrafyanın sahillerinde bulduğum materyalleri ya yerinde ya da yerinden alarak ya da yerini değiştirerek yeni çalışmalara dönüştürüyorum.
Deniz Toprak: Ben sörf üzerine çalışıyorum. Sri Lanka ve Ordu’da sörf okullarım ve otelim var. İnsanların bir araya gelip beslenmelerini sağlamak ve hayal kurmalarını izlemek benim en büyük tutkum. Hem Sri Lanka’da hem Ordu’da bugün bizi ziyaret edenlerin hayatlarına dair karar aldıklarını görmek gerçekten çok heyecanlı. Bugün en büyük amacımız Perşembe’de sörf ile gerçekleştirdiğimiz bu hayal neden Karadeniz’de her yerde gerçek olmasın.
Geçmişlerinizde kendi coğrafyanızla kurduğunuz bağ nasıldı ? Sizin hikayelerinizin bu oluşuma katkısı nasıl oldu?
Alper Aydın: Ben Ordu’da doğup büyüdüm. Evimizin önünde bir yarım ada olan Yason uzanıyor arkada ise dağlar ve ormanlar var. Böyle bir yerde doğup büyüyünce insan kendini doğa üzerinden dünyaya daha yakın hissediyor. Buradan ayrıldığımda aslında o hep yakınlığı aradım gittiğim her yerde. Ve doğanın olduğu muhafaza edildiği her yer evim oldu. SİS’i kurmaktaki en büyük amacımızda bu. Ordu’da ki doğa üzerinden dünyaya ait olduğumuzu gelen konuklara ve izleyicilere anlatmak. Bu yüzden bizim bir atölyemiz yok. Bütün coğrafyayı atölye olarak konuklara sunuyoruz. Gelen sanatçıların birçoğu pratiklerini bir kenara bırakıp bu doğal aidiyet üzerinden yeni çalışmalar gerçekleştiriyorlar.
Deniz Toprak: Ben İstanbul’da doğup büyüdüm. Yaz aylarında babaannemi ziyarete köye giderdik. Bir gün Ordu’ya yerleşeceğimi her halde hiç düşünmezdim. İnsan kendi önünde olan güzelliği bazen fark etmiyor. 2017’de Sri Lanka’da projemize başladıktan iki sene sonra Ordu’ya tekrar ziyarete gittim. Uzun bir ara olmuştu benim için. Bu sefer bambaşka bir gözle görmemi sağladı. Dağların denize uzandığı, dalgaların şahane olduğu müthiş sessiz huzurlu bir yer burası. Tek eksiği gençleri bu kasabada tutacak bir tutku, bir paylaşım alanı, bir hikâye gibi geldi.
Ordu’nun ilk sanatçı konuk programı olması açısından oldukça heyecan verici bu oluşumla ilgili nasıl projeler planlıyorsunuz? Sosyal medyadan takip ettiğimiz kadarıyla oldukça hareketli bir konuk sanatçı akışınız var gibi görünüyor.
Alper Aydın: Bizler bu programı Ordunun coğrafi özelliklerini ve mevsimleri kendimize referans alarak tasarladık. Bu bağlamda SİS’i Yaz aylarında 20 şer günlük dört edisyon olarak yapacağız. Geçtiğimiz yaz 2 edisyon gerçekleştirdik ve toplamda 7 sanatçıyı Pembe hanım konağında ağırladık. Bu süreç bizim için çok eğitici ve öğretici oldu. SİS’e gelen bazı sanatçılar ilk konuk sanatçı programı deneyimini yaşadılar. Bu sistemi sürdürülebilir kılmakla birlikte ileride alacağımız desteklerle yaşadığımız bu yeri bir açık hava müzesine dönüştürmek istiyoruz. Ayrıca Deniz ile olan diyaloğumuzu kendi ülkemizin sınırları dışına taşıyarak Karadeniz’in çevresinde bulunan diğer ülkelerin sanatçılarını da SİS’e davet edip, Karadeniz’i nasıl algıladıkları üzerine konuşup projeler yapmak istiyoruz.
Deniz Toprak: Alper ile Ordu’nun üretime ne kadar uygun olduğunu, burasının bir ilham alanına dönüşebileceğini hep konuşuyorduk. Konuk sanatçılarımızdan da aynı yorumları almak, kendilerini sıkışık noktada hisseden bazı sanatçılarımızın burada onu kırıp üretimlerine devam etmeleri, coğrafyanın da etkisiyle hiç akıllarına gelmeyecek kendilerinden beklenmedik farklı yaklaşımlarla eserler üretmeleri bizi de çok heyecanlandırdı. Önümüzdeki dönemde nasıl daha farklı sanatçıları bir araya getirebiliriz ve programa katılan sanatçıları nasıl daha fazla destek olabiliriz onu araştırıyor olacağız. Tabi bu programın şehir üzerinde de doğrudan bir etkisi var. Ordu’nun bir üretim ve ilham durağı olması için şehrin farklı noktalarında gerçekleştirmek istediğimiz etkinlikler var.
Yerli ve yabancı sanatçılar SİS’te nasıl deneyimler yaşıyor ya da deneyimleri ile ilgili size nasıl aktarımlarda bulunuyorlar?
Alper Aydın: Gelen her sanatçıya portfolyo sunumları yaptırıyoruz bizler onların sanat pratiklerini daha iyi kavramaya çalışırken aynı zamanda diğer sanatçılar ile de bağlarının derinleşmesini sağlıyoruz. Sanatçıları tanıdıktan sonra zihnimizde oluşan fikirler ile onların bu coğrafya da neresi ya da neler ile daha çok ilgileneceğini düşünüp onlara önerilerde bulunuyoruz. Ve bir takım deneyimler yaşamalarını sağlamaya çabalıyoruz. Bu zamana kadar gelen sanatçılardan aldığımız geri dönütlere göre. Hayatlarında SİS’i bir durak ve bir nefes alanı olarak tanımlıyorlar. SİS’in önemli özelliklerinden biri de bildiğimiz sanat ekollerinden, müzelerden, galerilerinden ve sanat yapılarından uzakta olması. Aslında bu durum buraya gelen sanatçının varlığını da biraz tekinsiz kılıyor. Bu tekinsizlik ise sanatçının sanatın da ve hayatın da nerede olduğunu gözlemleyebileceği güzel bir nokta burası.
Deniz Toprak: Pembe hanım konağı, Perşembe’de konuk sanatçılarımızın kaldıkları yerin ismi. Deneyim zaten burada başlıyor. Burası Pembe Hanım adında çok kıymetli bir büyüğümüzün ahşap iki katlı evi. Konak eski yıllardan beri Perşembe’deki bir dinlenme, sohbet etme, soluklanma yeriymiş. Sanatçılarımız da tam olarak bunu yapıyorlar. Komşulukla birlikte gelen yaşlı insanların bilgeliği, zaman algısı konuk sanatçılarımızı da pek çok konuda düşünmeye itiyor. Burada herkesin durup sohbet etmeye, seni dinlemeye zamanı var. Bir çeşit açık hava hikaye anlatımı müzesi gibi düşünebilirsiniz.
Bir diğer önemli deneyim deniz. Karadeniz çok hikayesi olan bir deniz. Ayrılığın da kavuşmanın da sevginin de korkunun da bir olduğu bir deniz. Bu denizde tüm sanatçılarımız sörf yapmayı deneyimliyorlar. Deniz ve dalgalarla daha önce kurmadıkları bir ilişkiyi gözlemliyorlar. Daha önce hiç denize girmemiş bir sanatçımıza sörf yaptırdık örneğin.
Perşembe’de bir sürpriz daha var. O da buranın mitolojik tarihi. Orada da Alper devreye giriyor. Kıyı şeridinde kayıp bir şehrin üzerinde yürüyerek deniz altında kalmış eski yapıları, gelenekleri gözlemliyoruz. Binlerce yıllık bir miras; doğayla ilişkileri ve pratiklerini anlamaya çalışıyoruz.
Türkiye’de doğa ve tarih konusundaki tahrip edici ve yıkıcı politikaları düşündüğümüzde iklim değişimi konusunda yeterince bilinçli bir toplum yapısı olduğunu düşünüyor musunuz?
Alper Aydın: Dünyanın her yerinde var olan genel tahrip edici durum ne yazık ki burada da var. Tam olarak SİS’i yaptığımız yerde biz bununla karşılaşmasakta, sel ya da fırtına olduğunda durumun sonucu ile karşılaşacağımız ilk yer burası, çevre illerden ve hatta diğer ülkelerden denize atılan çöpler, petrol atıkları hayvan ölüleri ve seller sonucunda toprağından kopup gelen doğal bitki örtüsü, ağaçlar Ordu sahillerine gelmekte. Bu da haliyle hem görsel hem de çevresel anlamda çok ciddi bir tehlike oluşturuyor. Ordu şehri her ne kadar 1994 te sahilini korumuş ve arazisine yol yaptırmamış bir şehir olsa da her zaman sahip olduğu doğal yaşamı muhafaza etmek zorunda kaldı. Özellikle pandemiden sonra çok ciddi bir nüfus akımı oldu Orduya ve bir anda birçok yere tasarımı berbat ve alt yapısı olmayan evler yapıldı. Ve hızla yapılmaya devam ediyor. Bu yapıların yapılmasına engel olamayacağımızı biliyoruz ama yapılırken bazı etmenler konusunda ortak bir bilinç oluşturmalıyız. Bir kent estetiği kurulu ile doğaya saygılı, gözümüze ve ruhumuza iyi gelen, sürdürülebilir yapılar inşa ederek doğa ve insan arasındaki iletişimi iyi bir biçimde sağlayabileceğimizi düşünüyorum. Şu an maalesef böyle bir bilinç yok. Ama ortak kolektif düşünce ile el ele verip bu durumu restore edebileceğimizi düşünüyorum. SİS’in bir nokta da genel amaçlarından biri de bu. Yaşadığımız şehre yüksek bilince sahip, görsel sanatçıları, yazarları, müzisyenler ve özellikle mimarları davet ederek. Bu şehri, doğayı başka bir gözle algılayıp, okumak ve öneriler getirerek harekete geçmek.
Deniz Toprak: Karadeniz, insanın hem tarih hem doğa konusunda ne kadar tahrip edici olabileceğinin en güzel örneği. Ordu’da olduğumuz için çok şanslıyız burada sahili doldurarak yapılmış bir otoyol yok. Ne yazık ki Ordu’dan sonraki şehirlerde, kentin ve insanın denize erişimini yok etmiş, bir insan müdahalesiyle karşı karşıyayız. Mono kültür(çay ve fındık) tarım politikaları yüzünden her sene oluşan toprak kaymaları, felaketler ve denizin tekrar bu sebepten kirlenmesi… Doğa ama her fırsatta bu bilinçsiz müdahalelerin sonuçlarını insana hatırlatıyor.
Var olan doğal varlıkları koruma ve iklim değişimi konusuna farkındalık sahibi olabilmek için sizin önerileriniz nelerdir?
Alper Aydın: Üzerinde yaşadığımız gezegene baktığımızda her şeyin bir zamanının olduğunu görüyoruz: Mevsimlerin, güneşin, karın, meyvelerin, sebzelerin. Deniz ile ilk tanıştığımızdan bu yana çiftçi olmak metaforu üzerine konuşuyoruz (hayatımızın çiftçisi). Bunu biraz açmak isterim. Bir çiftçinin yaşam pratiğine baktığımızda ekinleri ekerken önce doğru zamanı bekliyor. O belgede yetişecek doğru tohum tipini seçip, özenle ekinlerini ekip, yetiştiriyor. Yağmur yağdığı zaman mutlu oluyor, fırtına olduğu zaman ekinleri hakkında endişe duyuyor. Ve ekinler tam olgunlaştığı zaman da onlara hasat ediyor. Bizler eğer bu dünyada insanoğlu olarak var olmaya devam etmek istiyorsak bu dünyanın biyolojik bir parçası olduğumuzu bilmeliyiz. Ve bir çiftçinin hassasiyeti ile hayatımıza bu gezegene nazik davranmalıyız. Bu bakış açısı ile hareket ettiğimizde doğadaki her şeyin geçiciliğini ve dönüşümünü görüp, sanki hiç yok olmayacakmışız gibi, şehirler inşa etmenin ve yaşamanın nasıl büyük bir ego olduğunu kavrayacağız. İklim değişimini engellemek istiyorsak öncelikle bireysel olarak bu dünyanın bir parçası olduğumuzun farkına varmalıyız ve kolektif olarak ta değişim için bizzat harekete geçmeliyiz. Sis, sanatsal bir perspektifte bu durumun bir parçası, burada yarattığımız ve yaratacağımız farkındalıklarla yaşadığımız bu yerin doğasını olduğunu gibi muhafaza edeceğimize inanıyoruz.
Deniz Toprak: Bir şeyleri koruma, sahiplenme bilincinin yukarıdan veya dışarıdan bir öğreti yoluyla kalıcı olacağına inanmıyorum. Bu politikalarla, yürüyüşlerle, direnişlerle veya alternatif aramalarla olacak bir şey değil. Günümüzdeki sistem sana bir problem yaratıyor sonra onu çözmeye çalışan yeni bir ekonomik tüketim düzeni kuruyor. Sen kendini çözümün içinde sanıyorsun ama aslında bir sonraki problemin kaynağısın.
Ben çok pratik düşünen bir insanım. Eğer sen gündelik hayatına, pratiğine doğayı, denizi dahil etmezsen orası “The World” olmaya devam ediyor. Ne zaman ki sen gündelik hayatına, pratiğine denizi ve doğayı dahil ettin o zaman “My World” oluyor. Biz o yüzden bugün sörf konusunda bu kadar ısrarcıyız, çünkü Karadeniz ile Karadenizli arasında yeni bir diyaloğun başlangıcı olabilir. Burada yetişen çocuklar denizi gündelik hayatlarında kullanmaya başladıklarında bu denizi kendi evleri gibi görmeye başlarlar ve hikaye orada değişir işte. Alper de bunu sanat alanında yapıyor. Biz aslında sörf ve sanat ile insanların doğayla tekrar iletişim kurmasını, heyecan ve merak duymasını sağlıyoruz. Bu bağ bir kere kuruldu mu o zaman koruma ve sahip çıkma zaten içgüdüsel oluyor.
SiS Çağdaş Sanatçı Programı’yla ilgili ayrıntılı bilgi alabilmek için https://www.sisresidency.art/ ve SİS instagram hesapları takip edilebilir.
Alper Aydın – SİS Eş Kurucusu
1989’da Ordu’da doğan sanatçı, Ankara Gazi Üniversitesi Resim Öğretmenliği Heykel ana sanat dalından mezun oldu. 2010 yılında Erasmus programıyla İtalya’da heykel, video ve performans üzerine eğitim aldı. “Türkiye’de Yeryüzü Sanatı” başlıklı teziyle Gazi Üniversitesi’ndeki yüksek lisans eğitiminin ardından 2019 yılında Hacettepe Üniversitesi Heykel Bölümü’nde doktorasını tamamladı. Çalışmalarında içinde bulunduğu çevrenin fiziki koşulları ve doğanın kendine has akışını araştıran sanatçı araziye müdahalelerde bulunuyor ve geçici izler bırakıyor.
Katıldığı sergiler arasında “Yok Olmadan” İstanbul Modern (2016); “İyi Bir Komşu”, 15. İstanbul Bienali (2017); “Dünyadan Çıkış Yolları”, Cappadox Çağdaş Sanat Sergileri (2017); “Günün Sonunda” OMM (2020) yer alıyor. Daha önce Paris’teki Cité des Arts’ın üç aylık misafir sanatçı programına katılan Aydın, SAHA Studio kapsamında 6 ay İstanbul da üretimde bulunmuş, 2021 Ocak ayı İtibari ile 6 ay süresince Berlin, ZK/U Konuk sanatçı programı için üretim yapmıştır.
Deniz Toprak – SİS Eş Kurucusu
Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği’nden mezun olup bir sürü uluslararası şirkette kurumsal roller denedi ama gönlü hep dalgalarda, denizde ve doğanın yanındaydı. Dünyanın farklı yerlerini gezip keşif yaptıktan sonra 2017 yılında ilk Mellow tecrübesi Sri Lanka’nın güneyinde bir hostel olarak kuruldu. Mellow Hostel Sri Lanka hala bir sörf okulu, bir cafe/bar ve hostel olarak hayatına devam ediyor ve Deniz de kış aylarının çoğunu orada geçiriyor.
Deniz Sri Lanka’dan öğrendiklerini ailesinin olduğu yerde Ordu’da Perşembe’de hayata geçirmek için Ordu’ya geldi. 2020 yılında Mellow Turkey kuruldu. Bir sörf okulu olarak başlayan bir macera aslında Karadeniz ile Karadenizlinin arasındaki iletişim kopukluğunu giderme misyonu var. Deniz şu an Ordu’da bir hostel, bir konak, bir sörf okulu ve birçok farklı alanda projeyi yönetiyor. Her şeyden önce sörf hala en büyük tutkusu, insanları sörfle ve dalgalarla tanıştırmak ise yaşama sevinci.