Klasikleşmiş bir Broadway esintisi Chicago Müzikali ile ezberleri bozmaya ne dersiniz?
Sıkı sanatseverlerin de bildiği üzere, The Phantom of the Opera’yı saymazsak, gösterim tarihindeki en uzun soluklu bu Amerikan müzikali, ABD’de verilen en prestijli tiyatro ödülü olarak bilinen Tony Ödülü’nü 6 kez kucaklamış, 2 defa Laurence Olivier’i kazanmış ve de En İyi Müzikal Tiyatro Albümü dalında Grammy Ödülü sahibi olmuş. Ayrıca 2002 yılında sinema dünyasındaki uyarlamasıyla En İyi Film Oscarı’nı da heybesine katan şahane bir sahne çalışması diyebiliriz.
Yine de ufak bir zaman yolculuğu yapıp yazıldığı döneme bir göz atalım dilerseniz. 1920’li yıllar.. “Prohibition”, yani Amerika’da içki yasağının olduğu kadar basın ve tüm halkın, “gönül meseleleri” sebebiyle hayal kırıklığına uğramış, aldatılmış veyahut küçük düşürülmüş kadınlar tarafından işlenmiş cinayetleri de sıkı bir şekilde takip ettiği zamanlar. Hikaye tam da bu noktada başlamakta zaten. Metnin yaratıcısı esasen Chicago Tribune için gerçek suçlular ve suçlar üzerine köşe yazıları yazan Maurine Dallas Watkins adlı bir muhabir ve kendisi yakaladığı popülerlikten dolayı cezai hukuk etkisi altında siyasal yozlaşma, basının toplum üzerindeki etkisi ve şöhret gibi konuların merkezde olduğu aynı isimli tiyatro oyununu 1926 senesinde kaleme alır. Bu yozlaşmanın temellendiği yer, tüm kadın mahkümları uzun süren aklama sürecinden geçirip sürekli olarak hepsinin lehine karar veren ve de tamamen erkeklerden oluşan Cook ili jürisidir. Haliyle, “kadınların” veyahut “çekici kadınların” hüküm giyemeyeceği fikri de zamanla baş göstermeye başlar. Bunun günden güne zihinlerde yer etmesinde ise yönlendirilmiş basın aracılığıyla tüm bu kadınlara karşı toplumsal empatiyi en üst düzeye taşıyabilmek ve her birini şöhret unsuru olarak manşetlerde işleyip halkın gözünde büyük bir sempati toplamalarını sağlamak adına “sob-sisters” olarak adlandırılan kadın muhabirlerin de etkisi çok büyüktür. Özellikle bu muhabirlerin, magazin değeri olabilecek isimlerin yaşantılarını yer yer çarpıtıp birçoğunu mağdur göstererek veyahut kahramanlaştırarak halk ve adalet üzerinde sarsılmaz bir güce sahip kişiler olduklarını düşünecek olursak.
Gelelim metinde bahsi geçen ana karakterlere.. Oyun boyunca taban tabana zıt gibi görünse de birbirini tamamlayan, aynı amaç uğruna hayat süren ve izlerken seyirciyi kendine hayran bırakan iki kadın görmekteyiz: İşledikleri cinayetler sebebiyle hüküm giymiş Roxie Hart ve Velma Kelly. Roxie’nin yaratım sürecinin ana kahramanı, 23 yaşında iken sevgilisini öldürmüş Beulah Annan iken Velma’ya hayat veren ise dönemin kabare sanatçısı Belva Gaertner’dır; metnin kilit noktasında yer alan Avukat Billy Flynn için ise 1924’ün bu meşhur davalarında baskın olan bazı avukatlardan esinlenildiğini de ayrıca ekleyelim. Gelin görün ki bizim bu tiyatro oyununu akıllara kazınacak bir müzikal olarak görmemiz ancak 1975 senesini bulur. Sebebi ise; metnin yazarı Watkins’in, ilerleyen zamanlarda Hristiyanlık inancına geliştirmiş olduğu sadakatten dolayı oyununun “uygun olmayan bir yaşam tarzını yücelttiğini” iddia ederek tüm hakları satın alıp bir müzikal yaratmak isteyen En İyi Yönetmen Oscar’ını almış Bob Fosse’a karşı gelmesi. Watkins’in ölümüne kadar devam eden bu sürtüşme, yapımcı Richard Fryer’ın tüm hakları Fosse’a devretmesiyle nihayet son bulur ve yıllarca perde açacak bir müzikal için kollar sıvanır. Parçaları geleneksel vodvil çerçevesinde modelleyen John Kender müziklerini üstlenir, sözler Fred Ebb tarafından yazılır, librettosu ise Ebb ve Fosse iş birliğinde şekillenir. İlk olarak 1975 senesinde 46th Street Theatre’da perdelerini açan bu Broadway esintisi müzikal o kadar beğenilir ki 1977 senesine kadar 936 performansa imza atar. Günümüze kadar da neredeyse her kıtada ve birçok ülkede sayısız kere seyircisiyle buluşur.

Bu sene ise Avrupa Turnesi kapsamında ilk defa İstanbul ve Ankara’da alkış yağmuruna tutulan yönetmen Nigel West yönetimindeki bu nefis gösteriyi anlatmaya devam edecek olursak..
Antik dönem tiyatrolarında “koro” görevini gören anlatıcıları anımsatan bir grup dansçının canlı orkestranın introsu eşliğindeki performansıyla oyunun ilk sahnesi açılırken göz kamaştıran bir koreografi ile hikaye anlatımı devam eder. Sonrasında ise aynı sahneyi paylaştığı kocasının ve kız kardeşinin ihanetiyle yüzleşip ikisini öldüren Velma’yı (Michelle Antrobus) görürüz bir anda ve dans stiliyle akıllara kazınan bu kadın gerek kostümüyle gerekse karakterini tamamlayan Jazz gırtlağıyla dillere pelesenk olan“All That Jazz” parçasını seslendirir. Velma, işlediği cinayetler sebebiyle birazdan tutuklanacak ve de batı bloğundaki “katiller koğuşu’na” gönderilecektir. Oldum olası sahne ışıklarından etkilenen, günün birinde öyle bir hayat sürmeyi hayal ettiği için anne babasını bile ardında bırakıp bu uğurda sevmediği bir adamla evli olan Roxie de (Nadia Boule) yanında başka bir adamla Velma’nın performansını büyük bir hayranlıkla izlemektedir. Birlikte olduğu bu adam tarafından kendisine tutulmayacak sözler verilmiştir. Aldatıldığını anlayan Roxie, Velma’nın yolundan gider ve o da sevgilisini öldürür. Her iki karakterin kaderi, kendileri ile dış dünya arasındaki yegane bağı rüşvet karşılığı sağlayan “Mama” lakaplı gardiyanın ellerindedir artık. Mama, bir menajer edasıyla esaretin ortasında ikisine de kariyer planlaması yapar ve önemsediği tek şey kazandığı paranın miktarı olan Avukat Billy ile anlaşmalarını sağlar. Velma ve Roxie’nin tek gayesi ise basının toplum üzerindeki gücünün farkında olan ve bunu kullanabilen bu avukat aracılığıyla aklanıp gazete manşetlerinde sansasyonel haberlerle yer alarak şöhretlerini perçinlemektir. Şöhret, bağımsızlıktan bile daha önemlidir. İlerleyen sahnede ise ana hikayeye ciddi anlamda hizmet eden ve de filmdekini aratmayacak bir koreografiye sahip “Cell Block Tango” parçası, benzer sebeplerden ötürü hüküm giymiş diğer kadın karakterler tarafından icra edilir.
Bunu, Roxie’nin şöhret tutkusunu ve sahne hayallerini kendi ağzından duyduğumuz; Avukat Billy’nin “yozlaşmış hukuk sistemi” ve “çürümüş habercilik” konularını dile getirdiği sahnelemeler şahane parçalar eşliğinde seyirciye sunulur. Ki kendisi oyunun sonunda adaletin tecelli ettiği düşünülen mahkemenin bir “sahne”, yaptığı mesleğin bir “şov”, savunduğu mahkumların ise Chicago gibi bir yerde sadece “kızgın tavada bir su damlası” olduğunu dile getirecektir. Bu sebepten ötürü hikayenin aynı kalırken başrollerin sürekli değiştiği ve değişeceği seyirciye hem müzikler hem de danslar aracılığıyla anlatılır. Bunun farkına varan Velma ve Roxie ise hatırlanır olmanın sadece iki yolu olduğunu düşünmeye başlar: Basının gözdesi kalabilmek adına her daim “suçlu”; halkın takdirini kazanmak için ise suçunu itiraf edecek kadar “dürüst” rolü yapıp “mağdur” olmak. Kadının varlığını sadece “iyi bir eş olmak” ile tasdikleyen, “annelik” ile de kutsayan bu toplumun normlarına uygun yaşıyormuş gibi görünmek ise ikincisi için yegane çözümdür. Buna rağmen aynı halk, dayatılan tüm kalıp ve kimlikleri reddetmesinden ötürü bu değerlerin önünde büyük bir tehdit olarak gördüğü o “aykırı kadına” içten içe bir merak da duymaktadır. Her çağda olduğu gibi toplumun yine riyakarlıktan beslendiğinin farkında olup sadece gücü ve şansı elinde bulunduranın ayakta kaldığı fikrini savunan basın organları ise içi boşaltılmış ve çarpıtılmış haberlerle bu sahtekarlığı bilinçli bir şekilde çoğaltır.
Düzenin işleyişini çok iyi çözen Roxie, savunması yapılmadan hemen önce “hamile olduğu” yalanıyla dikkatleri üzerine daha da çeker. Avukatının tavsiyesi üzerine insanların gözünde baş tacı edilen bu kimlikleri giyinmeye ve bu yolla halkın takdirini kazanmaya karar verir; herkesin bastırdığı arzularına rağmen iki yüzlü bir tutumla merak ettiğini bildiği o “ışıltılı ve aykırı dünyayı” suçlar, aklı karıştığı için kocasına ihanet ettiğini, sahip olduğu eşin ve ailenin değerini geç de olsa fark edip pişman olduğunu, sonrasındaysa ayrılmak istediği sevgilisinin kendisine saldırması üzerine sadece bebeğini korumak için bu cinayeti işlediğini” söyler. Gördüğümüz şey oyun içinde oyundur.. Hayali, sahne ışıkları ve büyük prodüksiyonlar olan Roxie de Velma ve diğerleri gibi daha sahneye çıkmadan kendi oyununu yazıp rolünü kusursuzca oynar. Tahmin edileceği üzere her ikisi de kendileri gibi “sahne insanı” olan Billy’nin yönlendirmeleriyle de en sonunda aklanır. Halkın onayını kazanmalarını sağlayan “normal ve sıradan olma” hali bu kadınlara bağımsızlığı kazandırır, ama işledikleri suçlar sebebiyle konuşulmaya değer başka isimlerin gölgesinde unutulmayı da beraberinde getirir. Merak edilen “günahkar kadınlar” değillerdir artık. Şöhret yolunda ne suçlu olmak ne de yüceltilen değerleri giyinip mağduru oynamak yetmiştir. Tekrardan “şöhret” için başka yollar aranır. Azılı rakip olmalarına rağmen amaçları uğruna her şeyin mübah olduğunu kabul eden Velma ve Roxie, basının ve halkın tekrardan gözdesi olmak için yapılmayanı yapıp manşetleri süsleyecek yeni bir hikayeyi beraber yazmaya karar verirler: O da güçlerini birleştirip aynı sahneyi “iki katil” olarak paylaşarak gösteriler yapmaktır.
Ve Chicago’nun nasıl bir yer olduğunu gösterme zamanı çoktan gelmiştir..
Profesyonellikten ödün vermeyen bu enfes müzikal, dünyaca ünlü oyuncuların hayat verdiği film versiyonuyla her daim kıyaslansa da kabul etmek gerekir ki kamera önünde sayısız tekrarla mükemmele ulaşma lüksüne sahip sinemanın aksine tiyatronun “kısıtlı” doğasında perde açıp onca seyirciyle buluşmak ve koca bir orkestra eşliğinde tüm parçaları canlı bir şekilde icra edip dans etmek hem oldukça zor hem de takdire şayan. Oyunun derdini çok net anlatabilen temiz bir dramaturjiye sahip olması, iki perde boyunca izlekliği sürekli kılan ekip bütünlüğü ve ruhu ise işin cabası. Ve sırf bu yüzden uzun yıllardır perde açmaya devam eden ve onca kıymetli ödülün sahibi bu Broadway esintisi müzikal tartışmasız koca bir alkışı sonuna kadar hak ediyor..