Bu yazıda, sevdiğim bir esere ve onun sunum biçimiyle ilgili tartışmalara değinmek istiyorum. Çünkü bu tartışmalar, üzerinde çalıştığım farklı sistemler arasında geçişlilik ve bir sanat eseri üzerinden bir model önerme fikrimin şekillenmesinde önemli bir rol oynadı. Söz konusu eser, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Temel Sanat Eğitimi Yüksek Lisans öğrencilerinin dönem sonu proje sergisi kapsamında, Osman Hamdi Bey Salonu’nda sergilendi. Bir dönem sonu proje sergisi olması nedeniyle, esere yöneltilen yoğun eleştiriler bu yazının doğmasına zemin hazırladı.
Mert Palut’un eseri fotoğraflar ve videodan oluşan bir kurulum. Eser, 1990’lı yıllarda Türkiye’nin Doğu’sunda devlet şiddetinin doruğa ulaştığı dönemi ve bu dönemde kullanılan sembolik bir obje haline gelen “Beyaz Toroslar”ı merkezine alıyor. Renault marka “Beyaz Toros” araçlar, devlet şiddeti ve faili meçhul cinayetlerin simgesi haline gelmiştir. Bu araçlar, yalnızca şiddet mağdurlarının deneyimlerinde değil, aynı zamanda sanatsal ve kültürel çalışmalarda da sıkça ele alınarak 1990’ların önemli fenomenlerinden biri olarak öne çıkmıştır. Antropolog Yael Navaro-Yashin’in “affective” kavramına dayanarak, bu tür sembolik objelerin insanlar üzerinde güçlü duygusal etkiler yaratabileceğini vurgular. Beyaz Toros, yalnızca bir araç değil, aynı zamanda taşıdığı anlamlar ve sembolizmle birlikte devlet şiddetinin bir temsili olarak algılanmıştır. Bu tür objeler, kolektif hafızada derin bir yer edinerek geçmişin acı dolu hatıralarını sürekli olarak hatırlatır. Palut, eserinde form olarak ise altın orandan hareketle bir spiral oluşturarak kurulumunu gerçekleştirdi. Eleştiriler de işte tam burada yoğunlaştı.
Temel Sanat Tasarımı bölümü sanat ve tasarımın temel ilkeleri üzerinde yoğunlaşan önemli bir bölüm ( bölüm skandal ve haksız bir kararla kapatılmış durumda ama bu başka bir yazının konusu). Bu özelliği sebebiyle dönem sonu sergisinde öğrenci işlerinde form çözümlemeleri de beklenmekte. Hocalardan biri Palut’un işi üzerinden bölümün bu beklentisine dair bir eleştiri getirdi. Öğrenciyi form çözümlemesine mecbur bırakmanın yanlış olduğunu, Palut’un eseri gibi politik işlerde bu olayın daha da görünür olduğunu ve konu beyaz toroslar gibi ağır bir konuyken burada altın oran aramanın saçma olacağını dile getirdi. Başta katılsam ve mantıklı gelse de sonra bu fikirden uzaklaştım.
Politik sanatın en güçlü özelliklerinden biri, dünya üzerindeki adaletsizlikleri, çatışmaları veya toplumsal travmaları görünür kılma becerisidir. Ancak bu süreçte, bir sanat eserinin hem kavramsal hem de biçimsel boyutlarının nasıl bir denge kuracağı sorusu sıkça tartışılır. Bir tarafta, politik mesajın ağırlığı altında ezilen estetik değerler; diğer tarafta, yalnızca biçimsel mükemmeliyetin peşinde koşarak içerik bağlamını zayıflatan eserler vardır. Yukarıdaki tartışma, Mert Palut’un Beyaz Toroslar üzerine yaptığı ve sergilediği iş bağlamında oldukça anlamlı. Beyaz Toroslar, Türkiye’de toplumsal hafızada derin bir yara bırakan faili meçhul cinayetlerin ve devlet içindeki gizli yapılanmaların sembolü haline gelmiştir. Böylesine ağır bir politik sembolün, altın oran gibi tarih boyunca ideal güzellik arayışlarının merkezinde yer alan bir matematiksel ilkeyle ilişkilendirilmesi, bazı izleyiciler için biçimci bir yaklaşım olarak eleştirilmiş. Bu eleştiri, politik bir meselede estetik mükemmeliyet aramanın içeriğin ciddiyetine gölge düşürdüğü yönündeki bir algıyı ortaya koyuyor.
Sanat eseri oluştururken bir yöntem önermeyi hedefliyorum ve bu yöntemi, sanat eserini bir modelleme olarak sunmak şeklinde tanımlıyorum. İlk adımda, eser form açısından çözümlenir; ardından, daha karmaşık bir sistem olan dünya, kültür ve benzeri yapılarla ilişkilendirilir. Bu sistemler arasındaki ilişkileri ortaya koyabilmek için de bu durumu ayrıca modellemek gerekir. Yalnızca kültür içinde kalan bir sistem kapalı bir yapıya dönüşebileceği gibi, yalnızca forma odaklanan bir sistem de sanat eserini daha sınırlı bir hale getirecektir. Bu nedenle, sistemler arası geçişliliği vurgulamak, sanat eserinin daha açık ve bütüncül bir yapı kazanmasını sağlar.
Sanat eserini, farklı sistemlerle ilişki kurabilen bir model olarak sunmak, onun etkisini ve anlamını derinleştiren güçlü bir yaklaşımdır. Bu yöntem, eserin yalnızca estetik bir nesne olmanın ötesine geçerek, dünya, kültür, toplum ve birey arasındaki dinamik ilişkileri görünür kılmasına olanak tanır. Sanat, bu sistemler arasındaki bağlantıları modelleyerek, izleyiciyi sadece bir görsel veya biçimsel deneyimle sınırlamaz; aynı zamanda daha geniş bir düşünce alanına davet eder. Böyle bir yaklaşım, sanat eserinin hem form hem de içerik düzeyinde açık, katmanlı ve anlam açısından zengin bir yapıya sahip olmasını sağlar.
Sonuç olarak sanatçının altın oran gibi estetik ilkeleri kullanması, yalnızca biçimsel bir tercih değil, sanat eserinin ontoloji incelenmesi ve politik mesajını güçlendiren bir strateji olarak da okunabilir. Bu noktada, asıl önemli olan, biçimsel düzenin içeriğin gücüne ne kattığıdır.