VakıfBank Kültür Yayınları (VBKY), “Erken Cumhuriyet Dönemi Serisi”nde Türk Edebiyatı’nın önemli eserlerinden “Kürk Mantolu Madonna”yı okurlarıyla buluşturuyor. Sabahattin Ali’nin yazdığı, bir karşılaşma hikâyesini merkeze alan ve Türkçenin en çok okunan romanlarından biri olan Kürk Mantolu Madonna’nın bu özel baskısı, görseller ve notlarla, metnin katmanlı yolculuğuna eşlik etmek isteyen yeni okurlarını bekliyor.
VBKY’nin edebiyat kitaplığı, son yıllarda yirmiden fazla dile çevrilen ve dünya çapında yeniden keşfedilen Sabahattin Ali’nin kült eseri Kürk Mantolu Madonna’yla genişlemeye devam ediyor. Sabahattin Ali’nin 1940-1941 yılları arasında yazdığı ve dilimizin en çok okunan romanlarından biri olan Kürk Mantolu Madonna, bir karşılaşma hikâyesini merkeze alıyor. Roman okuruna, Raif’in aşkla, yalnızlıkla, kendi iç dünyasıyla karşılaşmalarını anlatırken aynı zamanda 1920’lerin Berlin’ine ve 1930’ların Ankara’sına da götürüyor. Raif, yalnız başına ya da Maria Puder’le birlikte sokakları, parkları, sanat galerilerini, tiyatroları gezerken biz de onunla Berlin ve Ankara sokaklarını yürüdüğümüzü hayal ediyoruz. Kürk Mantolu Madonna mekânlar ve metinler arasında mekik dokurken Türk, Alman ve Rus edebiyatlarının önemli eserleriyle de ilişkiler kuruyor. Fatih Altuğ’un yayına hazırladığı romanda, piyasadaki baskılarından farklı olarak metnin bağlamının daha iyi anlaşılması adına metinler ve resimler aracılığıyla zenginleştirilmiş dipnotlar, fotoğraflar, haritalar ve Aytuğ Aykut’un bu kitap için yaptığı Maria Puder tablosu da size eşlik ediyor.
Kitaptan:
“Şimdiye kadar bana bu derece yakın olan bir insana tesadüf etmediğim için, bence bütün meselelerin üstünde onu muhafaza etmek arzusu vardı. Bütün isteklerimin en son gayesi belki de ona tamamen, hiç noksansız, bütün maddi ve manevi varlığıyla sahip olmaktı, fakat elde edebildiğimi de kaybetmek korkusuyla, bu gayeye gözlerimi çevirmekten çekiniyor, seyretmekte olduğu ve yakalamak istediği harikulade güzel bir kuşu küçük bir hareketiyle kaçıracağından korkan bir insan gibi atıl kalıyordum. Bu hareketsizliğin, korkuya dayanan bu tereddüdün daha zararlı olduğunu, insan münasebetlerinde bir noktada taş kesilmiş gibi kalınamayacağını, ileriye atılmayan her adımın insanı geriye götürdüğünü ve yaklaştırmayan anların muhakkak uzaklaştırdığını karanlık bir şekilde seziyor ve içimde sessizce yanan, fakat günden güne büyüyen bir endişenin yer etmeye başladığını hissediyordum.”